Aman bana ne, öldükten sonra ne olursa olsun” diyebilirsiniz ama bir daha düşünün. Bu bence sığ bir düşünce. Bir defa, öldüğünüzde mahremiyetiniz sona eriyor. Yasalara göre durum bu. Ben bu bariz gibi görünen detayı yeni fark ettim. Ve biraz üzüldüm açıkçası. Yani özel hayat özel hayattır. Özel olmasa, paylaşılmasında bir problem olmasa sağken paylaşırdınız herkesle değil mi? Ölünce ne değişiyor?
Yani evet, elbette “bazı” şeyler değişiyor. Ölmek insan hayatında önemli bir değişiklik kabul ediyorum ama yasaların ölülerin mahremiyetini çalması ve nasılsa öldü diye bütün mahremiyeti yakınlarına devretmesi hiç hoş değil. Bunların yakınlarımız tarafından kullanmasında bir sorun olmasaydı biz sağken kullandırırdık zaten.
Bu konuda, yani mahremiyete sahip çıkma konusunda güvenilir yer, ilginçtir, aslında hiç de güvenilir olmayan sosyal medya. Facebook, Twitter, Instagram ve diğerleri.
Ansızın ölürseniz, hesabınızı koruyorlar. Hiç hesapta yokken bir araba sizi ezer, ayağınız takılıp kafanızı kaldırımın köşesine çarpar, yediğiniz tavuktan zehirlenir, boğulur, yanar, donarsanız ya da yolda yürürken birine ters bakıp bıçaklanırsanız veya en basitinden kocanızın ya da size kafayı takmış bir
Los Angeles çıkışlı 17 yaşındaki müzisyen ve şarkıcı Billie Eilish “pop noir” tadındaki ilk albümüyle yakaladığı başarı sayesinde şu an dünyanın en tanınmış ergeni olabilir.
Billie Eilish’i tanımıyor musunuz? E normal çünkü Z kuşağı değilsiniz. Ve yaşlısınız (25 bile yaşlı artık hızla değişen dünyada). Z kuşağının hayatı aslında çok basit. Onlar bir geçiş döneminde değiller. Dijital devrim falan onlar için bir şey ifade etmiyor, çocukluklarından itibaren (1990’ların sonunda 2000’lerin başında doğanlara Z kuşağı deniyor) zaten her şey dijitale geçmişti. Müziği, filmi dizileri, stream ettiler. Sizin seyrettiğiniz televizyonu hiç seyretmediler (NME’nin röportajında evindeki televizyonu akvaryuma çevirdiği belirtilmiş). Hayatlarında her zaman akıllı telefon vardı. Gazete okumadılar. Kitapları cep telefonundan ya da dizisi filmi çekildiği kadarıyla bildiler. Sizin için “yeni” olan her şeyin içinde doğup büyüdüler. Dolayısıyla sizin geçiş dönemi sorunlarınız onlar için mevcut değil. Enerjilerini ve dikkatlerini uyum sağlamaya değil başka şeylere harcayabiliyorlar.
Hayli karamsar hikayeler
Bugünün ergen dünyasının lideri olmaya aday Billie Eilish ve müziği bunlar ve daha pek çok nedenden
Fotoğraf sergisine gelerek fotoğrafların fotoğrafını çeken fotoğraf meraklıları arasında Ara Güler’in Saatchi Gallery’deki sergisini gezdim
Londra’nın elit mahallelerinden Chelsea’nin göbeğinde yer alan Saatchi Gallery’nin girişi heyecanlı bir sanatsever kalabalığını ağırlıyor. Bu tatlı kalabalık, bu sabah aynı zamanda ıslak bir kalabalık. Paskalya tatiliyle gelen bir haftalık bahar sıcaklarının ardından yağan yağmur Londralılara (ve turistlere) nerede olduklarını hatırlatmış gibi. Yağmur Londra’da insanları tanımak açısından çok önemli. Yağmurdan kaçan, koşturan, telaşlanan birilerini görüyorsanız işte onlar turistler ya da bu şehre yeni gelen ve henüz uyum sağlayamayanlardır. Gerçek bir Londralı yağmur karşısında hiç telaşlanmaz, yağmuru (ve soğuğu) yok farz eder.
Yağmuru hayli ciddiye alan turistler arasında, yağmuru çok da takmıyormuş gibi yaparak içeri girdim ve ikinci kattaki 12 numaralı galeriye ulaştım. Bu salonda 5 Mayıs’a kadar “Ara Güler Sergisi” yer alıyor. Geçen yıl 90 yaşındayken hayatını kaybeden fotoğrafçı ve gazeteci (kendisi foto muhabiri denmesini tercih ederdi) Ara Güler, ölümünün ardından bu sergiyle hatırlanıyor. Gördüğüm kadarıyla Saatchi’deki galerileri
Her yıl bu zamanlar müzik dünyasının gündemine Coachella Festivali gelir. Nisanda iki hafta sonu yapılan bu dev etkinlik aynı zamanda yaz festivallerinin sezon açılışı olarak kabul ediliyor. Festivale aç medya bu festivali köpürtmeye bayılıyor.
Gerçekten köpürtülecek çok malzeme var. Ama müzik değil, daha çok magazin basını için. Az ünlü, yarı ünlü, çok ünlü, Silikon Vadisi milyarderi, model, sporcu, modacı, sosyelit, blogger, fenomen, iş adamı, televizyon şahsiyeti, film yıldızı, siyasetçi fark etmez. Yerel global de fark etmez. Orada boy gösterilecek.
Bir zamanlar müzikle ilgili olan Coachella gibi pek çok festival, bugün magazinin, modanın, büyük sermayenin ve lüksteki aşırılıkların konusu. Temeli 1969 yazında yapılan Woodstock ile atılan yaz festivalleri geleneğinin belki de geldiği en ticari yerler bu tip festivaller.
2014’te festivallerin yarattığı ayrıcalıklı VIP seyirci kategorisinden bahseden bir yazıya şöyle girmiştim: “Festivallere sadece bilet almak geçen yüzyılda kalan bir alışkanlık. Bilmemne circle, VIP, özel lounge, sahne önü, onun da en önü falan derken artık değişik festivallerde havuzlu, kahvaltılı, duşlu, açık büfeli seçenekler mevcut.”
Hakikaten de mevcut. Mesela
Müzisyen ve prodüktör Yasin Vural: “Unutulmaya yüz tutmuş şarkılar var. Israf olmaya doğru giden şarkılar diyorum ben buna. Bunlara ikinci bir hayat vermek mümkün ama fonogram haklarını çözemediğimiz için bir hazine arşivlerde kapalı kalmış, çürüyor”
Yasin Vural ile Hey’ Douglas albümü “Marşandiz” için görüşüyorum. Yasin son yılların en başarılı ve orijinal müzik projelerinden biri. İlk albümünü yayınladı. Ancak bu albüm beklendiği gibi sample’lar içermiyor. Enstrümental bir albüm. Merak ediyorum sorular soruyorum ve albümün arka planını deşince ortaya çıkan durumu ve anlattıklarını sizinle paylaşmak istiyorum.
- Albümün arka planından bahseder misin biraz?
“Hey! Douglas projesi, 2013’te Ankara’dan İstanbul’a geldiğimde, stüdyo tadilattayken boşlukta kaldığım dönemde çıktı. Eski Türkçe şarkılardan sample’lar yaparak kayıtlar yapmaya başladım. Sonra bunları canlı performanslarla sahnede sundum. Büyük bir ilgi gördüm. 2018’e kadar da hep konserler yaparak geldim. Hepsi neredeyse ful geçti. O sıralarda her şey iyiydi. Plak şirketleri bana hard diskler dolusu şarkı gönderiyordu. ‘Bizim de şöyle kataloğumuz var bunları da kullan, senin yaptığın şeyleri gençler dinliyor beğeniyor, bizim
90’ların sonlarında Aktüel’de çalışırken şunu görüp öğrenmiştim: Bir haberi ya da hikâyeyi bir kadın görseliyle ilişkilendirip verebiliyorsan ver. Eğer gerçekten başka bir yolu yoksa o zaman farklı görseller kullanabilirsin.
Rahmetli Ercan Arıklı bunu neredeyse bir şart olarak koşardı. Bu o kadar önemliydi ki haber toplantılarında genç muhabirler bu huyunu bildiklerinden haber önerirken “kadın (!)” görselli haber önerirlerdi. Haberlerini böyle savunanlar da vardı.
İşe yarar mıydı? Evet, yarardı. Bugün haber sitelerinde işe yarıyor mu? Evet, yarıyor. Sıradan insan bu şekilde algılamayı ve oltaya getirilmeyi seviyor. Basın ve gazeteciler de -dünyanın neresinde olursa olsun- sıradan insanın korkularını, sıradan arzularını, en ilkel dürtülerini hissediyor ve bunu kullanıyor. Bunu yapan sadece gazeteciler/editörler de değil elbette. Dünya bunun üzerine dönüyor. Ama bu başka bir yazı konusu.
Geçen hafta bilim insanları tarihte ilk kez bir kara deliğin fotoğrafını çekti ve paylaştı. Sosyal medyada haber patlaması yaşandı. Ancak bir süre sonra bütün haberlerde tek bir isim görmeye başladık. Bilgisayarın başında sevinçten havalara uçan genç, güzel, başarılı bir kadın. Yüz binlerce,
Başarılı ilk albümdeki orijinal fikirlere yenilerini eklemek giderek zorlaşsa da henüz sihirbaz bütün numaralarını tüketmemiş.
Jakuzi ilk albümü “Fantezi Müzik”i 2016’da kaset olarak yayınladı. Hâlâ çalışma masamın üzerindeki kalabalığın bir yerinde duruyor. Dinlemeseniz bile bir şekilde yakınınızda bulundurmak isteyeceğiniz bir obje bu. Ben de zaten bu kasete obje muamelesi yaptım. Masada tuttum ama dinlemedim. Ne çocukluktan kalan walkman’imi çalıştırabildim ne de evdeki AKAI double deck’in tozunu alıp kuracak ve amfiye bağlayacak halim vardı. Albümü herkes gibi sıkıcı sıkıcı stream ettim. Çünkü bu kaset dinlenmek için değil bakılmak ya da bir şekilde sahip olunup masada durmak için çıkarılmıştı 2016’da.
Her şeyin web’de olduğu ve bu web’in de telefona sığdığı dijital bir dünyada, stream platformlarının arayüzünde sıradan bir liste ya da isim olmak yerine sınırlı sayıda kaset olarak basılması tercih edilmişti. Bu tercih sanırım Jakuzi hakkında bir şeyler anlatıyor.
Albüm daha sonra 2017’de yeni bir şarkı eklenerek yeniden yayınlandı. Plak ve CD olarak basıldı. Ama 2016’da kaset çıkarmak kadar şahane bir duruş değil. Herhalde Jakuzi de (Kutay Soyocak, Taner Yücel) Türkçe sözlü
Londra’nın güney-batısındaki Chiswick Köprüsü, uzaktan bakıldığında Galata Köprüsü’nde sıradan bir pazar günü çaparisi gibi kalabalık. Kıvıl kıvıl, sıra sıra insan köprünün üstünde toplanmış. Tek fark, insanlar ellerinde misinalar, kamışlar değil irili ufaklı bardaklar tutuyor. Kovalarda balık yerine soğuk içecekler var. Köprü ve çevresindeki sahil festival alanı gibi. Özlemişiz böyle sağa sola yayılmalı festivalleri.
Bizde kürek, sporcular, yakınları ve aileleri dışında kimsenin ilgilenmediği bir spor dalı maalesef. Buradaysa milli bir hassasiyet haline gelmiş. BBC canlı yayınlıyor, tepede helikopterler geziyor, kameralar her yerde. “Vatandaş sahillere hücum etti” tadında bir ortam.
Bu sıradan gibi görünen köprünün bugün bu kadar özel bir yer haline gelmesinin nedeni Oxford ve Cambridge üniversiteleri arasında yapılan geleneksel kürek yarışları. “The Boat Race”in finiş çizgisi burada. Sportif merak bir yana, Londralılar eş dost buluşup bir şeyler içmek, nehir kıyısındaki parklara doluşup önlerinden geçen yarışa heyecanlı çığlıklarla katılmak için güzel bir fırsat yakalamış. Gördüğüm kadarıyla yarış bahane, muhabbet şahane.
Nehrin güney yakasında köprünün az ilerisinde kalabalık maça