Mehmet Tez

Mehmet Tez

mehmet.tez@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları

Eskiden duyardım, söylerlerdi ama çok anlamazdım. Hatta garip gelirdi. Yurt dışında yaşayanların Türk dizilerine ve Türk yapımlarına düşkünlüğünün doğasını anlamak için birkaç sene yurt dışında oturmak gerekiyormuş. 

Televizyon seyretmeyi yıllar önce bıraktım. Netflix, Amazon Prime ve zaman zaman girip birkaç ay kullandıktan sonra üyeliğe ara verdiğim Now TV gibi bazı platformlardaki yapımları izlemeyi seviyorum. Teknik olarak her şeye düşkün değilim. Yani ekran karşısında oturup o güne ne varsa bir şeyler izlemek hoşuma gitmiyor. İlgimi çeken bir şeyler varsa izlemeyi tercih ediyorum.

Haberin Devamı

“Ben sadece belgesel izliyorum”culardan hiç değilim. Çünkü bir defa bunu söylemem yalancılık olur. Ayrıca belgeselleri sevdiğimi söyleyemem. Yani izleyemiyorum değil bilerek izlemiyorum çoğunu çünkü belgeselciliğin günümüzde evrildiği yeri sevmiyorum. Belgeselcilik heyecanlı, dramlı, içinde cinayet falan da işlenen bazı görüntülerle oluşturulmuş sürükleyici ekran yapımları gibi bir şeye dönüştü. “Kan var mı, seks var mı, cinayet var mı, manyaklık var mı, varsa o zaman gel belgeselini çekelim” mantığıyla çalışan belgesel yapımcıları var. Eğer konu bunlar değilse “Akıllı olun, büyük oyunu görün” alt metinli birtakım komplo teorilerine dayalı, kes yapıştır kurgular oluyor. Bana göre değil. 

Eski tip doğa belgeselciliğini de “rüyalarınıza girecek elli yamyam hayvan” tarzı listeli birtakım acayipliklere feda ettiğimizden BBC’ninkiler hariç belgesel benim için, nasıl derler, “yok hükmünde”.

Geriye ne kalıyor? Polisiyeler, “whodunit” de denen klasik detektif hikâyeleri, siyasi gerilimler, “The Wire” ve “The Sopranos” izinden giden “Top Boy”, “Gomorrah” gibi gerçekçi suç hikâyeleri. Ve... Şimdi bir de Türk dizileri. 

Türk dizilerinin ilgimi çekmesini, dizilerdeki samimiyet derecesinin artması ve sahteliğin giderek azalmasına bağlıyorum. Yani ben değil diziler değişti aslında. Tamam, ben de değiştim galiba yurt dışında yaşaya yaşaya ama olay ben değilim sadece.

Televizyonlarda gösterilen dizilerden bahsetmiyorum. Onların filtrelenme ve sansürlenme seviyeleri akıllara zarar düzeyde. Ne senaryo, ne metin, bu kadar filtreye geriye yapım diye sadece “ekranda konuşan birtakım düzgün tipli insanlar” kalıyor. 

Haberin Devamı

Ama televizyonlar dışındaki platformlarda bayağı ilginç gelişmeler var.

Nejat İşler’in yeni dizisi “Saygı”yı izlemek için Blu TV satın aldım. Behzat Ç falan derken sardıkça sardı. 

Türk dizilerini izledikçe bizim daha önce fark etmediğimiz noktalar dikkatimi çekiyor. Bir defa herkes birbiriyle kavga ederek konuşuyor. Karı koca, iş arkadaşları, kankalar, sevgililer, anne kız, baba oğul herkes ama herkes birbiriyle kavga ediyor. Birbirlerine atarlanarak konuşuyorlar. Normal diyalog yok. Diyaloglarda sıradan günlük bir konuda dahi en ufak bir karşıt fikir derhal misliyle cezalandırılıyor ve sindiriliyor. Espriden bile olsa hep kavga dövüş var. Bu dizileri sıradan bir İngiliz izlese kafayı sıyırabilir. 

Bu noktada diziler aslında çok gerçekçi çünkü cidden Türkiye asabi insanların birbirine devamlı atar yaptığı bir yer. Her gidişimde biraz daha netleşiyor bu görüntü. Yurt dışında bunu daha iyi anladım. 

Haberin Devamı

İkincisi, televizyondaki diziler o kadar steril ki (steril diyeyim artık ilgili sıfatı siz anlayın) gerçekler hep havada sallanıyor. Bin yıllık klişelerle işlenmiş artık var olmayan kartondan bir ülke var fonda çoğu dizide. Halbuki parayla abone olunan platformlar şaşırtıcı. Yapım kalitesi ya da oyunculuklar gibi konulara girmiyorum, o kısım beni çok ilgilendirmiyor. Benim dikkatimi çeken, yeni nesil, TV için çekilmemiş diziler ve yapımlar, gerçeklere çok daha yakınlar. Daha az klişe, daha fazla gerçekliği anlatma çabası. 

Uzattım. Sanırım memleketi özledim. Hasretimi dizilerle gidermeye başladıkça gördüklerim beni heyecanlandırdı. Yazayım dedim. Gurbette yerli dizi izlemek diye bir şey var hakikaten.