"Piyano çaldığım zamanlarda hafızam iyi. Her şeyi hatırlıyorum."
Eski müzik öğretmeni Paul Barnes 80 yaşında ve demans hastası. Hafızasını giderek kaybediyor. Yaptıklarını hatırlamıyor, çoğu zaman bir sis perdesinin ardındaymış gibi yaşıyor. Ama piyano çalarken başka. O zaman anıları canlanıyor. Paul piyano çalarken her şeyi, kim olduğunu hatırlıyor.
Kısa bir video sayesinde bugün İngiltere’de herkes Paul Barnes’ı tanıyor artık. Videoda, piyanosunun başında oturan Paul’e oğlu tarafından dört nota veriliyor ve bu dört notadan hareket ederek bir şeyler çalması isteniyor. Çünkü Paul önceden çalabildiği pek çok parçayı hatırlamıyor. Ona ancak bazı notalar verildiğinde onlar üzerinden doğaçlayarak çalabiliyor. Paul bu notalardan hemen doğaçlama bir beste yapıyor. İki dakikalık video oğul tarafından Twitter’a konunca işler değişiyor.
Şarkı önce BBC’de pazar sabahları yayınlanan “Broadcasting House” programında çalındı. O kadar çok mesaj ve olumlu tepki aldı ki bir anda BBC Filarmoni Orkestrası devreye girdi ve bu piyanoyla çalınan nostaljik klasik müzik bestesini icra etti. Ve bütün bu operasyon online gerçekleşti. Müzisyenler evlerinden canlı olarak kayda girdi ve aynı anda Paul’ün videodaki piyano kaydına eşlik ettiler. Ortaya inanılmaz bir video çıkmış. İnsanın tüyleri diken diken oluyor, gözünden yaş geliyor.
Hafızasını yitiren yaşlı bir adamın hatırlamak için çaldığı şarkı BBC Filarmoni elinde yepyeni bir boyuta atlıyor. YouTube’da bulduğum videoda Paul BBC Filarmoni’yi kendi bestesini çalarken dinliyor ve aşırı heyecanlanıyor. “Four Notes - Paul’s Tune” adlı parça geçen hafta iTunes ve Amazon Music’te bir numaraydı.
Dört nota, iki dakikalık bir doğaçlama, hafızasını yitiren ve sadece müzikle anılarını hatırlayan bir adam. BBC Filarmoni ve neticede listebaşı olan şarkı. Bilmiyorum müziğin gücünü bundan daha iyi anlatan bir örnek geldi mi son zamanlarda önüme.
Hepimiz hızla değişen bir dünyada anılarımızı farkında olmadan yavaş yavaş yitiriyoruz. Bizden devamlı değişmemiz, yeniliklere ayak uydurmamız, “unutmamız” bekleniyor. Hayatta kalmak için tek seçeneğin bu olduğuna dair teorileri, hikâyeleri her yerde duyuyoruz, görüyoruz. Ama unuttukça yabancılaşıyoruz, yönümüzü iyice kaybediyoruz. Açıkçası, korona da bu duruma tuz biber oluyor. Salgın, dünyanın 50 yılda yaşayacağı dönüşümü bir iki yıla sığdırdı ve bu durum hepimizi virüsün kendisinden daha çok etkiliyor gibi geliyor bana.
Mevcut durum ve gidişat zaten berbattı. Doğal afetler, küresel ısınma, savaşlar, nüfus artışı, yoksulluk, açlık, çözüm üretemeyen, aksine, giderek çemberi daraltan ateşi harlayan, şartları ve hayatı daha da zorlaştıran bir siyaset söylemi ve sistemi. Bunlarla yaşamak zaten zorken bir de salgın. Sanki aşı bulununca hayat şıp diye normale dönecek gibi, süresiz, sonuçsuz bir bekleyiş içindeyiz. Birinci dalga, ikinci dalga. Karantinalar...
İngiltere’de yeniden karantina ilan edildi önceki gün. Pub’lar, restoranlar, kafeler, spor salonları ve tüm diğer sosyal mekânlar kapanacak. Marketler dışında her yer yani. Gerekli olmadıkça sokağa çıkılması istenmiyor. İngiltere uzunca bir süreden sonra yeniden eve kapanıyor. Yaz başı oluşan iyimserlik dalgası da yerini çaresizlik, öfke ve pişmanlığa bırakmış durumda. Şimdi herkes keşke yazın Akdeniz sahillerine tatile gitmeseydik diye düşünüyor. Hatta yaz boyu devam eden esnafa destek kampanyalarının da hastalığın yayılmasında önemli rol oynadığı söyleniyor. Avrupa’nın tamamında durum aynı.
Bütün bu tabloda müziğe, kitaplara, sinemaya, resme, heykele daha çok ihtiyacımız var. İnsanlığı insanlık yapan temel değerleri hatırlamaya ve asla unutmamaya. Paul’ün şarkısını dinlerken bir yandan da bunları düşünmeden edemiyor insan...