"Kapının önüne konmak” Türkçemizde çok da olumlu anlamları olan bir deyim değil. İşe yaramayan bir şeylerden kurtulmak demek. Ama nötr bir anlam içermiyor. Biraz nankörlük, vefasızlık var bu deyimin alt metninde. Çöpe atmak da değil. O bile daha iyi. Kapının önüne konmak nedense daha dramatik bir olumsuzluk.
Deyim diyorum ama TDK deyimler sözlüğünde “kapının önüne konmak” diye bir şey bulamadım. TDK’ya göre olmayan bir deyimimiz bu ama biz kullanıyoruz. Artık işimize yaramayan bir şeyden kurtulmak anlamında. Duygusuzca, saygısızca bir şeyler var kapının önüne konmakta.
Nesneler gibi insanları da kapının önüne konabiliyor ama bu ayrı bir konu. Kullanılıp kapının önüne konan insanlar tanımışızdır hepimiz. Lafı uzatmayayım. Neden böyle negatif bir şey kapının önüne konmak bilmiyorum. Teknik olarak çöpe gitmek daha üzücü olmalıyken kapının önü daha üzücü bizim dilimizde. Buna bir bakmak lazım bir ara.
İngiltere’de kapının önüne konmak bizdeki
Sevgililer Günü şarkıları rap, pop, rock demeden her türde yağmaya başladı. Klasik pop, dizilerde tanınanların yanında arabesk tipi aşk şarkıları fazla ilgi görüyor günümüzde.
14 Şubat vesilesiyle Sevgililer Günü şarkıları yayınlamak pop müzik âleminde bir gelenek halini almış durumda. Bakıyorum Türkiye’de de pek çok sanatçı, bugüne dair aşk şarkıları yayınlama yarışında. Acı şarkılar, dertli şarkılar, atarlı şarkılar… Yüzde 90’ı muhtelif tempolarda eski sevgiliye atarlı aşk şarkısı; kalan yüzde 10’u da terk edildim işte temalı muhtelif acılık tonlarında şarkılardan oluşan Türk popunun Sevgililer Günü’ne özel aşk şarkısı girişimleri bana biraz komik geliyor. Şarkıların, sıradan bir günde yayınlanacak aşk şarkılarından bir farkı pek yok. Türkiye’de iyi bir aşk şarkısı, daha da iyi üzen bir aşk şarkısı demek! Az sayıdaki mutlu aşk şarkısı da aslında eski sevgiliye yönelik, “Bak ne kadar mutluyum beni kaçırdığın için acından öleceksin” temalı, pasif agresif “laf sokmalı”
Yok yok, konu tamamen başka. Başlık yanıltmasın, ev kiraları artar mı, artmaz mı, pandemiden sonra gidiş nereye falan... bunlar değil konu. Konu şu: Evlerimiz ödediğimiz kiraları ilk kez bu kadar hak ediyor farkında mısınız? Bir başka deyişle, ev hiç bu kadar verimli olmamıştı.
Eve daha önce hiç bu kadar kapanmamıştık. Hayatımızın her saniyesini evde geçirdiğimiz, eve bu kadar yapıştığımız başka bir dönem de hiç olmamıştı. Gün başına, dakika başına birim fiyat çıkaracak olursak, ucuzladı evler.
Sabah işe çıkıp akşam eve dönen biri için ev sadece uyumalık ve televizyon izlemelik bir yer. Öte yandan, 20’lerinde bekâr biri için ev, ara sıra yıkanmaya, üst baş değişmeye, diş fırçalamaya ve tek başına rahat rahat uyumaya gelinen bir yer.
Anne babalarıyla yaşayan gençler için gece yarısı gelinen, dolaptaki soğuk fasulye pilavın mideye indirilip gizlice yatağa geçildiği, uyanınca kahvaltıdan sonra gene çıkılıp gece geç saate kadar pek uğranmayan bir yer. Babalarımız az mı “Otel mi burası!” diye fırçaladı bizi?
Pan
Clubhouse Y kuşağının ilgisini pek çekmedi galiba. En azından İngiltere’de benim içinde bulunduğum çevrelerde denk geldiğim 20’lerinde, 30’larının başında insanlar Clubhouse’u saçmalık olarak nitelendiriyor. Yani burada öyle her gelen yeniliğe buyur deyip atlamak gibi bir tutum yok. İçinde bulunduğum bir Whatsapp grubunda konu öyle eleştirel ifadelerle tartışıldı ki şaşırdım. 70 yaşında dedelerin genç kuşağı eleştirmesi gibiydi. Tek fark: Yaş 70 değil 25.
Clubhouse 2020’de kuruldu ama 2021 başında her yere yayılmaya başladı. 2020 Eylül, Ekim ve Kasım’da neredeyse hiç indiren falan olmamış. 2021 Ocak’ta bir anda 2.3 milyon kişi tarafından indirilmiş ve kullanılmaya başlanmış. Bir önceki üç aylık dilime göre % 3250 oranında artış var. Bu ani popülerliğin nedeni olarak Elon Musk, Mark Zuckerberg gibi isimlerin Clubhouse’u kullanması gösteriliyor. Bu isimlerin konuşmalarını dinleme fırsatı bulmak. Geçen mayısta 100 milyon dolar olan değeri ise bugün 1 milyar dolar olarak hesaplanıyor Clubhouse’un ve pek çok uzman
Büyük ihtimalle 2021 de 2020 gibi çarçur olup gidecek endişesi, yeni yılın ilk gününden beri zihinlere yerleşti. Müzik sektörü için global şirketler yeni çareler peşinde
Özellikle İngiltere’de ocak ayında girilen yeni karantina süreci inanılmaz boyutlara ulaşan salgın rakamlarına karşı sert bir önlemdi ve doğruydu. Ancak yaz sezonuna dair yüreklere su serpmiyor. Elbette şu an sağlık ve hayatta kalmak kadar önemli bir şey yok. Ama müzik sektörü bitti battı. Geri dönüşü de zor. Geçen yıl hükümetler, bu sektöre yardım paketleri açıklarken artık ufukta yeni önlemler de pek yok. Dernekler ve meslek birlikleri vakıflarına bağış kampanyaları başlattığına göre işler daha da kötüye gidecek. Türkiye’deki durum daha da kötü; çünkü ne bir paket açıklandı ne de ciddi anlamda müzik ve eğlence sektörünü düşünen bu konuda planlama yapan bir yetkili kurula ya da siyasiye rastladık.
Durum böyleyken global şirketler yeni çareler peşinde. Kulağıma
"Geçmişten bahsederek Z kuşağıyla iletişim kuramazsınız çünkü genç kuşaklar şimdi ve gelecek dururken geçmişle ilgilenmezler” yazmıştım pazar günü (“Z kuşağına geçmişi değil geleceği anlatın", 31 Ocak).
Bir sürü mesaj aldım. Ama yazının Z kuşağından bahseden kısmıyla ilgili değil, geçmişle bugünü kıyaslayan satırlarıyla ilgiliydi bu mesajlar. Yazıda da belirttiğim gibi, Z’lerin yapacak hali yok elbette bu kıyası, olsa olsa biz yapıyoruz.
İnsanlar o kadar çok özlemişler ki geçmişi inanamadım. 10-15 yıl öncesinden dahi bahsederken yüz yıl önceymiş gibi bahsediyoruz bugün.
30’larındaki insanlar bile kendilerini yaşlı ve yorgun hissediyor. Çünkü değişim ve kırılma çok büyük. O gün olan, bugün olmayan o kadar çok şey var ki sayısını dahi unuttuğumuz. Küçücük detaylar. Gündelik hayattaki sıradan şeyler. Tatlar, kokular, duygular. Onları kaybetmişiz. Yok olmuşlar. Yok edilmişler.
Geçmişten bahseden yazıma doğal olarak
"Önceden böyle böyle şeyler vardı, sizin haberiniz var mı Z kuşağı?” şeklinde özetlenecek birtakım hashtag’ler bütün hafta Twitter’da gündemdeydi. Siyaset, seçimler yaklaşırken Z kuşağının oylarına talip. İktidar ve muhalefet ayrı ayrı Z kuşağını birer kolundan tutmuş çekiştiriyor. “Bak, eskiden her şey çok berbattı, biz geldik çözdük” diyen iktidara karşılık, “Bak, eskiden her şey harikaydı, bunlar geldi batırdılar” diyen bir muhalefet.
Eskiden her şey berbat falan değildi. Aksine, bir sürü şey bugünden geçmişe bakınca şaşırtıcı derecede ilerideydi. İnsanların zihni çok ilerideydi. Kültürel birikim, kültüre sanata bakış çok ilerideydi. Cahillik yüceltilmiyordu. Çatışmalar elbette gene vardı ama insanların kabul ettiği ortak değerler, üzerinde çatıştıkları değerlerden fazlaydı. Ben çocukken benim ülkem imgelemimde her şeye rağmen çağdaş ve gelişmekte olan bir ülke olarak yer alırdı. Geri olduğumuz bir sürü alan vardı ama biz gelişme ve çağdaşlık
Arctic Monkeys’in ilk albümünün çıktığı günü dün gibi hatırlıyorum. 15 yıl olmuş ve bu durum elbette beni yaraladıArctic Monkeys’in “Whatever People Say I Am, That’s What I’m Not” adlı şahane ilk albümünün 15’inci yılıydı geçen hafta. Albüm 23 Ocak 2006’da yayınlandığında Birleşik Krallık tarihinin en hızlı satan albümü olmuştu. Halen de bir grup tarafından yayınlanan en hızlı satan albüm unvanını taşıyor. Böyle bir unvan varsa tabii. Rekor Adele’in 2015 yılında çıkardığı “25” adlı albümünde, 850 bin adetle. Bir not gireyim; Adele bu yıl yeni albümünü yayınlayacak. Muhtemelen kendi rekorunu kıracak.
Konuyu dağıttım. Arctic Monkeys’in ilk albümünün çıktığı günü dün gibi hatırlıyorum. 15 yıl olmuş ve bu durum elbette beni yaraladı. İçten içe “yuh” dedim. Geçenlerde Instagram’da Jarvis Cocker’ın da hatırlattığı gibi “geçmiş yabancı bir ülke”ymiş (The past is a foreign country) gerçekten.