Türk mutfağı dünyadaki saygın mutfaklardan biri mi, yoksa bu pek çok alanda olduğu gibi Türk’ün Türk’e propagandası mı? Bir yerlerde tartışılıyordu geçenlerde. Klasik Türk tipi tartışma olarak geliştiğinden herkes sübjektif argümanlara dayanarak karşısındakini azarlıyordu.
Yanıtı bilmiyorum ama bildiğim bir şey var: Londra’da kebaba, mezeye ilgi büyük ve pek çok iyi lokanta, kebapçı ve restoran olduğu halde yine de bu alanda boşluk var gibi duruyor. Elbette insanımız boşluk sevmez, anında doldurur. Nitekim mesela bizim yaşadığımız Londra’nın hemen kuzeyindeki İngiliz orta direk kasabasında son bir yılda krize, pandemiye rağmen iki tane yeni Türk mekânı açıldı. Böylece Türk mekânları, mesela dünyada en yaygın olan İtalyan mutfağı mekânlarıyla kafa kafaya geldi neredeyse.
Dünyanın hangi büyük şehrine gitseniz mutlaka bir İtalyan restoranı, pizzacısı, Osteria’sı, yanında bir Uzakdoğu restoranı, suşici, Hint lokantası sıraya dizilmiştir. Bunlara kebapçı/ocakbaşı da ufaktan ekleniyor. (Son bir yıldır bir yere
İnsanlığa musallat olan koronavirüs kadar tehlikeli başka bir hastalıktan bahsetmek istiyorum. Doğru yerde olma saplantısı. Her tartışmada, her gelişmede, her yeni haberde, her yerde ve her alanda doğru yerde olma saplantısı milenyumun hastalığı.
Önceden “siyaseten doğruculuk” vardı ama bu artık günümüzdeki saplantılı durumu sanırım açıklayamıyor. Siyaseten doğruculuk belli konulardaki pozisyonunuzla ilgili olabilir. Ama her zaman doğru yerde doğru tarafta durma saplantısı daha ileri bir aşama. Bir defa doğru tarafı seçme saplantısı sizi illa bir taraf tutmaya mecbur ediyor. Menemen soğanlı mı olur, soğansız mı konusunda bile ikiye bölünmenin nedeni o. İlla bir tarafta olacaksın ve illa haklı olacaksın. Emin misin?
Siyasi gündemden şehir planlama cinayetlerine, HES’lerden nükleer santral tartışmasına, dolar politikasından doğa katliamlarına... Her zaman yer yerde iki taraflı tartışmalar ve illa doğru tarafı seçme saplantısı. Bunun bizi getirdiği yer, taraf seçme faşizminden başka bir de iki sözde karşıt görüşün birbirini meşru kılması. Ne kadar saçma, gerçek
Mor ve Ötesi’nin “Harbiye Açıkhava (Canlı Senfonik)” albümü yılın son günlerinde geldi. Rock gruplarının klasik orkestralarla çalışma hevesi neredeyse rock tarihi kadar eski
Rock şarkılarının senfonik versiyonları hakkında her zaman karmaşık duygularım oldu. Orijinal albüm kayıtlarını her zaman kayıran, konser kaydı dinlemekten bile “ya beğenmezsem” diye çekinen benim gibi saplantılı bir dinleyici için zorlu bir aşama senfonik versiyonları dinlemek.
Rock, içerik kadar sunum da demek. Gitarı, davulu, basıyla çok net bir müzikal anlatım şekli. Bunların yanında elbette rock, atmosfer yaratmakla ilgili. Her müzik gibi kendi atmosferini yaratmak ister. Bağlam yaratır ki hikâyesi, mesajı doğru iletilsin. Bir müziğin rock olarak kabul edilmesi için şunlar şunlar lazımdır, şeklinde bir şartname yaratacak değilim elbette. Ama rock müzikte şekil, içerik kadar önemlidir demek istiyorum. Rock gruplarıyla klasik müzik orkestralarının bir araya geldiği durumlarda beni tedirgin eden her zaman işin bu yanı oldu: Şekil. Bir diğer konu da rock
Geçenlerde Guardian’da 31 Aralık’ta tam anlamıyla gerçekleşecek Brexit’ten bahseden yazılar derlenmişti. Hepsi aşırı karamsar olan bu yazılar Brexit kararının yanlış olduğunu anlatıyor. Ekonomiden özgürlüklere her şeyin geriye gideceği söyleniyor. Çizilen tablo hem aşırı karamsar hem de çaresi yok. Brexit oluyor ve bunu geri almanın bir yolu artık yok. Yani bu karamsarlık yapıcı değil yıkıcı. Oku oku ağla. Hani derler ya, şurama bir taş oturdu diye. Guardian yazarları tam olarak böyle. Bir tür yastalar. Ama sanırım bu davranış sadece onlara özel değil. Bugün muhalif kesimlerde toplumsal davranış bir tür bitmeyen yasa indirgenmiş durumda.
Brexit hadisesi bana hiçbir şey öğretmediyse şunu öğretmiş oldu: Kaybedilenin ardından ağlayıp dövünmenin faydası yok. İnsan kendi içinde olunca ya da kendi başına gelince bu kadar net anlamıyor. İş başkasının hayatı olduğunda ise her şey çok net ortada. “Başkasına akıl vermek kolay” lafındaki alternatif gerçeklik belki de budur. Başkasına akıl vermek gerçekten de kolay. (Geçenlerde bir
Bu yıl herkes hayatta kalma mücadelesi verdi. Bence toplumumuzun anlamakta güçlük çektiği şey müzisyenlerin değil, aslında müziğimizin hayatta kalma mücadelesi verdiğiydi. Bu müzik bizim, hepimizin
İşin aslı, marttan bu yana çok zor geçti. Müzisyenlerin en çok zorlandığı, bunaldığı, işsiz kaldığı yıl oldu. 2020’de konserlerden, festivallerden olduk. Bu ortamda bütün dünyada ve Türkiye’de şarkı yazmak, söylemek, kayıt yapmak, evden canlı konserler vermek, online yayınlar düzenlemek, çok sınırlı da olsa sahneye çıkabilmek, kısaca müzik yapmak, var olabilmek cesaret, kuvvet, azim ve mücadele anlamına geldi. Müzisyenler ve müzik emekçileri için konu her zaman olağanüstü fedakârlıklar gerektiren insanüstü bir mücadeleydi zaten bu topraklarda. Ama bu yıl herkes hayatta kalma mücadelesi verdi. Bence toplumumuzun anlamakta güçlük çektiği şey müzisyenlerin değil, aslında müziğimizin hayatta kalma mücadelesi verdiğiydi. Bu müzik
Çocukken ailecek evde oturur televizyon seyrederdik. 2020 oldu. Gene ailecek evde oturup televizyon seyredeceğiz. Tek fark, internetin varlığı ve kanal sayısı.
Teknoloji sağ olsun, stream ediyoruz ama neticede evde oturup ekrana bakılacak.
Asırlar boyunca “Yılbaşında ne yapmalı?” sorusuna yanıt arayan insanlık bu yıl rahat. Yılbaşı yemek rezervasyonları, yılbaşı partileri, yılbaşı trafik çilesi, “Saat 12’de nerede olacağız”lar falan yok. Bunları meğer ne kadar gereksiz yere önemsemişiz yıllarca. İşte insanlık evde oturuyor. Konu kapandı.
Ama evde oturmak da öyle basit bir konu değil. Bugün ailecek ortak bir ekrana bakmak bile mesele. Evde herkes kendi ekranında. Çocuğun iPad’i var. Baba salondaki televizyona bakıyorsa anne de yatak odasında ya da mutfakta izliyor.
Herkes kendi ekranında kendi halinde. Zaten herkeste telefon da var. Yani her evde en az 10 ekran var. Yargılamaya, cık cık, “Ne güzel eskiden sohbet ederdik, şimdi telefona bakıyoruz” falan diye dırdırlanmaya gerek yok. Çoklu ekran sistemi sayesinde evlilikler çökmedi aileler yıkılmadı, eğer
2020’de en fazla dinlenen, konuşulan, gündem olan şarkıları bazı tür başlıkları altında yazmak istedim. Türkçe Rap’ten Türkçe Pop’a farklı kategorilerdeki listeler yılbaşı akşamı için aklınızda olsun
Bu yıl yapılan her şarkı, her zamankinden on kat, yüz kat daha değerli. Daha korunası. Aşağıdaki şarkılara göz atarken o gözle bakarsınız. 2020’de en fazla dinlenen, konuşulan, gündem olan şarkıları bazı tür başlıkları altında yazmak istedim. Yüzlerce yazabilirim buraya sığmayan o kadar çok isim, yeni isim ve şarkı var ki.
Her türlü zorluğa rağmen çok renkli bir yıl geride kaldı. Müzik rap, elektronik, trap, club, arabesk, türkü, reggaeton dünya ritimlerine ve seslerine her zamankinden fazla açıldı. Müzik bitti ah vah diyenlerin aksine ben gayet güçlü bir müzik ve müzisyenler, prodüktörler görüyorum.
Çeşit ve renk görüyorum. Krizlerden iyi müzik doğar. Türkiye de krizler atlattı, müziği her şeye rağmen bundan güçlü çıkmanın bir
İngiltere’de kitabevleri marketler gibi temel ihtiyaç sağlayan iş yeri kabul ediliyor. Yani karantinada açıklar.
Dünya İngiltere’de etkisini gösteren mutasyonlu virüsü konuşurken, burada, Tier 4 risk kümesi içine giren güneydoğu İngiltere’nin kalbindeki Londra’nın Camden ilçesindeki bu (İngiltere’nin zincir kitabevlerinden biri olan) Daunt Books’ta insanlar kitap raflarını karıştırmaya devam ediyor. Sırf bu manzara bile her şey olağan seyrinde hissi yaratıyor azıcık da olsa. Maskeler, plastik separatörler, etraftaki dezenfektan masaları, uyarılar... Hepsi tamam ama işte kitapçılar ve marketler açık ve insanlar ekmek, makarna, sebze ve kitap satın alıyorlar.
Bazı kitapçılar sadece online siparişleri teslim etmek üzere açık oluyor. Bu da inanılmaz bir manzara çünkü kitapçının kapısına kurulmuş bir masadan sipariş ettikleri kitabı teslim almak için kuyruk olanları görünce, insan, salgın bizi yerle bir edemedi, hâlâ insanız diye düşünüyor.
Amazon’dan da söylenemez mi? Evet