Kendi vücudumuza sahibiz. Hayatta hiçbir şeyimiz yoksa kolumuz, bacağımız, elimiz, kafamız, kulağımız var. Böbreğimiz, ciğerimiz, bağırsaklarımız bizim malımız. Öyle farz ediliyor.
Vücudumuzu oluşturan kimyasallar hesaplandığında 1980 dolar değerindeymişiz. En para eden bileşenlerimiz hidrojen, kalsiyum ve fosformuş.
Organ bazlı fiyatımız daha yüksek ama hakikaten ucuza gidiyoruz bence. Karaborsada bir çift göz 1525 dolar. “N’aber iki gözüm” dediğimiz şey bu kadar.
Kalp 120 bin dolar civarında. Kalbimin sahibi dediğimiz de bu.
Böbrek en pahalı malımız. 260 bin dolara kadar çıkıyor. “O”na kalpli değil böbrekli mesajlar verin bence.
Elbette fiyatları Asya, Hindistan, Çin gibi pazarlar düşürüyormuş. Yoksa çok daha fazla ederiz. Şu an arz talep çerçevesinde piyasalarda bir milyon dolara yakın fiyatımız. Yorgun, bitkin, bezgin, kazıklanmış, ütülmüş da olsak bize ha bire “Sen değerlisin” diyen reklamlar bunu mu kastediyor acaba?
***
Tamam fiziksel olarak kendimizin sahibiyiz. Peki, dijital kendimizin sahibi miyiz?
Yeni saat uygulamasıyla sabahlarımız çalındı. Artık sabah yok, karanlık var. Servis beklerken; otobüse, metroya, vapura yetişirken kapkara bir gecenin içindeki gizemli yabancılarız artık. Güneş falan yok. Güneş, biz yerin altında metrodayken, otobanın bir köşesine saplanıp kalmış bir servisin içinde horlarken ya da ilerlemeyen arabanın direksiyonunda göz ucuyla Twitter’a bakarken doğan şeyin adı.
Karanlıkla mücadelede bilim çok ilerledi farkındayım ama ben bildiğim sularda yüzeyim, zifiri karanlık listesi önereyim.
“Eye of The Tiger” - Survivor: Rocky Balboa gibi kalın pamuklu gri eşofmanı altlı üstlü giyin. Üst kısmı belden içeri sokmayı ihmal etmeyin. Ayağa siyah Converse’leri de geçirip evinize en yakın tepelik yere doğru koşar adım marş marş. Sabahın kör karanlığında köpekler ve tinerciler eşliğinde spor keyfi.
“You Want It Darker” - Leonard Cohen (Paul Kalkbrenner remix): Merhum Cohen’in son albümünün single şarkısı. Hayli karanlık ve felsefi bir şarkı bu. Paul Kalkbrenner’in elinde yumuşamış. Ama sözler değil: “Daha karanlık istedin, biz de alevi söndürdük.” Kulaklığı takın, sağa sola bakmadan, kimseyle göz göze gelmeden dümdüz yürüyün.
“Dancing in the Dark” - Hot Chip: Bruc
İngiliz müzik gurusu, DJ ve prodüktör Gilles Peterson geçenlerde bir genç sanatçıyı dünyaya tanıttı ve yeni albümünün (“Loungin’”) dünya prömiyerini kendi web sitesinde yaptı. Bu sanatçı Kerem Akdağ’dı.
Prodüktör ve müzisyen Akdağ’ın muhtelif etkilere maruz kalan ritim anlayışları ve baslarla zenginleştirdiği bu modern caz çalışmasında Londra çıkışlı iki vokal, Tom Micsh ve Jordan Rakei de yer alıyor. Albümde caz, soul, hiphop ve funk referans alınan türler, ancak hepsi bas ve davul temelli melodik bir ritim evreninde buluşuyor. Elbette “gece” tonlarında seyreden klavyeleri unutmamalı.
Akdağ, “Afrobeat, soul, funk, hiphop, bossanova, broken beat gibi ama tam da değil” diye anlatıyor müziğini: “Fusion da var bazen içinde, hani caz parçalarında bütün orkestranın beraber çaldığı bölümler vardır, Herbie Hancock’un ‘Tell Me A Bedtime Story’sindeki gibi, ben de bu bölümler hep devam etse keşke acaba nasıl olur derdim, belki biraz da böyle.”
İlham verenler
“Get There” drum’n bass kulağı olanlara hitap eden özel bir parça olmuş. “Whatever” Akdağ’ın soul’a ilgisinin bir sonucu. Dört parçalık çalışmanın son şarkısı “Loungin”, tıpkı “Stepping Out” gibi Latin / soul geçişlerine sahip sıcak
Teknolojiyi kullanan start-up’lar mültecilerin hayatını kolaylaştıracak girişimlerde bulunmaya çoktan başlamış. Bu kulvardaki çalışma giderek büyüyor.
Funzi adlı Finlandiya çıkışlı start-up, mültecilere gittikleri ülkenin günlük yaşantısı hakkında bilgiler veriyor. Altı dilde indirilebilen uygulama elbette ücretsiz. Öncelikle Afrikalılar için düşünülmüş. Batı’da girişimcilik ve iş imkânlarına yönelik temel bilgiler içeren ve imkânlardan bahseden mobil kurslar da içeriyor.
The Refugee Phrasebook, Berlin çıkışlı gönüllülerin hazırladığı bir uygulama. Mültecilere 28 dilde hukuki ve tıbbi sözlük sunuyor.
Ürdün çıkışlı Refugees Open Ware (ROW), atık maddelerden, yani çöplerden nasıl işe yarar araçlar üretileceğini öğreten bir uygulama. Dave Levin ve Loay Malahmeh tarafında kurulan bu start up, özellikle kamplardaki hayata odaklı. Buralarda 3D printer kullanarak patlamamış bombaların bire bir kopyasını elde ederek insanları onlardan uzak durmaları konusunda bilgilendirmek de dahil workshop’lar yapıyorlar.
Kamp hayatına odaklı bir diğer uygulama Arapça ve İngilizce indirilebilen, İtalya çıkışlı HaBaby. Kadınlara doğum öncesi temel bilgiler veriyor ve zorlu yolculuklarında mülteci
Yussef Dayes ve Kamaal Williams’ın “Black Focus”undan “Strings of Life” BBC Radio 6’de Mary Anne Hobbs’un programında kulağıma çalındı. O zamandan beri büyülenmiş bir şekilde işim bitse de eve gidip hiçbir şey yapmadan gözlerimi kapatıp şu albümü baştan sona dinlesem diye kıvranıyorum. Sonunda başardım (evde olmasa da vapurda) ve her notasını sindire sindire dinledim.
Yussef Dayes ve Kamaal Williams’ın 2007’den bu yana muhtelif platformlarda çalarak gelişen birlikteliği birbirinden vurucu funk / caz beat’lerine, şahane derin baslara ve klavyelerdeki ustalıktan kaynaklı oldukça melodik ve zengin bir müzikal derinliğe sahip. Cazın Londra kulüp sahnesine ve 70’lerin funk’ına bu denli uyumuyla insan kendinden geçiyor.
“Thelonious Monk’ın piyanosu, Kaidi Tatham’ın davul programları” diye de not düşülmüş Brownstone web sayfasında müziği tarif için. Katılıyorum, uygun bir yerde bir Roni Size adı da geçerse.
Sofistike ritimler
Yussef Kamaal’ı daha iyi anlamak için sanırım biraz plak şirketleri Brownstone’a da bakmak lazım.
Brownstone, BBC Radio 6’deki şovuyla müzikseverlerin kesintisiz orijinal müzik kaynağı Gilles Peterson’ın sahip olduğu bağımsız plak şirketi. Yayın çizgisini ve kataloğunu
ugünün müziğinin en önemli sorunu fazla şık, fazla cafcaflı, fazla cicili bicili, fazla üzerinde düşünülmüş, tasarlanmış, uygulanmış, projelendirilmiş olması. Fazla evcil ve ve fazla kulak dostu olmaya çalışması. Üstelik pırıl pırıl, gıcır gıcır olması. Benim gibi satın aldığı ayakkabıyı sırf fazla yeni diye bir yıl giymeyip dolapta bekleten, herkes unutunca piyasaya çıkaran rahatsızlar için anlaması kolay, geri kalanlar için (yani herkes) anlamsız bir saptama bu. Biliyorum.
Ama işte mesela şu an kulaklığımda cayır cayır ortalığı yıkan Metallica’nın yeni albümü “Hardwired... To Self-Destruct”ı dinleyince bunu düşünmeden edemiyorum.
Bu yeni bir “eski” albüm (lütfen ayakkabı anekdotuyla birlikte değerlendirin). Dinlemek, anlamak, alışmak için eskimesini, zaman geçmesini beklemeye gerek yok. Bu albümü anlamlı kılmak için birlikte vakit geçirip ortak anılarla döşenmenize de gerek yok. Hemen dalabilirsiniz. Çünkü bu albüm hiç naz etmeden haldır huldur girişiyor işine.
İki CD, 12 şarkı
Bu albüm tasarlanmaktan çok uzak bir noktada. Kabalığı, 80’lere -hatta kökleri 70’lere- uzanan işlenmemişliği, hesapsızlığı, ölçüsüzlüğüyle büyüleyici. Tıpkı Metallica’nın ilk zamanlarındaki gibi her şey.
Bu
Yok Öyle Kararlı Şeyler’in (Yökş) yeni stüdyo albümü yayınlandı, masamıza kadar geldi. Adı “Beklenen”. Artık Sony ile çalışan Yökş yeni albümünde daha geniş kitlelere oynadığının işaretlerini vermiş.
“Uykuda Bir Bulut”, genç caz vokalisti Deniz Taşar’ın ilk EP çalışması. Kabak & Lin’den yayınlanan albümde Taşar’ın söz ve müziklerini yazdığı beş şarkı var. Müzik R&B, caz temelli klasik çizgilere sahip ancak Taşar’ın vokalleri aracılığıyla kendine yeni ufuklar aramaya girişmiş. Güzel girişimler.
Deniz Atalay’ın “Denizin Ötesinde” adlı albümü radarımıza girdi. Perdesiz gitarıyla kendine has bir dünyada (ve perdesiz enstrümanların kendisine has dünyasında) müzikal cümleler kurmaya girişen Atalay’ın 10 yıllık bir birikimin ardından yayınlanan enstrümantal albümü dijital platformlarda mevcut.
Bilgi Üniversitesi label kurdu. Adı Bilgi Music Label. Taze firmanın ilk işi, üniversitede araştırma görevlisi ve label’ın kurucusu Can Kazaz’ın single’ını çıkarmak oldu. 4 Kasım tarihli bu single’ın adı “Yine mi Sen İstanbul”. Yeni işler merakla bekleniyor.
Bu plakları bulursanız alın
“İleri Fantezi” - Levni & Sloth Pallas (Tektosag): Düşünce dünyalarını tarif eden isimler arasında Terje Rypdal, Lou
Bu yazıyı kahvaltı masası başında tatlı bir uyku mahmurluğuyla peynir tabağına uzanırken göz ucuyla okuyorsanız öncelikle günaydın, şanslısınız, belli ki dün gece uyudunuz (ve belli ki henüz o kadar aç değilsiniz).
Ve belli ki, muhtelif istatistikleri incelersek, çoğu insan sizin kadar şanslı değil. Spotify’da içinde uyku lafı geçen 1.8 milyon şarkı olduğunu okudum geçen gün. İnsanlar muhtemelen uyuyamadıklarında sadece müzik dinlemiyorlar, bir de oturup “Bu şarkıyla ne biçim uyunur ama” diyerek listeler döşeniyorlar.
Arama çubuğuna “sleep” yazıp çıkan sonuçları saymak da güzel bir uyku yöntemi olabilirdi uykusuzlar için ama benim böyle sorunlarım yok, gece uyuyanlardanım, elime bir kitap almam yetiyor.
Peki ya uyuyamayanlar? Siz uyuyamayanlardan mısınız yoksa? (Güzel Türkçemiz tekerleme gibi.)
Harika şeyler var
Thom Yorke bir süre önce BBC Radio 1 için bir “Radiohead bedtime mix” hazırlamıştı. Uyku listesi diyelim kısaca. Phil Taggart’ın programı için hazırlanan bu liste hayli ilgi görmüştü. Bu habere bakarken bedtime listelerinin hayli fazla olduğunu fark ettim. Oyuncu Jeff Bridges bile bir uyku listesi hazırlayıp paylaşmış. Arada da konuşuyor, sayıklamalar gibi. Biraz garip.
Neyse,