Paris’te yağmurlu günlerin hüznü sokaklarında bir rüzgâr gibi dolaşıyor..
Ve bu akşam Türkiye Milli Takımı’nın Çeklerle yapacağı son maç için umutlarımız sürüyor..
İspanya maçında taraftarlarımızın fanatik duruşuna bir kez daha
şahit olduk..
Küfür ve hakaretin futbolu getirdiği bu son duraktan hızla ayrılmalıyız..
Cumhurbaşkanı Erdoğan da bu konudaki üzüntülerini milli futbolcuların da olduğu iftar programında kamuoyuyla paylaştığı için fazla bir şey söylemek istemiyoruz..
Hayranlık ve nefret arasına ince bir çizgi çekmişiz..
Fransa’nın Nice şehrindeyiz...
1543 yılında Fransa Kralı’nın yardım talebi üzerine Ceneviz ve İspanya işgalinde bulunan Nice şehri Kaptan-ı Derya Hayrettin Paşa tarafından fethedilir...
Ve Kanuni Sultan Süleyman daha sonra Fransa’ya hediye eder...
Bir zamanlar “şehirler” hediye ettiğimiz süreçlerden nereye geldiğimizi anlayabilmek, anlatabilmek gerekiyor...
Prof. İlber Ortaylı ile seyahat ediyoruz...
“İfade özgürlüğü”nü aydınlatmak maksadıyla kullanan, sınırsızca her ortamda karşı tarafın kırılmasına rağmen, alabildiğince bilgilerini kendi yorumuyla paylaşan ama yine de kimsenin kırılmadığı bir bilim adamı...
Format dışı ve tarihin derinliklerinde kuralsızca ve kendince dolaşan biri... Kimin neye inandığıyla ilgili değil neyin doğru oluşuyla daha çok ilgili olan bir duruşa sahip...
Kendimi bildim bileli TBMM’de “Anayasa” değişikliği yapılıyor...
Referanduma gidiliyor. Sabahlara kadar parlamenterler, komisyonlar yasa teklifleri ve oylamalarıyla uğraşıyor...
Ve TBMM kanun çıkartıyor, değiştiriyor vs...
Sonuçta, iktidar partilerinin hepsi de bürokrasiden şikâyet ediyor ve etmeye de devam ediyor.
82 yılında bir anayasa yazıldı ve kırk yıldan beri değişiyor, değiştiriliyor... Ve değişim bitmedi. Kimilerine göre “darbe”, kimilerine göre ise halkın yüzde 92’sinin “Evet” diyerek onay verdiği bir anayasa...
Herkes şikâyetçi ve her gelen siyasi iktidar işe değiştirmekle başladı ve hâlâ da değişiyor...
Yeni bir anayasa projesi ise bir türlü hayata geçirilmiyor, muhalefet de bu konuda direniyor...
Paris’in her köşesinden siren sesleri geliyor...
Ve resmi, sivil polis araçları kentin her köşesinde...
Ayrıca, özel birlik askerleri Paris’in en kritik noktalarında devriye geziyor.
Her köşe başında polis ve askerleri gören Fransız halkı, terör korkusunu yeniyor mu, yoksa daha mı çok panik oluyor bilmiyoruz ama “Halkımızın ne çektiğini biraz anlayabildiler mi?” sorusunun cevabını merak ediyoruz...
Türkiye için sürekli “polis devleti” diyerek karalama kampanyası düzenleyen Fransız medyası şimdi kendi ülkesi için neler yazıyor? Sorumuza Paris’teki dostlarımız, küçük bir eleştiriden dahi uzak durduklarını söylüyor.
Batı, çifte standardın zirvelerinde gezinmeye
devam ediyor!
UEFA EURO 2016 France için Paris’teyiz...
Uluslararası terör örgütlerinin gizli ve aşırı tehditleri yüzünden olağanüstü güvenlik tedbirlerine şahit oluyoruz, her yerde hissediyorsunuz, hissedilmesi için de özellikle farklı bir gayret sarf ediliyor!
Paris’in yer altını örümcek ağı gibi saran metro haritasındaki karışık gibi duran ama aslında büyük bir organizasyonun sonucu gibi farklı bir güvenlik stratejisi çizdiğini öğrendiğimizde biraz rahatladık.
Güvenlik stratejilerindeki caydırıcılık algısını ise başarılı bir şekilde uyguladıklarını belirtiyor, diliyoruz ki büyük bir sorun yaşanmadan herkes evine döner...
***
Lakin grevlerin etkisini de birçok yerde görüyoruz.
Böylesine büyük bir organizasyonu iptal edip etmemek için oldukça geniş katılımlı güvenlik toplantıları yapan Fransa, sonunda kararını açıkladığında milyonlarca futbolseveri sevindirdi ama evinin içindeki kirli ortamı da iyi temizleyebileceğine ya da kontrol altında tutabileceğine inandı...
Merkel, “demok-ratik kültür”den söz edince aklımıza Amerika’nın Irak’a getireceği demokrasi geldi!
Ve Arap Baharı diye başlattıkları yalandan demokrasi rüzgârının estirildiği günler.
Bu ülkedeki “demokrasi ve hürriyet” düşkünü gibi gözüken şöhretli ve kuyrukları kiminin dışarıya, kimilerinin de içeride bir yerlere bağlı olan gazeteciler, köşeyi dönmüş yazarlar, o günlerde neler yazdığını, ekranlarda neler konuştuğunu hatırlamıyor galiba...
Kendileri günlük yaşayan halkımız gibi bunları unutmuş olamaz.
Lakin bizler hiç unutmadık.
Ajan, algı ve operasyon gazeteciliğinin zirvesinde dolaşanların kimler olduğunu da...
Demokrasinin Irak, Suriye, Tunus, Fas,Yemen, Libya’ya geldiğini yazıp çizenler, konuşanlar bu ülkelerin batakhaneye dönüştüğünü görmüyorlar mı?
Ve bir ramazan ayı daha geldi.
Lakin İslam coğrafyası ise huzurun uzağında bir yerlerde geziniyor.
Terör belası bir türlü durdurulamıyor.
Dış dünyanın efendileri ise savaş oyunlarına her geçen gün bir yenisini daha ekliyor.
Denizlerde kaybolup giden ve mülteci diyerek geçiştirilen ölümleri kimse umursamıyor.
Açlık oyunlarının alanına döndürülen İslam coğrafyasındaki sefalet ve hastalıkların günü geldiğinde belki de bütün dünyayı kasıp kavuracağını kimse öngörmüyor.
***
1915 yılında bir arada yaşadığı halka isyan ederek ve ortalığı kan gölüne döndürerek, Rusya’nın kışkırtmalarına aldanarak başlattığı terörün adı yıllar sonra “soykırım” haline getirildi...
Murat Bardakçı’nın “mecburiyetlerin getirdiği tehcirin soykırım olmadığını anlatmaya çalışmakla” konu çözülmüyor...
Ve Almanya tehcir olayını daha dün duymuş gibi dünya gündemine soykırım tartışmasını taşıyarak aklı sıra Türkiye’yi zora sokmayı ve köşeye sıkıştırmayı düşünüyor...
Ve parlamentosunda 11 Türk vekil de dahil olmak üzere “soykırım” tasarısını kabul ederek yeni bir büyük bela oyunu planlıyor.
Bu planın devamı başka ülkelere de sıçrayabilir, bu ihtimallere de ne kadar hazırlıklıyız bilemiyoruz ama bildiğimiz şey soykırım olmadığına dair biz de bugüne kadar bir şey yapmadık.
* * *
Dünya kamuoyuna; bir film, belgesel, tiyatro, roman, şiir ve şarkı taşıyamadık... Ve uluslararası bir sempozyum ile belgeler ışığında bilimsel eserler kazandırmadık.