1915 yılında bir arada yaşadığı halka isyan ederek ve ortalığı kan gölüne döndürerek, Rusya’nın kışkırtmalarına aldanarak başlattığı terörün adı yıllar sonra “soykırım” haline getirildi...
Murat Bardakçı’nın “mecburiyetlerin getirdiği tehcirin soykırım olmadığını anlatmaya çalışmakla” konu çözülmüyor...
Ve Almanya tehcir olayını daha dün duymuş gibi dünya gündemine soykırım tartışmasını taşıyarak aklı sıra Türkiye’yi zora sokmayı ve köşeye sıkıştırmayı düşünüyor...
Ve parlamentosunda 11 Türk vekil de dahil olmak üzere “soykırım” tasarısını kabul ederek yeni bir büyük bela oyunu planlıyor.
Bu planın devamı başka ülkelere de sıçrayabilir, bu ihtimallere de ne kadar hazırlıklıyız bilemiyoruz ama bildiğimiz şey soykırım olmadığına dair biz de bugüne kadar bir şey yapmadık.
* * *
Dünya kamuoyuna; bir film, belgesel, tiyatro, roman, şiir ve şarkı taşıyamadık... Ve uluslararası bir sempozyum ile belgeler ışığında bilimsel eserler kazandırmadık.
Kınayarak, inkâr ederek ve öfkelenerek yetinmeyi tercih ettik ve sürekli yalanlayarak kendi gerekçelerimize sığındık...
Peki, doğru bir strateji miydi?
Bize göre yanlıştı...
* * *
1967 yılında Beyrut’ta Dr. George Habaş tarafından kurulan ve Filistin Halk Kurtuluş Cephesi’nin yardımlarıyla yine Beyrut’ta Agopyan tarafından kurulan Ermeni Asala terör örgütü dünyanın değişik ülkelerinde görev yapan 42 diplomatımızı şehit etmiş ve 250’ye yakın farklı millete mensup 250 kişiyi de yaralamıştır...
1988 yılında Agopyan öldürülmüş ve örgüt daha sonra dağılmış ve etkisizleşmiştir...
Biz, böylesine büyük bir dramı dahi dünya gündemine taşıyamadık...
İsrail, 1972 yılında Münih’teki olimpiyat oyunlarında sporcularına yapılan saldırıyı 2005 yılında ünlü yönetmen Steven Spielberg’e filmini çektirdi, biz 42 diplomatımızın filmini çektiremedik.
Ve belgeselini yaptıramadık!
* * *
Ve daha ötesi Taksim Meydanı’na çıkıp “hepimiz” diye başlayan o meşhur sloganı atamadık...
Böylesine büyük bir dramı sinemaya, tiyatroya, müziğe, resme taşıyamadık...
Başkaları yalanlarını sanatlaştırırken, bizler mağduriyetlerimizi kimseye anlatamıyoruz...
Sabahtan akşama kadar vur patlasın çal oynasın eğlence ve üç beş kadın dedikodu programlarıyla halkımızı uyutmaya ve düşündürmemeye devam ediyoruz...
* * *
Dünyaca ünlü ABD’li tarih profesörü Justin McCarthy Türkiye’ye her geldiğinde televizyonda Baş Başa programıma kendisini konuk ettim ve saatlerce bu iddiaları ve perde arkasında bilinmeyen gerçekleri konuştuk...
Ölüm ve Sürgün, Müslüman ve Azınlıklar ile Osmanlı’ya Veda adlı eserleriyle asıl soykırımın Türk ve Müslümanlara yapıldığını belgeleriyle anlatan Prof. Justin McCarthy’ye Ermeni diasporası büyük baskılar yapmasına rağmen yine de bir adım geri atmadı...
Biz ise kendisine yeteri kadar sahip çıkamadık...
* * *
Sonuçta, bizdeki medyanın, sinema filmlerinin, şarkıların, tiyatroların hükmü Türkiye sınırlarının dışına çıktığında sona eriyor...
Bu düşündürücü değil mi?
5 milyon Türk vatandaşın yaşadığı bir coğrafyanın bir ülkesinde böylesine bir yasa oylanıyor ve kimsenin haberi dahi yok... 100 bin kişi parlamentonun önüne toplanamıyor...
Bu ülkenin sanatçısı, aydını, bilim adamının sesi çıkmıyor!
Ve kendi vatandaşlarımız tarafından seçilen 11 Türk vekilin de bu ihanete dahil olması da büyük çelişkinin başka boyutu...
Biz de TBMM’de Almanya’nın yaptığı katliamı soykırım diye oylamaya sunmalıyız.
Yeni Türkiye duruşu da bunu gerektiriyor artık...
İnşaat sektörüyle kalkınmayı hedefleyip, her sokağın başına bir gökdelen dikmekle Yeni Türkiye olunmuyor...
Dünya gündemine sinema, tiyatro, roman, şiir ve bilimsel eserleri taşıyabilmeliyiz...
Ve etkili bir sosyal medyayla...
Strateji fukaralığının zirvelerinde geziniyoruz...
Ve bütün sorumluluğu da siyasi iktidara yüklemek kadar büyük bir yanlışın içerisinde gezinmeye devam edenlere de diyoruz kİ herkes katkısı kadar konuşup yazacak...