<#comment>#comment>Dünya üçüncülüğünden sonra rakiplerin bize bakışı değişti. Artık alışık olduğumuz futbolla çok fazla gidecek yol yok. Türkiye, bugüne kadar dünyanın en iyi oynatmayan takımı olarak başarılar kazandı. Ama artık herkes bize karşı kapanacak. Bunun için tempolu oynamayı öğrenmemiz lazım. Hem takım olarak hem de bireysel olarak bu hedefe yönlenmeliyiz.
Hasan Şaş, Serhat, Tugay, Yıldıray ve Okan’ın topla çok oynayan tarzları ve bunun üzerine kurulmuş bir oyunla gidecek yol kısadır. Cumartesi akşamı, sadece Tugay’ın yerine Emre’nin geçişiyle takımdaki temponun nasıl arttığı açıkça görüldü. Rakip savunmalara yerleşecek vakit bırakmamamız, çok hızlı ve dengeli yön değiştirmemiz şart. Zira artık herkes Dünya üçüncüsüne karşı böyle oynayacak. Hatta istanbul’daki maçta İngiltere bile. Türkiye için yeni bir devir başladı.
<#comment>#comment>1996’da futbol federasyonu içindeki düşmanlar vardı. Sonra Galatasaray’da Faruk Süren yönetimi... Floransa’da Vittorio Cecchi Gori, Milano’da, Jr. Berlusconi, Inzaghi, Maldini, Costacurta, Albertini. Şimdi ise parazitler. Bu kez ortada isim yok. Üşenmedim, Lokomotiv maçından bu yana yayınlanmış her yazılı spor basın organa baktım. Bulamadım. Kim bu parazitler... Hiç iz yok, ipucu yok. Çok ince çalışıyor olmalılar. Acaba e - maille mi yolluyorlar kustukları kini? Ama, aslında biliyorum ki, anlaşılmayacak bir şey yok. Bu bir klasik. Hep yaşadığımız... Fatih Terim teknik direktör kariyerinin başından bu yana sürekli bir takım düşmanlarla mücadele ediyor. Açıkça gerilimden besleniyor.
İşler biraz kötü gittiği anda cepheleri kuruyor Terim. Galatasaray’ın iyiliği için çalışan oyuncuları ve kendisi bir tarafta, diğer herkes karşı cephede. Bu kez durumda bir küçük değişiklik var. Karşı taraftakilerin de kim olduğunu bilmiyoruz. Anladığımız kadarıyla basın mensupları. Halbuki basın ne diyor? Bir aşağılama, hakaret ya da umutsuzluk dalgası var mı?
Misal "Bundan çok daha yetersiz bir kadroyla Terim’in 4 yılda bir kez yapamadığını, Şampiyonlar Ligi’nde 2 senede 3 kez
<#comment>#comment>Mustafa Denizli’nin son günlerini hatırlayın. Fenerbahçe ile ilgili sütunlarda şu haberler yer alıyordu: "Fenerbahçe nihayet kondisyon çalışması yaptı. Göreve geldiğinden bu yana oyuncularına çift kale maç yaptıran Denizli, oyuncularına ilk kez ağır bir kondisyon çalışması yaptırdı." Bu haberlerin öncesindeki krizde, medya ağız birliğiyle Fenerbahçe’nin aslında Avrupa’da zirveye oynayacak muhteşem bir kadrosunun olduğunu, ama fizik kondisyon yetersizliğinden takımın bir türlü istenen seviyeye çıkmadığını söylüyordu.
Aslında medyada hakim olan bu anlayış yönetimin görüşüyle de fazlasıyla örtüşüyordu. Yönetim de kurdukları takımın Avrupa standartlarında üst düzey bir takım olduğunu ve fizik yetersizliğin Denizli’nin takımı çalıştırmamasından kaynaklandığını düşünüyordu. Yoksa Denizli bir taktik kurttu. Ama işte ne yazık ki, fizik kondisyon bunalımı vardı. Bu çözülürse dertler bitecekti. Ve bunun sonucunda, yönetim bir kondisyoner bulup getirdi Fenerbahçe’nin başına. Hiç tanımadıkları, takımı nasıl çalıştıracağı konusunda hiçbir fikirleri olmayan bir hocayı, daha doğrusu kondisyoneri takımın başına getirdiler. Werner Lorant’ı. Tek hedef, bu Alman’ın takımı fizik
<#comment>#comment>Barcelona sahaya o kadar tehdit edici bir şekilde yayılıyordu ki, Galatasaray’ın oyunu temelden etkilendi. Kluivert’in iki yanında Luis Enrique ve Saviola, onların dış taraflarında iki çizgide gidip gelen Mendieta ve Motta kademeli kanat hücumlarıyla Galatasaray’ın orta sahasının ve kanatlarının oyuna girmesine engel oluyordu. Kluivert’e attıkları topları Hollandalı bir pivot gibi çevresine indiriyor, hemen her akının başlangıcı oluyordu. Galatasaray’ın hızlı çıkma umutlarını Arif ve Christian’a ilk toplarda sürekli basarak yok ettiler. Şu bir gerçek ki, geçen hafta Cim - Bom’un Lokomotiv’e yaptığını bu kez Katalanlar, Ali Sami Yen’de uyguladı. Ancak ne gariptir ki, bu korkutucu tabloda ilk iki ciddi akını Galatasaray buldu. 16’da Christian’ın sol kanada attığı çapraz uzun ortada sahanın yıldızı Puyol ilk kez ve son kez ciddi bir hata yapıp, topu Felipe’nin önüne düşürdü, onun şutu direği sıyırıp auta çıktı.
25’te ise Felipe’nin ara pasında çok uygun durumdaki Ergün topa yetişemedi. Barca’nın başarı ile uyguladığı kanat kombinasyonlarında eksik olan, Motta ve Mendieta’nın bir türlü istedikleri ortaları yapamayışıydı. Ama 27’de Luis Enrique’nin ortasına Bülent’in
<#comment>#comment>Lokomotiv - Galatasaray maçı sonrası bir grup gazeteci konuşuyoruz. Konu Lokomotiv’in sahip olduğu Centrak Stadium. Hollanda veya Almanya’nın yeni orta boy modern stadları gibi, küçük ama etkileyici bir yapı. Konu ister istemez akustiğe, seyircinin oyuna etkisine, futbolcuların tezahüratlardan nasıl etkilendiğine geliyor.
Herkesin bir fikri var, herkes bir şeyler söylüyor. Ama bir kişinin söylediği çok daha daha anlamlı. Galatasaray’a yıllarını vermiş, çok tezahürat almış, kaçırdığı gollerde çok tepki çekmiş bir efsane futbolcu, Gökmen özdenak diyor ki: "Eğer iyi oynuyorsanız, her şey yolunda gidiyorsa, oyundan zevk alırsınız. Ve bu durumda hiçbir şey duymaz insan. Yer yerinden oynasa haberiniz olmaz. Ama eğer işler yolunda gitmiyorsa, kötü oynuyorsanız, işte o zaman futbolcunun kulakları radar gibi olur. Herkes sizi destekliyor olsa, ama tribünün en tepesinde bir adam kalkıp size küfür etse, işte bu kafanızın içinde yankılanır."
12 saat sonra İnönü Stadı’ndayım. Beşiktaş, Sarajevo önünde... İlk 10 dakikada kaçan üç net pozisyonun ardından başlıyor seyirci tepkisi. Rakibin sıfırın altında bir takım olduğu, Beşiktaş’ın 20 pozisyona girip, bunların bir kısmını
<#comment>#comment>Galatasaray açısından tıkanan oyunda bir kırılma gerekiyordu. Ama bunun Hasan - Sarr değişikliği sonucunda gelmesini sanırım kimse beklemiyordu. 69’da oyuna giren Senegalli’nin, o ana kadar kötü oynayan Fabio’nun (o kendisine Pinto denmesini istemiyor) 72’deki ortasında vurduğu kafa kolay çıkarılacak cinsten değildi. Zaten çıkmadı: 1 - 0. Ve Galatasaray hayata döndü.
Başa dönelim...
Bu sezonun klasiğiyle Arif, Ergün’ün ara pasında rakip savunmanın ortasına dalarak maça başladı. 5. dakikadaki pozisyonda yaptığı vuruş Ovchinnikov ve sonrasında üst direğe çarparak kornere gitti. Galatasaray’ın bu yöntemle Loko’yu da (Moskova taraftarları takımlarını böyle çağırıyor) geçebileceğine inanmıştık. Ama ev sahibi bu tehlikeye hemen müdahale etti. Orta saha - savunma bütünleşmesini sağlayıp Cim - Bom’u kanatlara itmeye zorladılar. Maç onlar açısından bir deplasman karakterine dönüştü. Hızlı çıkarak hücum ettiler. Rakip sahaya yerleşen Galatasaray’da savunmada yer kaybetmeye başladı. 6’da Loskov’un pasında Julio Cesar’ın şutu ve 7’de Evseev’in kaçıp vurduğu kornerle sonuçlandı. Sonra Galatasaray Batista ve Ayhan’ın muhteşem baskısıyla savunmadaki kayıplara erken önlem
<#comment>#comment>6 numaralı teknik adımın son günleri. Yer Malatya; "Lorant kendisini kovdurmaya çalışıyor" diyordu spor yazarları. "Böylesine fahiş hataları bir teknik adam nasıl yapabilir". Peki neden gitmek istiyor? Daha lig başlayalı 5 hafta olmuş. Önünde, sonuna kadar mücadele edebileceği iki kupa var. Lorant neden gitmek istiyor?..
Bir sene geriye dönelim. 5 numaralı teknik direktör, 1 ay önce görevden alınmış. Yer TSYD Levent Tesisleri: "Ben kovulmadım" diyor Mustafa Denizli. "İstesem takımın başında kalırdım. Ama yönetimi görevime son verilmesi için zorladım." Neden? "Artık çalışılacak ortam kalmamıştı. Diyarbakır maçı sonrası tüm iletişimi kapattım ve evime kapandım. Bana ulaşmaya çalıştılar ama kapandım. Ulaşamayınca 3 gün sonra yolların ayrıldığını açıkladılar." Böyle söylüyor Mustafa Denizli ve ekliyor, "Kariyerim boyunca hiçbir kulüpten kovulmadım, hep kendim ayrıldım". Kariyerinde hiç kovulmamış bir teknik adamı, hem de efsaneyi geri döndüren bir efsaneyi böylesine kaçmaya zorlayan ne?
Daha geriye gidelim. 2 numaralı teknik adamın son günü. Yer Fenerbahçe Stadı: MTK maçına çıkmadan önce Rıdvan Dilmen soyunma odasında konuşma yapıyor. Söyledikleri son maçına çıkan
<#comment>#comment>Önceki maçlarda Kadıköy’de yapılan protestonun aynısıyla başladı karşılaşma; beş dakika derin sessizlik. Tezahürat yapmak isteyen asiler susturuluyordu. Ama 5. dakika bittiğinde güçlü bir asi tezahürat yükseldi, "Re re re, ra ra ra"... Felipe’nin muhteşem derin pasıyla Arif’i kaçırışı, onun şık vuruşuyla golü buluş anıyla eş zamanlıydı bu isyan. Tribünler golü "Kadıköy’e gitmemiz engellenemez" diye bağırarak kutladı.
Oyun iki taraf için de sert orta saha direncini kırmakta zorlanarak başladı. Kocaeli’nde bunu kırabilecek tek isim olan Volkan, Hikmet Karaman’ın "en iyi oyuncuyu liberoya koy" ilkesi nedeniyle yerinde değil, savunmadaydı. Ayrıca beşli bir adam adamayla rakibin hücumunu durdurmayı planlıyordu Karaman. Ama orta sahadan sürpriz çıkışlarla Galatasaray bu planı bozdu. 20’de Batista’nın Volkan’ı peşine takıp, sağdan girişinde Arif kendisine gelen topu kullanamadı. 27’de Uğur’un, Bülent ile Mondragon arasındaki topa müdahale etme çabası sonucunda çalınan faulde, Ali Aydın ve tribünler ilk kez ciddi şekilde karşı karşıya geldi. Kalabalık kırmızı istiyordu, ama hakem sarı çıkardı. Hakem aleyhine yapılan küfürlü protesto önce 28’de Ayhan’ın kalabalık savunma