Bir kupa görüyorum

6 Ocak 2004

<#comment>
<#comment>
Tarihin en kariyerli, en başarılı futbolcusu Bülent Korkmaz'a Galatasaray bir 'şey' yaptı. Adını koymak mümkün değil. Kadro dışı değil, kadro içi değil. Ama açık olan bir şey var. Zaten Galatasaraylılar'ın idolü, ölümsüz kaptanı olan Bülent, artık büyük bir kahramandır. Bunca akıldışı başarıyı bu kulübün payıyla yakalayan Bülent yine Galatasaray'ın bir hamlesiyle artık ulaşılmaz bir mevkiye çıktı: O artık modern devrin bir numaralı Galatasaraylısı. Yaşanan olaylar bir yana, sonuçta kim böyle bir payeyi istemez ki ? Bu gerçeğin altını çizelim ve olup bitene bakalım.
Bir renk aşığının, bir tribün delisinin bu konuya nasıl bakacağını biliyorum. Çünkü ben de onlardan biriydim. Bu gibi durumlar içinden çıkılmaz bir isyan yaratır. İnsanın canı yanar. En yakınını kaybetmiş gibi olur. Apansız bir darbeyle gider kollarınızdan sevdiğiniz. Onu kaybetmenin acısını yaşarsınız, ama onu sizden alana da çok kızamazsınız. Çünkü her şeyin bir sebebi vardır.
İşte bu neşter darbesinde garip olan bu. Sebep muğlak. Neşter de tam kesemedi. Önemlisi neşteri kimin tuttuğu belli değil. Bülent'e bir şey yapıldı ama bunun adını koyamıyorlar. Gidecek mi, kalacak mı? İdman topçusu mu

Yazının Devamı

Adil oyun

30 Aralık 2003

<#comment>
<#comment>
Geçen sezonun başı, Lucescu, Beşiktaş'la anlaşmış. Yöneticiler oyuncularla görüşme yapıyor.
- Lucescu seni kampta görmek istiyor. Boş mukaveleye imza at.
- Boş mukaveleye imza atmam. 550 milyar lira alacağım var. Bir kısmını kulübe bırakayım. Mukaveleye de bir para yazalım. Ben Beşiktaş'ta kalmak istiyorum.
- Olmaz boş mukaveleye imza at.
Diyalog, üç aşağı, beş yukarı böyle. Taraflardan biri bugün Gençlerbirliği'nin Kaptanı olan Ümit Bozkurt. Diğeri de sonra bir dost sohbetinde Ümit'e hakkını vermemekle öğünen, böylece kulübün hakkını koruduğunu düşünen bir yönetici. Futbol başarıları bir yana, Türkiye'nin en iyi yönetilen kulübü olarak görülen Beşiktaş'ta iki yıl önce olan bu. Peki ya sonra...

Yazının Devamı

Selçuk ya da çapa

23 Aralık 2003

<#comment>
<#comment>
Düşünün, eğer Claude Makalele bugün var olan yetenek ve fizik düzeyiyle bir Türk oyuncu olsaydı... Misal Fenerbahçe'de oynasaydı ne olurdu? Malatyaspor maçında Selçuk kadar oynardı daha fazla değil. Ve 1 ay sonra Rize maçında sahaya çıkar ayağına gelen ilk topla yuhalanmaya başlar demoralize olurdu. Görevinden sapar, seyirci ve yorumculara yaranmak için başka birşey oynamaya çalışırdı. Ya da Kemalettin ve Murat Yakın gibi davranır, oyununu oynamaya devam eder ve asla takdir görmezdi. Ama o şanslı. Kinşasa'da Demokratik Kongo'da doğdu, Fransız oldu. Celta'da parlayıp Real'e, oradan da 22 milyon Euro maliyetle Chelsea'ye gitti. Allah şansını daim etsin.
Peki neden Türkiye'de böyle oluyor? Kimse kusura bakmasın, darılmasın ama Türk futboluna yön veren eleştirmenler, eski futbolcular, idarecilerin vs. önemli bir bölümü modern futbolun gerçeklerinden habersizler. Dünya futbolunu takip etmiyorlar, gelişmeleri bilmiyorlar ve dolayısıyla da çok yanlış yorumluyorlar. Yine kimse kusura bakmasın, Türk seyircisi de batılı tribünlerin çok gerisinde bir futbol bilgisine sahip ve üstüne üstlük maç seyrederken kendilerini kaybettikleri için analitik düşünemiyorlar. Oysa

Yazının Devamı

Kilit Van Hooijdonk

22 Aralık 2003

<#comment>
<#comment>
Öncelikle şunu söylemek gerekiyor. Fenerbahçe'nin ikinci yarıda orta sahayı rakibe bırakıp, kontr kovaladığı futbol tarzında Van Hooijdonk ile başarılı olması mümkün değil. Daum bu oyun tarzı için ya Van Hooijdonk'tan vazgeçip ona bir alternatif bulacak, ya da asla böylesine geri çekilmeyecek.
Başa dönelim, bilmem televizyonda görülebildi mi, ilk gol öncesi Selçuk'un Aurelio'ya gideceği yeri eliyle göstererek ceza sahası içine koşuşunda hiçbir müdahaleyle karşılaşmayışı ve golün pasını verişine dikkat etmeli. Bu pozisyon aslında ilk yarının özetiydi. Fenerbahçe orta sahası, Malatyalı hatdaşlarının sağladıkları büyük bir kolaylıkla oynadılar. Topla oynamak için çok zaman ve alanları vardı. Fenerbahçe orta sahası oyun hakimiyetini böylece ele geçirdi. Bu ölümcül bir yanlıştı. Çünkü üst seviyedeki bir orta saha oyuncusuna topla bir saniyeden fazla oynama şansı tanırsanız, bugünün futbolunda sizi yıkar. Bunu bütün bir 45 dakika yaparsanız, sizi perişan ederler.
Şu bir gerçek ki, verilen yanlış ve verilmeyen iki net penaltı bir tarafa, Fenerbahçe, ceza sahası içinde biraz başarılı olabilse maçı ilk yarıda koparırdı. Savunma yönünde böylesine kötü olan

Yazının Devamı

Bülent Korkmaz Stadyumu

16 Aralık 2003

<#comment>
<#comment>
Bundan 30-40 yıl sonra Galatasaray ve Türk futbol tarihine bakanlar, inanılmaz bir kariyerle karşılaşacaklar. 8 kez lig şampiyonu olmuş, 5 kez Türkiye Kupası kazanmış, 4 Cumhurbaşkanlığı, 2 Başbakanlık, 5 TSYD Kupası'na adını yazdırmış bir yıldız... Kariyerinin hemen başında Şampiyon Kulüpler Kupası'nda yarı final oynamış, sonuna doğru ise UEFA Kupası ve Süper Kupa'yı kaptan olarak kaldırmış, Şampiyonlar Ligi çeyrek finali görmüş, Avrupa Şampiyonası çeyrek finali ve Dünya Kupası üçüncülüğüne ulaşmış bir abide.
Bütün bunları defalarca küllerinden doğarak yapmış bir savaşçı. Bülent Korkmaz, bugün Galatasaray tarihinin en çok lig maçı oynayan futbolcusu. Ulaştığı 404 rakamı belki 500'e kadar çıkacak. Bugün 102 Avrupa Kupası maçıyla Fenerbahçe ve Beşiktaş'ın tarihi istatistiklerini geçmiş. Şampiyonlar Ligi istatistiklerinde ilk 50'ye girmiş. 93 kez A milli olarak bir rekorun sahibi.
İşte 30-40 yıl sonra tarihe bakanlar, bu inanılmaz kariyerin karşısında saygıyla ayağa kalkacaklar. Hayretle bir kez daha, bir kez daha kontrol edecekler rakamları. Ve o gün eğer Türkiye tam anlamıyla bir sivil ülke olmuşsa, sporcular hak ettiklerini alıyor olacaksa,

Yazının Devamı

Serbest geçiş

9 Aralık 2003

<#comment>
<#comment>
Ayılanlar ve bayılanlar arasında türbülansın dibine vuran uçağımız üç saatinin sonunda San Sebastian'a (Basklılar'ın adlandırmasıyla Donostia) yarım saat mesafedeki Diarritz'e indi.
Havadayken "inersek toprağı öpeceğim" diyenlerin balık hafızaları şaşırtıcıydı. Ama asıl şaşırtıcı olan Fransa topraklarındaki Diarritz havaalanından herhangi bir kolluk kuvvetiyle muhatap olmadan çıkışımız oldu. Adana'ya inmiş gibi (iklimi de benziyor) ellerimizi kollarımızı sallayarak serbestçe geçip, çıktık. Halbuki Schengenli pasaportlarımız kontrol edilmeli, isimlerimiz bilgisayara kaydedilmeliydi. Biraz beklemeli, acı çekmeli, bu Avrupalılar'ın bizi hiç sevmediğini birbirimize hatırlatmalıydık. Onlara en güzel cevabı sahada vereceğimizi mırıldanmalıydık. Ama bu da bir Avrupalı oyunu olabilirdi. Belki de bizi hiç önemsemediklerini göstermek istiyorlardı. Bizi görmezden gelmişlerdi belki. Divaio, Pini Balili rahatça geçtik Avrupa savunmasını. Bu bir ofsayt taktiği de olabilirdi, Fransa'dan İspanya'ya otobüsle seyrederken ha şimdi durdurdular, ha şimdi durduracaklar tedirginliği ile ilerledik.
Ve İspanya'nın Bolu Mengen'i San Sebastian'a vardık. Bu serbest geçiş durumu

Yazının Devamı

Altınlar ve isyanlar

2 Aralık 2003

<#comment>
<#comment>
Milliyetçi cinnet geçti. Artık UEFA kararına aklıselim bir şekilde yaklaşabiliriz.
UEFA Şampiyonluğu'nu devletten altın almaktan başka bir şekilde değerlendiremeyenlerin... Stadı yıkılmak üzere olduğu için UEFA tarafından kapatılanların... UEFA kriterlerine, akıl almaz vergi borçlarını sildirerek hazırlananların bu karara isyan etme hakkı var mıdır! Konu asıl budur. Dünyanın her yerinde tanınan Galatasaray'ı asla dünya markası yapamayanların başarısızlığıdır bu. Hatırlayalım, 5 sene kadar önce Galatasaray o günlerde oluşan G - 16'ya adaydı. Akabinde 'Dev'lerin sayısı 14'e düştü ve Galatasaray dışarıda kaldı. Bir mücadele verilmeden cephe terkedildi. Daha sonra eklenen 4 takımla Avrupa'nın 18 büyükleri kendi liglerini kurma tehdidiyle o günden bu yana UEFA'ya her istediklerini yaptırdılar. Tıpkı bizim 3 büyüklerin federasyonu yönlendirdiği gibi... Nasıl federasyon, Malatya'ya sormadan Galatasaray maçını bir gün önceye çekiyorsa, UEFA da kurallara bağlı kalarak maçı başka bir ülkeye alabiliyor. Ve biz milliyetçi bir cinnete, histeri krizine kapılıyoruz. Halbuki Galatasaray bir dünya markası değil miydi? Avrupa'da büyük bir güç olmak yolunda kullanılamadı bu

Yazının Devamı

Ders gibi

29 Kasım 2003

<#comment>
<#comment>
Galatasaray hücumunu, ya da savunmasını geliştiriyor. Ama ne kadar geliştirirse geliştirsin, oyuncular kim olursa olsun futbolu iki yönlü oynayamıyor. Dün ilk yarıda üç yıldan bu yana seyrettiğimiz en amansız, en agresif Galatasaray orta sahası sahadaydı. Sadece Sabri, Ayhan, Petre ve Berkant'ın uyum ve performanslarıyla değil, bu hatla müthiş bir uyum içinde oynayan defans dörtlüsüyle, savunma yönünde çok başarılıydı. Malatya orta sahasını işlemez, işe yaramaz ve kopuk kıldılar. Malatya savunma oyuncuları pas verecek serbest orta saha oyuncusu bulamadıkları için ilk yarıda 17 kez hücumcularına uzun top attılar. Galatasaray savunması da bunları topladı. Ama bu durum Galatasaray'ı sorunsuz yapmadı. Topu kolay kaptılar, orta sahayı kolay geçtiler. Ama rakip alanda Bratu dışında çok temposuz, çok yavaş ve çok plansızdılar. Savunma yönünde çok iyi, ancak hücum yönünde tedirgin, yavaş ve etkisiz gözüktüler. Özellikle Sabri'nin hızla Hasan Şaş'laştığını söylememiz gerekiyor. Genç yıldız adayının futbolu tıpkı Hasan gibi kekeme bir hal aldı. Müdahale edilmedi.
Galatasaray "gol yemez, ama nasıl gol atar" diye düşünürken cevabı Prates, sonradan maçın yıldızı olacak

Yazının Devamı