<#comment>#comment>
<#comment>#comment>
Tartışma şimdi yapılmalı. Şimdi bu savunma transferleri eleştirilmeli. Daum'un aldığı, kadrosuna doldurduğu 6 stoperin bir manası olabilirdi. Bir düşündüğü vardı büyük ihtimallle. Bu transferlere böyle bakılmalıydı. Bir insan boşu boşuna Alman Milli Takımı teknik direktörlüğüne getirilmezdi zira. Ama eğer bu transferler sonucunda eldeki bu 6 stoperden bir savunma kurulamıyorsa, işte o zaman sorun var demektir. İşte şimdi eleştirmeli...
Çünkü bu transferler sonrası kurulan savunma, 12 maçta 16 gol atabilmiş, Samsunspor'dan 90 dakikada 3 gol yeyip, 6 gol yemekten kurtulmuştur. İşte bu eleştirilmeli.
Christoph Daum, hazırlık kampı boyunca, ligin ilk 8 haftası süresince uyguladığı oyuncularını hazırlayıp uygulattığı 4 - 5 - 1 /4 - 3 - 3 kombinasyonundan başarılı olmasına umut vermesine rağmen vazgeçiyorsa, işte bu eleştirilmeli. Tomas - Luciano göbeğini korumak yerine Servet'i oyuna almak ve Ümit'i kesmek hamlelerini yapmak için takımın tümüyle oynuyorsa, işte burada sorun var demektir. Christoph Daum zamanında Beşiktaş'ta da yaptığı herkesin yerini oynatma, herkesle sahadışı oyunlar oynama işine girdiyse sorun, kaybedilen bir Samsunspor maçından çok daha
<#comment>#comment>
<#comment>#comment>
Fenerbahçe'nin sahadaki 11 oyuncusu, ancak 20. dakikada aynı takımda oynadıklarını gösteren paslaşmalara başlayabildiler. Daum'un son dakika tercih ve zorunluluklarıyla oluşturduğu takımda, Ümit'in, Serhat'ın ve Fatih'in yokluğu, İsmail, Servet ve Semih'in varlığı, Tomas'ın sağ bekliğiyle herşey yerinden oynamıştı. Kaleye geçmesi beklenen Volkan bile yoktu. Tüm bunlar Fenerbahçe'yi bir takımdan çok bir karma yaptı. Tabii bunun yanında Daum'un herşey iyi giderken uyguladığı 4-5-1 / 4-3-3'e dönmeyişi, 4-2-4'te ısrarı da etkiliydi.
Kadıköy karmasının uyumsuzluğu tek pas ve dikine oynayan, olabildiğince hızlı davranan Samsun 4-4-2'sine özellikle ilk 30 dakikada bolca şans tanısa da ev sahibi ekip sadece Caner ile bir gol çıkarabildi. Fenerbahçe öyle kopuk, öyle uyumsuzdu ki, kornerlerde bile bu zaafları bağırıyordu. Rakiplerinden çok, ama çok daha uzun olmalarına rağmen ilk yarıda kullandıkları altı köşe vuruşundan bir pozisyoncuk bile çıkaramadılar. Kırmızı-Beyazlılar ise orta sahayı hızlı geçerek özellikle Tuncay ve İsmail'in doldurduğu sağ kanatlarını iyi kullanmaya çalıştılar. Ama ikinci golü Fenerbahçe'nin baskıyı kurduğu bölümde, 39. dakikada bir serbest
<#comment>#comment>
<#comment>#comment>
Yıllardır ulusal marşımızı doğru dürüst söyleyemeyen bir tribün milleti olmanın utancı ile yaşadık. Artık rakip milli marşları ıslıklamanın utancını da taşımalıyız. Bir küçük grupla değil, çoğunluğun gönülden katılımıyla dün 80 milyonluk bir ulusun varlığını protesto ettik. Sonra ıslıkladığımız ulusun bizim için yetiştirdiği oyuncularla Halil, Hamit Altıntop ve Uğur İnceman'ın yoğun çabalarıyla ilk 10 dakikada rakibi baskı altına aldık.
Zaten 69. dakikada Hamit'in muhteşem golüyle de umutlanacaktık. 3 - 6 - 1'den 3 - 4 - 3'e uzanan bir dizilişle oynuyor ve rakibin 4 - 4 - 2'sini zorluyorduk. Özellikle savunmanın arasına atılan bir kaç topla pozisyona girdik, ama şut çekemedik. Sonra topa çok iyi hükmeden Almanlar oyunumuzu işlemez hale getirdi. Tiffert, Balitsch ve Broich'un üstün top teknikleri oyun üstünlüğünü onlara geçirdi. Orta sahaları toparlandı ve çok iyi alan daralttılar. Biz de ya uzaktan isabetli şutlar çektik ya da iki kanada sahibine ulaşamayan uzun paslar attık. Doğrusu bu ya, Okan Koç, Hüseyin, Tuncay hücum üçlüsünün müthiş uyumunu çok aradık. Ne acı ki, bu üçlü uyumdan, A Milliler de hiç yararlanamıyor.
İkinci yarıya topu indirme işini
<#comment>#comment>
<#comment>#comment>
Gilles Veissiere nizami krampon çivilerine izin vermemiş iddiaya göre. Avrupa'da oynanan en üst düzey 5 maçtan birine verilen hakemden bahsediyoruz. Hakkımız olan bir malzemeyi kullanmamıza izin vermiyor. Dünya'nın gözünü diktiği bir maçta böyle "şike" yapıyor. Bu olabilir mi? Mümkün mü? Olduğunu varsayalım. Nasıl oluyor da bizim yetkililerimiz buna göz yumuyorlar? Maçtan önce nasıl tedbir alınamıyor ? Eğer o kramponlar nizami ise, yasal sınırlardan daha ince değilse, nasıl oluyor da UEFA gözlemcisine başvurulup hakkımız aranmıyor ? Nasıl oluyor da Türk milli takımının hakkının gasp edilmesine bizim yöneticilerimiz göz yumuyor ? Ya nizami olmayan kramponlar getirildi oraya ya da hakkımızın gasp edilmesine müsaade eden kifayetsiz yöneticilerimiz var ! Veya bir Letonya maçı için Dünya çapında bir hakem kariyerini bile bile riske atıyor... Her halükarda birilerinin istifa etmesi gerekiyor. Ya şike yapan var. Ya da görevini yapmayıp susan. Gerçek ortaya çıksın...
Ama hikayeyi başa alırsak sorunun asıl kaynağını bulabiliriz. Dünya Kupası'ndan bu yana istediğimiz sonuçları alamadığımız her maçta olduğu gibi yine hakemi suçlu ilan etmemize bakmalı! Bizzat bizi
<#comment>#comment>
<#comment>#comment>
Hani Türk oyuncuların teknik kapasitesinin yüksek olduğunu iddia ederiz ya. Dünkü savunma dörtlümüzün performansını gördükten sonra bunu bir kez daha düşünmeli. Yüzde 90 oranla arkadaşlarını aramak yerine topu şişirişleri, duvardan dönüp, bunların pozisyon oluşları sonrası gerçekten düşünmek gerek. Dün, Şenol Güneş'in çok beğendiği Verpakovskis, teknik direktörümüzün benzetmesiyle "Owen" gibi oynadıysa, bu onun üstün yeteneklerinden değil, savunmamızın Fiji gibi oynamasındandı.
Bu top yapamayışı, doğa veya zemine bağlayamayız. Çünkü bu durum sahanın iyi olduğu İngiltere maçından farksızdı. Top yapma görevi sadece Tugay'a bırakılmış, dolayısıyla dörtlü savunma sadece şekil itibarıyla olmuştu. Aslında iki liberolu garip bir oyun oynuyorduk. Bu orta sahamızı çok eksik bıraktı ve böylece son on dakikaya kadar etkili olamadık. Bir gol yedik, iki tane daha yiyebilirdik, agresif oyunumuzla daha da eksik kalabilirdik.
İkinci yarıda skoru beğenen ve kontratak arayışına giren Letonya kolay geri çekilince ve pressiz bizi yarı alanına kabul edince, bu kez orta saha ve hücum oyuncularımızın düşük formları ve olumsuzlukları ortaya çıktı. Yükselenler Tümer ve
<#comment>#comment>
<#comment>#comment>
Fenerbahçe teknik direktörüsünüz. Antrenmanda korner çalışması yaptırıyorsunuz. Herkese yerlerini söylüyorsunuz. Ve sıra Yusuf'a geliyor. Ona hangi pozisyonu verirsiniz? Düşünelim. Korneri ona attırmanız mümkün değil. Çünkü topu 30 metre mesafeye etkili ve sert bir şekilde atamıyor. Şart da değil zaten. Her futbolcu böyle vuruş yapmak zorunda değil. O zaman başka bir yer arayalım. Kale içindeki gruba koyabilir misiniz peki? Hava hakimiyeti, zıplama yeteneği, rakipleriyle korakor mücadele gücü ve kafa vurma beceresi göz önüne alındığında Yusuf bu bölgede de tutulacak bir oyuncu değil. Olsun her oyuncu bunu yapmak mecburiyetinde değil. Başka bir yer bakalım. Ceza sahası önünde dönenleri şutlayacak 2'li veya üçlü gruba alabilir miyiz peki? Bu da mümkün gözükmüyor. Çünkü Yusuf topu o mesafeden etkili biçimde şutlayamıyor, kendi tabiriyle "topu kaleye yetiştiremiyor". Olsun herkesin müthiş bir şutör olmak yükümlülüğü yok. O zaman geride rakibin kontra için bıraktığı forvetini beklesin. Bu da olmuyor. Çünkü o ne iyi bir alan ya da adam markajcısı ne de topu rakip alırsa onu takip edecek bir fiziksel özelliğe sahip. Hızlı değil. Müdahale bilgi ve becerisi de yeterli
<#comment>#comment>
<#comment>#comment>
Görünürde Galatasaray'da Beşiktaş maçından farklı üç öge vardı. Bratu'nun yerine Hasan Şaş sahadaydı. Sabri'nin de yerine Petre. Bir de Fatih Terim kulübenin dışına çıkabiliyordu. Ama maçın başlamasıyla asıl farklı olanın dört gün öncesinin priması De Boer'in performansı olduğu ortaya çıktı. 17'deki hatalı geri pasında Uruguaylı 18'lik Castillo üst direğe vurdu. 34'tekinde önce De Boer'in iki katı hızlı olduğunu ispat etti, sonra da Mondragon'u geçip golü attı. Mondragon 25 dakikada önce de Galatasaray'a gelişinden bu yana ceza sahası dışından vurulan şutlarla yediği dördüncü golü kalesinde görmüştü. Lazio'dan Stankoviç, Fenerbahçe'den Rapajc, Bursa'dan Fransineanu ve nihayet Mavrogenidis... Böylece şu ispatlandı ki, 18'in dışından Mondragon'a gol atmak istiyorsanız Balkan'lardan olmalısınız.
Olympiakos, Juventus maçının benzeri yüksek tempo, sıkı pres, nefes aldırmayan oyunla Galatasaray'ı ablukaya alarak maça başladı. Bu oyun Torino'nun süper starlarını darmadağın etmişti. Galatasaray'a da etkisi farklı olmadı. İlk gol gelene kadar Sarı - Kırmızılılar'ın 4 - 5 - 1'i bir an olsun rahat top yapamadı. Hiç bir Galatasaraylı takımına nefes aldıramadı. Bu
<#comment>#comment>
<#comment>#comment>
Neler söylediğimizin, neler yazdığımızın farkında mısınız? Dün Fotomaç belki hepimizin kafasında dolaşan soruyu sorunca uyandım. İnönü Stadı'ndaki yedek kulübelerinin kapalının önüne alınmasının altını daha önce 'Kulübelerin orada ne işi var?' diye sorarak duyurduğunu belirtiyor ve başlığı şöyle atıyordu: "Korkulan oldu".
Bu hepimizin kafasındaki gerçek aslında. Ben de benzer şeyler yazdım ve bugün de yazabilirdim. Ama artık kaçış yok. Bu işi çözmeliyiz.
Orası, o kurtarılmış bölgeyi biz başkalarının bölgesi olarak ilan ettik en başta. Karşısında oturduğumuzda uzaktan ayıpladığımız bir alt tabaka yuvası. Sonra basın tribünü oraya alındığında korktuk bu gerçekten. Uzakta olduğu için o haliyle kabul ettiğimiz "yılan"ın içine girince titredik. Çünkü orası kendi haline bıraktığımız, hatta öyle olmasını istediğimiz, kullandığımız yerdi. Orası balta girmemiş bir ormandı ama ne de olsa bize çok uzaktı. Tıpkı Fenerbahçe tribünlerinin sahaya yaklaştırılması sonrası artık kendimizi içinde hissettiğimiz cehenneme isyanımız gibi. Orada onlar uzaktayken, birden ayıpladığımız, küçümsediğimiz tribünlerin içine girdik ve artık korkuyoruz. Galatasaray yazarları Fenerbahçe