Dikkat çeken iki temel durum var: 1-Galatasaray’ın savunma kanatlarından kaynaklanan sorunu sürüyor.
2-Keita, Kewell ve Baros sahneye çıktıklarında onları kulübede oturtacak yeni bir performans da dün itibarıyla yoktu.
Caner’in bu mevkiinin adamı olmayışı gerçeğinin üzerine, bu yolda bir ilerleme kaydedemeyişi önemli. Belki de eski mevkisinde gösterdiği başarı, onu istemeden de olsa, bu uyum yolunda tembelleştirmiş olabilir. Bu beklenmedik bir durum değil. Beklenmedik olan Uğur’un “Sabri’yi beklemeyin, ben buradayım” mesajını bir türlü vermeyişi. Transfer dönemi bu en önemli eksiği gideremeden geçti. Dün yenen golde verilen az da olsa pozisyonlar da hep bu zaaftan kaynaklandı.
Öte yandan 2. maddenin kurtarırı var. Jo’nun son derece hareketli oyununun Galatasaray’ın hücumcu orta sahalarına bir dolu seçenek sunduğu açık. Brezilyalı’nın yüksek konsantrasyonlu oyunu umut veriyor. Bu tip sürprizli ve kaleye giden adamı bol bir hücumcu orta saha ekibi için ideal bir performanstı. Ayrıca Baros’la da uyum sağlaması muhtemeldir. Avrupa’da olmayışı büyük handikap. Gio ise uzun aranın bitiminde bir golle dünyaya haykırmak isteğiyle biraz fazla bencildi. Bu da çok normal. Bu iki
Beşiktaş 55’de golü bulana kadar, Antalya rakip kaleye ulaşabilen bir organizasyon yapamamıştı. Bunun Antalya açısından sebepleri var. Tita’dan orta sahada yararlanmaya çalışmak, fizik olarak Beşiktaş savunmasını çok zorlayacak Veysel’in yerine tanınmaz haldeki Necati’yi sahaya sürmek gibi. Ertuğrul, Jedinak, Tita, Korhan orta sahasının uyumsuz hali gibi.
Ama asıl sebep Mustafa Denizli’nin geçen sene şampiyonluğu getiren, bu yıl 8 haftalık seriyi sağlayan 6’lı savunma hattı. Katı, birbirine yakın ve Türkiye’deki genel futbol temposuyla geçmenin kolay olmadığı bir yapı bu. Ernst ve Fink savunma göbeğine yakın kalınca ligin vasat takımları için bir çaresizlik durumu söz konusu oluyor. Bu oyun sisteminin, 4’lü değişken oynayan üst düzey Avrupa takımları kadar bir hücum etkinliği olmasa da savunmada hiç açık vermiyorsunuz ve hayat sıkıcı da olsa kolaylaşıyor.
Dün fazlasıyla eksik olansa geri kalan ve değişken 4’lü bir hücum gibi oynaması gereken Tello, Tabata, Bobo ve Nihat’ın topa sahip olduklarında bir plana göre dikine hareket etmeyi hiç becerememeleriydi. Bu dörtlü içinde Tabata’nın durumu zor. Kafasında bir şablon olan tek oyuncu oymuş gibi duruyor, ama kafasını kaldırdığında
Neill, Gökhan’ın sakatlığında, Emre’lerin başka sebeplerle bir standart oturtamayışında mecbur olduğunuz bir transfer. Standardı belli. İçeride bu standardı verecek oyuncu bulamadığınız için ara transfer şartlarında bulabileceğiniz en iyi seçeneklerden biri. Belki en iyisi... Çünkü %100 atlet. Hemen tüm uluslar arası Avustralyalı oyuncular gibi. Yine hemen tüm Avustralyalı oyuncular gibi uyum sorunu ihtimali çok düşük...
Jo ve adı geçen Robinho’yla Dos Santos içinse söyleyeceğim sadece şu: Teknik direktörünüz Rijkaard’sa bu büyük riskleri alabilirsiniz. Çünkü Frank Rijkaard’ın en problemli oyuncuyu dahi adam edebilecek bir gücü var: Uluslararası saygınlığı. Bugün Galatasaray’ın elindeki en büyük güç onun adı. Teknik adamlığını beğenir ya da beğenmezsiniz. Bu anlaşılabilirdir. Ama imajını reddedemezsiniz.
Nonda büyük risk
Rijkaard ismi dünya yüzündeki hemen her oyuncu için heyecan vericidir. Zamanında onunla ters düşen Eto’o dahi geçtiğimiz günlerde onun hakkını verdi, biliyorsunuz. Bu açıdan bakıldığında hiç inanmadığım bir adam gelse de hemen itiraz etme hakkını kendimde bulamam. O olmasaydı bu üç ismin de çok riskli olduğunu, ülkenin futbol şartlarına uyum
Sonuç olarak 3 puan tamam. Ama şartlara göre esneklik göstermekte Galatasaray’ın bir problemi olduğu konusunda artık şüphe yok
Henüz 33’te eksik kalan Antep’e karşı bu zeminde, bu kadar geriden pas yaparak çıkmaya çalışmak pek doğru bir tercih değildi. Zemin ve iklimin zorluğuna rağmen bir bahar günü Nou Camp zeminindeymiş gibi oynama isteği sadece rakibin savunmasına yardımcı oldu.
Daha direkt, hatta belki biraz ileri doldurarak topu ileride tutmaya çalışmak daha efektif olabilirdi sanki. Her şutun çok tehlikeli olduğu her an bir savunma hatası ihtimali bulunan bir zeminde bu olanaklardan az yararlandılar. Elano’nun her şutunun gole yakın oluşuna bakarsak bu böyle. Ama asıl önemlisi hata yapmaya, olmadık yerde faul, hatta penaltı yapmaya yatkın Antep savunmasının bu büyük zaafından yeterince yararlanamadılar.
Ahmet Arı’nın olmadık hamlığı, Zurita’nın penaltı tekmesi, Mahmut’un genelde iyi bir maç çıkarmasına, penaltı kurtarmasına rağmen ilk yarıda Nonda’ya yaptığı gayrı ihtiyarı asist ve golde Sarp’dan önce topa çıkmayışı Antep’in zaaflarını ve muhtemel açıklarını anlatan çok iyi fotoğraflar. Galatasaray bunlardan çok ama çok daha fazla yararlanabilirdi.
Oysa böyle bir
Rakibin kim olduğunun, ligin neresinde olduğunun hiç önemi yok. Çünkü rakip karşıdaki takım değil...
Attığınız pasın nerede takılacağını bilmiyorsanız, ne şiddette ve ayağınızın neresiyle vuracağınızı da bilmiyorsunuz demektir. Dolayısıyla bir anlamda siz artık siz değilsiniz demektir. Ayak hakimiyeti imkansıza yakınsa yeteneklerinizin ne önemi var ki!
Dün akşamın konusu buydu aslında. Çok pahalı bir takımın kendi eviyle, kendi stadının zeminiyle mücadelesi. Bu mücadeleyi vermediklerini söyleyemeyiz. Fenerbahçeli oyuncular fazlasıyla çabaladı. Zaten maçı fazlasıyla çekici, son derece heyecanlı yapan da bu oldu. Belki onlara sorsanız bu zeminde ligin sonuncusunu değil, kendileri gibi teknik oynamayı tercih eden ve onların yaşadığı sıkıntıları yaşayacak bir rakip isterlerdi. Haklı olarak bu zemini ekstra bir silah olarak kullanan Denizli’yi değil.
Denizlispor zeminin de yardımıyla Fenerbahçe’yi sadece göbekten gelmeye mahkum etti. Alex olmayınca bu oyun onlar için daha durdurulabilir olacaktı. Oldu da... Bekir’in ekstra çabasına rağmen bu zemin şartlarında bırakın topu kanattan taşımayı topsuz düz koşu yapmak bile iki kat enerji sarfiyatı gerektiğinden, Fenerbahçe hep göbeğe
Perşembe günü sadece bir futbol ihalesi yapılmadı. Perşembe günü yapılan ihale Türkiye’nin eğlence tekelinin kim olacağını belirleyecekti. Belirledi. Digitürk son 11 yılda elde ettiği bu tekeli vermeyeceğini Mehmet Emin Karamehmet o masaya oturduğu anda açık şekilde ortaya koydu. Ertan Özerdem’in sonradan söylediği gibi molaya gerek duymadan, icap ederse 3 gün orada oturacaklar ve o ihaleyi alacaklardı. Çünkü orada futbol yayınlarını kimin yapacağına değil, Türkiye’de evleri kim eğlendirecek buna karar verilecekti.
Verilen paranın normal olduğunu söyleyenler de var, çok olduğunu da...
Tabii ki bir ürüne bir meblağ ödendiyse o ürünün değeri odur. Basit mantık budur. Küresel ekonomi bu basit mantıktan çökmüş olsun, önemli değil. Biz böyle düşünmeye devam edelim. Geçtiğimiz 10 yılda Avrupa’da 7 yayıncı kuruluş bu mantıkla batmış olsun. O da önemli değil.
Her şey bir yana, rakip çıkan firmaların yaptırdığı fizibilite çalışmalarının söylediği bir önem taşıyor olmalı. Bu raporlara göre 240 milyon dolar sınırdır. Ortaya çıkan rakam bunun neredeyse üçte biri daha fazla...
Hatta daha da artabilirdi. Digitürk sonuna kadar gideceğini en başından ortaya koydu. 240 milyon doların sınır
Tempoyu düşürmeden, arayarak, disiplin ve iştahla oynadılar. Maçın hemen başında kazanılan oyunun, dolu tribünler açısından en heyecan verici tarafı buydu
Maçın fotoğrafı 72. dakikada Emre’nin ikinci hat-trick şansını kaçırması üzerine boynuna taktığı balıkçı yakayı çıkarıp atması. Buffon’la mı Totti’yle mi başladı bu moda bilmiyorum? Neden olduğunu da çok bilmiyorum ya gerçi! Önce Volkan Demirel ardından Arda’yla yerleşti memlekete.
Emre oyuna girer girmez attığı penaltı ve üzerine serbest vuruş golü sonrası gösterinin hakkını vermek yerine “topun hakkını vereyim” diyerek attı boğazındaki balıkçı sargısını sanki. Verdi de. Güzeldi fotoğraf, masumdu. Bu oyun zaten yeterince şov içeriyor. Fazla aksesuara gerek yok der gibi! Sonuçta genç bir adam daha selamlandı tribünleri dolu Ali Sami Yen’de.
Onun iki golüne Barış ve Caner’in eşlik edişine bakmalı. Rijkaard’ı beğenmeyebilirsiniz. Kabul edebilirim. Ama özellikle gençler arasında yarattığı heyecanı yadsıyamazsınız. Böyle bir golcü listesi başka yerde kolay çıkmıyor. Rijkaard hiçbir şey yapmadıysa da bu yeter. Hemen aceleyle Galatasaray gençleşiyor diyemeyiz belki ama aşağıyı tarıyor demek mümkün. Dün maçın hemen başında
Kayseri’deki yüksek performansı sırasında Vahit Halilodziç’in Trabzonlu yetkililere “Bu ülkede böyle bir santrfor varmış meğer. Ve siz bana ondan bahsetmediniz” diye sitem ettiğini hatırlıyorum. Vahit Hoca’yı beğenmeyebilirsiniz ama topçudan anlamadığını da herhalde kimse iddia edemez. Bu açıdan bakıldığında Gökhan’ın çok parlak bir tarafı var.
Güveni yerinde olduğunda, şut çekmekten imtina etmediğinde beklenmedik işler yapan ve ne yapacağı tahmin edilemeyen bir santrfor olabildi. Ancak öte yandan futbolcudan anlamadığını iddia edemeyeceğimiz Ersun Yanal’ın da onu Ankara’da PAF statüsünde dahi düşünmediğini de biliyoruz.
Bu örneklerle iyi anlamda olduğu gibi, kötü anlamda da ne yapacağı belli olmayan bir santrfor Gökhan... Belli bir standardı yok. Tek bildiğimiz baskıyı hiç kaldırmadığı. Şimdi de dünyada Trabzon’dan daha fazla baskı yiyeceği az sayıdaki kulüpten birine gitti.
Tribün, yönetim ve teknik heyet ona nasıl güven verecek ve biz şimdi hangi Gökhan’ı seyredeceğiz. Hiç ama hiç tahmin edemiyorum.