Maçın hemen tamamının Gaziantepspor’un istediği gibi gitmesinde bir özelliklerinin büyük payı var.
Topu savunmadan son derece soğukkanlı bir şekilde çıkarmaları...
Beşiktaş kalabalık çıkıp kelepçeyi takmaya niyetlendiği hemen her akın girişiminde, topu kaptıkları anda hiç paniğe kapılmadan, neredeyse topu hiç şişirmeden çıkarak, o kelepçenin daha sıkı ve sürekli olmasını engellediler. Bu yüzden Beşiktaş neredeyse maçın hiçbir anında rakibi üzerinde baskı kuramadı. Kalabalık olarak rakibin üzerine gittikleri her akın hep tek atımlık oldu. Antep rahat çıktı.
Yani her seferinde kuşatma harekâtını yeniden başlatmak zorunda kaldılar. Surları yıkacak sürekli bir baskı kuramadılar. Beşiktaş hep geri dönmek zorunda kaldı.
Geçen hafta zaman zaman da olsa tempolu top çevirerek, akınları geri dönemeden yineleme şansı bularak ligin sıkı takımlarından Gençleri yenmişlerdi. Bu sefer bu oyuna hiç yaklaşamadılar.
Antep’in bu soğukkanlı çıkışları Beşiktaş’ın özellikle orta sahası için büyük bir kâbusa dönüştü. Çünkü yine eski hastalık tekrarlandı ve hücum hattı Ernst ve Fink’e hiç katılmadı. Savunma hattı ise hep geri kaçıp rakibe topla oynama alanı bıraktı. Olcan’ın kariyerinin en iyi
Öncelikle şunu söylememiz lazım... Önümüzdeki sezondan itibaren, başından sonuna elemeli bir Ziraat Türkiye Kupası istiyoruz. Dün önce Rize’de, sonra Ali Sami Yen’de yaşanılan keyif, futbol mutluluğu, ligde sezon içinde oynanan derbilerde dahi az bulunur nitelikteydi. Kupa’nın ruhu elemededir. O’nu bu şekilde yaşamak gerekir. Seyirci, yayıncı ve sponsor için en doğru yol bu...
Antalyaspor’un santrforsuz Galatasaray’a karşı oyunu bu kadar geride kabul edeceğini tahmin etmiyorduk. Mehmet Özdilek’in önünde iki seçenek vardı. Stratejisi ya ilk maçtaki skora göre ya da rakibinin durumuna göre kurgulayacaktı. O skora göre kurgulamayı tercih etti. “Savunmada sıkı bir alan markajı uygularım. Defansı ve orta sahayı birbirinden koparmam. Rakip santrforsuz olduğu için stoperlerim zorlanmaz. Sıkıştığım zaman pivot santrforum Veysel’e topu atarım. Necati ile de boşlukları doldururum” diye düşündü... Sonuç itibariyle de bunda başarılı oldu.
Ben farklı bir şey deneyeceğini, rakibin santrforsuzluğuna dayanan bir strateji belirleyeceğini düşünmüştüm. Yani, “topu orta sahada tutar, baskıyı orada yaparım. Arda ve Santos’a topun ulaşmasını engellerim. Galatasaray’a top çıkartmayıp pozisyon da
Milli maç yayın ihalesi yapıldı. Grubumuz da belli. Peki belli olmayan ne?
1-Bizim takım hangi oyunculardan oluşacak?
2-Hangi ekolün peşine düşeceğiz?
3-Hangi dizilişle oynayacağız?
4-Stratejimiz ne olacak?
5-Trapattoni’yle oyun merkezini geri mi alacağız? Hiddink’le dikine mi oynayacağız? Löw’le oyun merkezi ileri mi taşınacak?
6-Topa sahip olmaya mı çalışacağız? Yoksa orta sahada kaos futbolu oynayıp rakibi mi bozacağız?
Fenerbahçe bu zemini düzeltemiyorsa Olimpiyat Stadı’na gitmeli. Yoksa ev sahibi avantajı filan kalmayacak
Fenerbahçeli oyuncuların oyun ve kazanma arzusuna söyleyecek hiçbir şey yok. Sonuna kadar tüm enerjilerini harcadılar. Bu konuda itiraz edecek kimse çıkmaz herhalde.
Ama bunu nasıl bir akılla yaptıkları konusu sorgulanmalı. Israrla, korkunç zeminle, kalabalık ve sert savunmanın en yoğun olduğu ceza sahası önüne topu getirmenin sebebi ne olabilir? İki uluslararası savunma yıldızına sahipken oyunu bu kadar sıkıştırmak...
İşte Fenerbahçe açısından tartışılması gereken bu... Eğer bir Ziya Doğan’ın takımına karşı hem de böyle bir zeminde oynuyorsanız oyunun enini açmanız, genişletmeniz gerekir. Rakibin savunmasının arasındaki boşlukları ancak böyle oluşturabilirsiniz. Yoksa dün Fenerbahçe’nin yaşadığı bu sıkıntıları da yaşamanız muhtemeldir. Topuz, Özer, Gökhan ve Andre Santos’u bu akıl eksikliği ile hiç kullanamadı Fenerbahçe. Hem de sahip oldukları yetenekleri en iyi şekilde kullanabilecekleri nispeten iyi zemin asıl bölgelerinde, kanatlardayken.
Katı ve yoğun taktire şayan, hakemin izin verdiği kadar sert ve Fenerbahçeliler için son derece can sıkıcı olan Diyarbakır
Beşiktaş’ın ilk golü bulduğu 33. dakikanın öncesi ve sonrasındaki 15 dakikaya iyi bakmak lazım. Ama sahadan önce tribünlere... Çünkü oradan gelen sesler Türkiye’de futbol - seyirci ilişkisi konusunda bizde var olan yargılara bir cevap.
Çünkü bu bölümde seyirci tamamen maçla ilgili... Tepki veriyor, alkışlıyor. Anında her pozisyon için ahlar, ohlar, alkışlar yükseliyor... Herkesin gözü sahada, herkes oyunun içinde, oyunun parçası...
Çünkü sahada Beşiktaş’ın sezon boyunca sergilediği en tam oyun var. Savunma ileri çıkıyor, orta saha hücum hattıyla iç içe. Bütün bir oyun oynanıyor. Top hızlı çevriliyor. Boştaki oyuncu yerinde durmayıp en uygun yere kaçıyor. Hareket var. Planlı, bilinçli, arzulu hareket. Gençler topu kaptığında oyuna sokacak alan bulamıyor. Çünkü Beşiktaş birbirine yakın oynuyor. Ve sonunda bu hareketli yap-bozda golü bulan Sivok oluyor. Duran topta değil, akan oyunda. İşte bunun adı total futbol. Şahsen benim hiç beklemediğim akıcılıkta tam bir neo-total futbol... Bu oyunda Tabata da var oluyor, Bobo da, hatta Nihat da.
1 verirseniz 10 alırsınız
Aynı mükemmellikte olmasa da benzer bir oyun 65 ve 85’inci dakikalar arası için de geçerli. Belki bu kez yapılan
Galatasaray’ın hücum yönündeki sorunu santrfor mevkiinde kimin oynayacağı değil. Elde dünyanın en iyi santrforları, en formda halleriyle olsa da yine sorun yaşanabilir. Galatasaray’ın meselesi topu ileri taşımada ve orada tutmakta.
Arda, Keita, Giovani ve Caner hattına yakın oynayan iç içe geçmiş bir orta sahayla, top kaybı düşürülüp, oyun hızlandırılabilirse, skor kaydetme sorunu olmaz. Bunu çözmek için eldeki oyunculardan Elano’nun sürekli hazır olması ve sahada tutulması tek yol gibi görünüyor.
Oyunu rakip alan yıkmak ve savunma /hücum mesafesini 40 metreye indirmek mümkün olursa, kimse santrfor kim diye sormaz. Sorun mümkün olduğu kadarıyla çözülür.
Beşiktaş maçında hiç işlemeyen, Beşiktaş golü bulana kadar rakip kaleye gidemeyen Antalya orta sahası tek değişiklikle (Ertuğrul’un yerine Sedat) dün akşam ilk yarıda sürekli Galatasaray ceza sahası çevresinde olabildi.
Bunun Antalya’yla bir ilgisi de vardır mutlaka. Çünkü takım olarak rakibin üzerine çökme cesaretini gösterdiler. Ama bana kalırsa bu durumun temel nedeni rakibin farkı...
Beşiktaş orta sahası savunmasına yakın duruyor rakibe alan bırakmıyordu. Galatasaray orta sahası ise savunmasından çok kopuktu. Bu tip bir oyun eğer orta sahanız top yapabiliyorsa çok sorun değildir. Orta sahanız öne çıkar, savunmansız arkada yakın durarak ‘garanti’ olur. Ancak Galatasaray orta sahası sürekli top kaybeden, sürekli top ezen sürekli geriye dönen bir hat olunca savunma ‘garanti’ olacağına kendisini garantiye almaya çalıştı ve geri çekildi.
Orta saha top yapamadı. Kaptırdığı her top savunması için tehlike oldu. Oyun oraya sıkıştı.
Yani Galatasaray, dün en çok yatırım yaptığı ve en kaliteli olduğu yere, hücum hattına topu bir türlü getiremedi, topu orada tutamadı. Elindeki en iyi silahın namlusuna kurşunu süremedi.
Galatasaray’ın yıllardır en eksik yerlerine, iki beke ve orta
Futbolun iki temel canlı unsuru var. Futbolcu ve taraftar... Oyunu oynayanlar ve oyuna gönül verenler.
Geri kalanlar, yani teknik direktörler, yöneticiler, hakemler, gazeteciler, yorumcular, spikerler ise sadece canlı araçlar.
İki temel unsurdan birincisi profesyonel... Mevzuuyla temel ilişkisi para... Yani temel unsur, ama motor değil. Bir başka açıdan bakarsak temel unsur olmakla birlikte sosyolojik açıdan olmazsa olmaz değil.
Çünkü biliyoruz ki taraftar olmazsa, şort giyip yağmur çamurda bir topun peşinde koşturan 30 yaşındaki bir adama futbolcu değil ‘deli’ denir.