Hakemlerimizi sevelim

26 Şubat 2010

Bu köşeyi takip edenler, naçizane hakem sayısının artması konusunda ne kadar uzun zamandır ve ne kadar çok yazdığımı bilirler. Platini ceza sahası yardımcılarını deneyeceklerini açıkladığında da küçük çaplı bir bayram yapmıştım.
Bu hakemler niye lazımdı? Çünkü bugün doldurdukları geniş bölge kör nokta. 4 hakemden hiçbiri oraya tam hâkim olamaz. Tıpkı 78’de Caner’in pozisyonunda olduğu gibi... Belki de ilk önce bu tip pozisyonlar için. Ancak Platini’nin bu girişimini belki de kalıcı yapacak en önemli hamleyi İtalyan hakem yapamadı. Çok net çok yakın, çok yalın ve çok kasti elle oynamayı ıskalayarak, kendisini, Galatasaray’ı ve Platini’yi zor durumda bıraktı.
Maçın ve hatta daha ötesinin en önemli anı bu... Oyunda kısa süren 3. perdeyi açan da bu oldu.
Galatasaray 2 haftadır şaşkınlıkla izlediğimiz ve alıştığımız, ‘herkes topun arkasına’ ana fikirli oyununu pozisyon vermeden çok iyi uygulayarak oyuna başladı. Bu oyunda Elano ve Arda’nın rolü büyük. Elano topun paniğe kapılmadan sağ sağlim savunmadan çıkmasında elzem. Ve bunu oyundan çıkana kadar harika yaptı. Topu Arda’ya yerden ulaştırabildiğinizde ise top kesinlikle ileride tutuldu. Arda da bu anlamda işini harika yaptı. Bu

Yazının Devamı

Oyun disiplini

25 Şubat 2010

Fenerbahçe’nin, Bursa ve Manisa maçlarındaki sorunu savunmadaki eksiklikler gibi gözükse de, asıl önemli olan oyun disiplininden kopuştu.
Bursaspor karşısında Fenerbahçe’yi 2-0 öne geçiren Bursa’nın önde baskısına rağmen sağlam durabilmesiydi. Top yapmakta zorlanıyor dediğimiz savunma ayakta kaldı ve top çıkarmakta, kontratak yapmakta zorlanmadı. Geriye yaslanmalarına rağmen iyi oynadılar. Anlaşılmaz olan asıl 2-0 öne geçtikten sonra devam ettirilmesi gereken bu tarzı terk etmeleri ve her bir oyuncunun birbiriyle olan bağının kopması. Bu Daum’un tercihi olamaz. Sebep her neyse (kondisyon, motivasyon vs.) Fenerbahçe baştaki disiplini kaybetti ve bireysel hatalar telafi edilemez hale geldi.
Galatasaray’ı, Atletico ve Beşiktaş maçlarında ayakta tutan ise tam da bu disiplin. Onlar 90 dakika oyun disiplininden kopmadılar ve savunma merkezli oyunlarını sürdürerek yetenekli, ama dağınık rakiplerinden istediklerini aldılar. Madrid, Barça ve mesela kupadaki ikinci Recreativo maçlarındaki silkinişlerinden birini yaşamazsa, Galatasaray turu alır. İspanyolların şu ana kadar Avrupa’da galibiyetlerinin olmayışı da Galatasaray için iyi bir sinyal.
Genel yapı olarak iyi birer kontratak takımı

Yazının Devamı

Euro 2012 yolu

23 Şubat 2010

Oğuz Çetin’le geçen hafta cuma günü bir konuşma yapma şansı buldum. O gün fikstürle ilgili altını çizdiği 2 temel konu vardı. Kazakistan’la mart ayında kışın yoğunluğunda deplasmanda oynamamak. Zira bu rakibin başarılı olduğu tek dönem.
İkinci ilginç nokta ise Almanya ile ekim ayında oynamak. Çünkü ekimde oynadığımız son 3 maçta Almanya’ya yenilmemişiz.
Bunun dışında içeride ve deplasmanda oynayacağımız maçları dengeli dağıtmak da önemliydi. Bu genel prensiplerin çoğu bu fikstürde gerçekleşmiş. Bu güzel. Yani maçlar başlamadan ilk maç kazanılmış oldu.
Buna bir ek yapmak gerekirse Almanya’nın, Dünya Kupası elemelerinde yaptığı 2 puan kaybı var. Finlandiya beraberlikleri... Grupta 2. ve sonuncu maçlar...
Ama asıl önemlisi şu; elemelerde üçüncü ve sondan bir önceki maçlarda Hiddink’in Rusya’sını yenmişler. Önce içeride ve kritik maçta dışarıda.
Bu sefer üçüncü ve sondan bir önceki maçlarda Hiddink’in Türkiye’siyle karşılaşacaklar. Önce içeride sonra kritik maçta dışarıda...
Öte yandan belki gözden kaçan, belki de önemli olmayan durumlar da var. Kazakistan deplasmanın ardından Belçika’yı konuk edeceğiz. 7 Eylül’de. Dünya Kupası grubunda Belçika’yla yakın bir tarihte10 Eylül’de

Yazının Devamı

Z planı

22 Şubat 2010

Savunması sorunlu bir takım olarak başladığı sezonda Galatasaray artık dinamik bir savunma takımı.
Bunun sadece 2 aylık bir sürede gerçekleşebilmesi çok ilginç.
Ancak asıl önemlisi bu 180 derecelik değişimin bir Rijkaard takımında olabilmesi...
Tabii ki zorunlulukların da etkisiyle Rijkaard’ın kariyerindeki ilk defansif deneyiminde başarısız olduğunu da söyleyemeyiz. E aslında oyunculuk kariyerine çok daha uygun bir durum bu.
Başta Hollandalının bir B planı olmayışı eleştiri konusuydu. Atletico maçı dün önümüze bırakın B’yi Z planını koydu. Galatasaray sezon başında neyi temsil ediyorsa bugün tam tersi noktada çünkü...
Strateji olarak sonuna kadar ileride basmaya çalışan ve defansif açıklar veren bir takımdılar. Bugün son derece aktif bir savunmaları var. Oyun merkezleri geride, ama çıktıklarında da etkili olabiliyorlar.
Kadro olarak durum daha da garip. Ligin ilk haftasından tam 7 değişik bir kadroyla sahadaydılar dün. İlk Beşiktaş maçından 6 farklı... Bunun sebebi sakatlıklar kabul. Ama bu krizi idare etmede büyük bir sorun da yaşamıyor...

Yazının Devamı

Konsantrasyon farkı

19 Şubat 2010

Sıkıntı yaşayan, ilk kez bir maç öncesi, hem de şehir dışında kampa giren Galatasaray’ın çok yüksek bir konsantrasyonu vardı.
Haftasonu Barça’yı deviren ilk takım olan Atletico’nunsa o kadar değil. Madridlilerin zaferin getirdiği derin sarhoşlukla, bu galibiyeti istikrara dönüştürmekte sorun yaşayacağını düşünüyordum. Galatasaray’ın savunmada onları zorlamasının yarattığı yılmışlıkla öyle de oldu.
Reyes, Aguero, Simao, Forlan’la dar alanda bile süratli olma potansiyeli olan, bunu Barça’ya karşı da gösterebilen Madrid hücumunu Galatasaray’ın birbirine yakın oynayan 6’lı savunması pek rahat ettirmedi. Avrupa arenasında, İspanya’da olduğundan daha fazla zorlanan Atletico için fazlasıyla konsantre bir yapıydı bu. Hem beynen hem de grup yapısı olarak. En basit örneği sadece yenen golde pozisyon hatası olmasına rağmen sezonun en iyi oyununu oynayan Leo Franco olsa gerek. Neill ve Servet’in desteğiyle beklendiği kadar olmasa da gelen akınlarda soğukkanlıydı.
Madrid’in tersine hücum hattında sadece santrforsuz durmayan, sanki kırmızı kartla eksik kalmış izlenimi veren Galatasaray hücum hattını maçın sonuna kadar ayakta tutan da arkadaki bu yapı oldu. Elano’dan da destek alarak

Yazının Devamı

Uyarsa

18 Şubat 2010

Futbol Federasyonu, Fatih Terim ayrıldıktan sonra kamuoyuna verdiği ‘marka’ sözünü dolduran bir iş yaptı. Milli Takım denilince akla gelen bir numaralı isim takımın başına geçti. Sözlerini tam olarak tuttukları için federasyona teşekkür etmek gerekir. Buraya kadar her şey yerli yerinde.
Ama şunu da göz önünde tutmalıyız. Federasyon Milli Takım Teknik Direktörlüğü’nün tam mesai gerektiren bir iş olduğunu düşünüyor. Hiddink böyle davranacak mı? Ayın kaç günü Türkiye’de olacak.
Önümüzdeki altı aylık periyotta ligi ve dışarıdaki Türkleri nasıl izleyecek? Sorgulamamız gereken bir başka konu da yukarıdaki soruları tamamlıyor. Hiddink’in bundan önce görev yaptığı. Kore, Avustralya ve Rusya’nın sporcu havuzuna benzemeyen bir futbolcu grubumuz var. Bundan önce çalıştığı ülkeler atlet uluslara sahip.
Biz ise kazandığımız başarılara başka etkenlerle, mesela maneviyatla ulaştık. Buradaki eksikliği Hiddink’in yardımcıları giderebilecekler mi? Hiddink büyük isim, belki de en büyük isim. Bize ne kadar uyacağını zaman gösterecek.

Yazının Devamı

Şansımız var

16 Şubat 2010

Hiçbir Fransız takımı, Diyarbakırspor ya da Manisapor’un uyguladığı ‘kütle savunmayı’ benimsemez. Bu Rahhagel’in 2004’de Yunanistan’la sergilediği ve herkesin canını yakan oyun Fransız futbolunun temsil ettiği her şeyin tam zıttı.
Dolayısıyla Fenerbahçe son dönemde canını sıkan oyunların dışında kendisine daha uygun bir futbolla karşılaşmaya gidiyor. Fenerbahçe için perşembe akşamı oynamayı sevdiği pas oyunu için ideal bir düzen olacak.
Baskı yemeden topa sahip olma şansını bulacak. Burada dikkat edilmesi gereken tek konu oyunun temposunun Fenerbahçe’nin idare edemeyeceği bir seviyeye çıkmamasını sağlayabilmeleri.
Bu yıl Avrupa’da enteresan bir performans sergilediler. Daum daha önceki yıllarda oynattığı mücadele futbolunu değil, Zico’nun Avrupa’da başarıya ulaştığı pas oyununu benimsedi.
Bu oyunu Türkiye’de uygulamak hem oyun tarzı, hem hakem davranışları, hem de zeminler açısından imkansıza yakın. Fakat hemen herkesin kontrollü oyunu benimsediği Avrupa seviyesinde işleyen bir sistem... Fenerbahçe daha önce bu oyun anlayışıyla Şampiyonlar Ligi çeyrek finali oynamıştı. Yerli oyuncuların özellikleri de dahil olmak üzere ‘Güney Amerika yoğun’ kadrosuyla bu yıl da tarihinde ilk

Yazının Devamı

İkilem

15 Şubat 2010

Oyun arzusu, gol ihtirası, adanmışlık, taraftarı mutlu edecek seviyedeydi. Ancak bu kadrosunun seviyesinin çok altında akılcılık vardı

Fenerbahçe için geçen hafta Diyarbakır maçında yazdığım her şeyi tekrarlayabilirim. Neredeyse hiç farkı olmayan bir oyundu. Müthiş bir arzu ve kazanma isteği, sürekli topa sahip olup hızlı bir şekilde oynama çabası...
Enerjisinin sonuna kadar topu ileride tutmaya çalışan bir ekip. Bunun üzerine özellikle ilk yarıda hızlı ve efektif geri dönebilen, rakibin baskın yapmasına izin veremeyen bir savunma anlayışı. Oyunu iki yönlü görebilen bir takım...
Olumlu yönler aynı. Ama oyunu ve skoru sıkıştıran da...
Fenerbahçe oyunun enini açabildiği, rakip savunmayı genişlemeye mecbur ettiği her an pozisyon buldu. Gole yaklaştı ve golü de böyle buldu. Ancak bunu yeterli sıklıkla, süreklilikle ve iki yönlü olarak yapamadı. Sadece sol taraflarından Santos ve Özer’i işletebildiler. Topuz ve Gökhan çizgiye neredeyse hiç inemedi sürekli göbeğe dönerek ya da erken orta yaparak Manisa’nın işini kolaylaştırdı. Sonuç olarak Manisaspor çoğunlukla ceza sahası önüne yığılarak kolaylıkla rakibini durdurabildi.
Yani, geçen hafta olduğu gibi oyun arzusu, gol ihtirası,

Yazının Devamı