Mehmet Demirkol

Mehmet Demirkol

mdemirkol@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları

Hiçbir Fransız takımı, Diyarbakırspor ya da Manisapor’un uyguladığı ‘kütle savunmayı’ benimsemez. Bu Rahhagel’in 2004’de Yunanistan’la sergilediği ve herkesin canını yakan oyun Fransız futbolunun temsil ettiği her şeyin tam zıttı.
Dolayısıyla Fenerbahçe son dönemde canını sıkan oyunların dışında kendisine daha uygun bir futbolla karşılaşmaya gidiyor. Fenerbahçe için perşembe akşamı oynamayı sevdiği pas oyunu için ideal bir düzen olacak.
Baskı yemeden topa sahip olma şansını bulacak. Burada dikkat edilmesi gereken tek konu oyunun temposunun Fenerbahçe’nin idare edemeyeceği bir seviyeye çıkmamasını sağlayabilmeleri.
Bu yıl Avrupa’da enteresan bir performans sergilediler. Daum daha önceki yıllarda oynattığı mücadele futbolunu değil, Zico’nun Avrupa’da başarıya ulaştığı pas oyununu benimsedi.
Bu oyunu Türkiye’de uygulamak hem oyun tarzı, hem hakem davranışları, hem de zeminler açısından imkansıza yakın. Fakat hemen herkesin kontrollü oyunu benimsediği Avrupa seviyesinde işleyen bir sistem... Fenerbahçe daha önce bu oyun anlayışıyla Şampiyonlar Ligi çeyrek finali oynamıştı. Yerli oyuncuların özellikleri de dahil olmak üzere ‘Güney Amerika yoğun’ kadrosuyla bu yıl da tarihinde ilk defa bir gruptan lider olarak çıkmayı başardı.
Kabul edelim ki, Lille bugüne kadar oynadığı ekiplerin çok daha üst seviyesinde bir kadro. Ancak yine Fenerbahçe’ye erken baskı yapmalarını beklemiyorum. Yani yine kontrol oyun oynayıp direkt kaleye yollanma hedefinde bir rakip sahada olacak.
Bu oyun yapısında ileride Alex - ve kim oynayacaksa - hücum ekibinin markajla değil alan oyunuyla mücadele etme durumu olacak. Savunma da ileri çıktığında yaşadığı geniş alan sıkıntısını daha az yaşayacak.
Sonucu bilmek mümkün değil, ama Fenerbahçe tempoyu istediği seviyede tutarsa ligdekilere oranla kendi yapısına daha uygun bir maç çıkaracaktır.

Haberin Devamı

Şansımız var
Galatasaray’a piyango vurdu
Atletico, Barça’yı ligde yenen ilk takım oldu, biliyorsunuz. La Liga’nın en istikrarsız takımlarından biri, beklenmedik ve büyük bir zafer kazandı. Bu maç sonrası “Galibiyet onların gücünü gösteriyor, kendilerine geldiler ve Galatasaray’ın işi çok zor” diye düşünüyor olabilirsiniz. Ben aynı fikirde değilim. 22 maçta sadece 7 galibiyet almış, 9 kez yenilmiş bir takımdan bahsediyoruz.
Yatırım/başarı oranı en düşük La Liga büyüğünün şirazesini kaydıracak bir galibiyet bu. Başkan, Dünya Şampiyonunu yenmenin ne muhteşem bir şey olduğundan bahsediyor. Oyuncular şampiyon olmuş kadar sevinçli. Flores’in yüzünde inanılmaz bir rahatlama ve mutluluk ifadesi var. Madrid’de değil, kariyerinde onu bu ifadeyle gören yoktur.
Perşembeye kadar Madrid medyası, halkı, taraftarı, üstüne Real taraftarı Atletico Madrid’i sarhoş edip onları maça bu şekilde çıkaracaklar. Madrid’deki bu ruh haliyle Galatasaray tam takım olsa istenen skorla döneceklerinden emin olurdum. Bugünse elde büyük bir avantaj olduğunu biliyorum. Atletico’nun Barça galibiyeti, Galatasaray’ın ilk maç öncesi başına gelebilecek en iyi şeydir.
Atletico hiç kuşkusuz çok iyi bir oyuncu grubuna sahip. Ama takım özellikleri düşük, istikrarları hiç yok. Barça karşısında alınan galibiyet rakibi ezbere bilen iç ezeli rakibin kişilik mücadelesinin sonucu. Ve bu sürdürülebilir bir hal olmanın çok dışındadır.
Anlayacağınız, Galatasaray’a en sıkıntılı zamanında hiç beklemediği bir piyango vurdu.
Eldeki dengesiz kadroyu, tıpkı Atletico’nun Barça’ya yaptığı şekilde maça en iyi şekilde kurgulamayı başarabilirse Rijkaard’ın İspanya’ya dönüşü şahane olabilir.
Rijkaard genel itibarıyla rakibe göre takım yapan bir hoca değil. O yüzden burada oyuncuların kişisel isyanları devreye girmeli.
Yeteri sertlikte bir oyun ve konsantrasyonla Galatasaray oradan istediği skorla dönebilir. Oyun merkezini geride tutup açık alan bırakmayarak bu mümkün...

Haberin Devamı

Marka değeri
Galatasaray Başkanı Adnan Polat ve Teknik Direktörü Frank Rijkaard, Antalyasporlu Yalçın’ın, Caner’i sakatlamakla tehdit ettiğini söyledi.
İddia bir oyuncunun bir diğer oyuncuyu saha içinde tehdit ettiği. Bu tehdidi sokakta yapsanız suç. Birisinin sizi tehdit ettiğini söyleseniz ve bu bir iftira olsa, yine suç.
Ama sevgili ‘marka değeri’ federasyonu yetkilileri böyle ciddi bir olay ya da iddia konusunda tek bir kelime açıklama yapmadılar.
Tur gitti, dava bitti.
Gerçek ne olursa olsun ortada bir suç var. Ama peşinde kimse yok.
Olup biten, laf atmalar ve üzerine oynanan psikolojik oyunlar.
Daha üzerinden bir hafta geçti ve olay kapandı, bitti.
Memleketteki sorunu suçun fazlalığı değil... Bu tip bir olay dünyanın her yerinde, medeniyetin zirvesinde dahi olur. Sorun bütün bunların kimseyi asla rahatsız etmemesi. Sadece o doğru bu yanlış diyerek cepheleşmemiz ve otoritenin tamamen sessiz, olayların da sahipsiz kalması.
İşte ‘marka değeri’ denen şeyi bitiren budur.
Misal dünyanın her yerinde trafik kazası olur. Ölümlü de olur. Ama otorite sorumluyu bulur cezalandırır. Biz de ise ne olacağını kimse bilemez. Suçun kimin tarafından işlendiği önemlidir. Dolayısyla başı boşluk da zirveye çıkar.
Sorunumuz bu. Paranın, suçun vs. azlığı çokluğu değil, bunların idare edilememesi.