İnsanın kafası mı karışıyor ne?

21 Eylül 2014

Otomobil seçmek yeterince zor değilmiş gibi, ileride bir de “Neli olsun?” karmaşası yaşarsak şaşmayın! Benzinli, dizel, gazlı filan derken üstüne hibrit, elektrikli, hidrojenli çıkacak, tam şişeceğiz...

Bir otomobil seçip satın almak kimileri için kolay olabilir. O dönemde yollarda hangi model popülerse yetkili satıcıya gidip “Sarar mısınız bir tane?” şeklinde davrananlar da var, “Ağam, uzun zamandır bunun hayali vardı zaten” deyip kararını önceden vermiş olanlar da... Ancak çoğumuz için bu iş o kadar kolay olmuyor, olamıyor...
Haydi tasarımını, şeklini filan geçtim, donanımları, kasa tipi, kredi seçenekleri gibi bir dolu seçeneği gözden geçirmek şart oluyor. Buna bir de “Benzinli mi, dizel mi, yoksa LPG’li mi olsa acaba?” çılgınlığı ekleniyor elbette. Ama emin olun, bunlar daha iyi günlerimiz... Çünkü “Neli olsun?” muhabbeti biraz kafa karıştıracak ileride. “Elektrikli mi, hibrit mi, hava kompresörlü hibrit mi, yoksa hidrojenli mi olsun?” gibi bir dolu seçeneği elemek, iyice tartmak, karşılaştırmak ve ona göre karar vermek gerekebilecek! Yani karın ağrılarının artacağı bir döneme hazır olun.

Kalem kağıt gerekir
Hani ben böyle diyorum ya, içinizden “Alırım bi dizel,

Yazının Devamı

Senin neyini seveyim ki?

7 Eylül 2014

Haydi düşünün biraz, mutlaka onun sevdiğiniz özelliği ya da gözünüze güzel görünen bir ayrıntısı vardır elbet. Otomobilinizin tabii.. Kokusu, farlarının duruşu, sıkça kullandığınız pratik bir detayı... Belki de göstergesi!

Eskiden bir kokusu vardı otomobillerin. Öyle şimdiki gibi tekdüze plastik kokusundan bahsetmiyorum. Rahmetli Uğur Amca’nın 1965 Volkswagen’ine bindiğimde ya çiğ benzin kokusu gelirdi hafiften ya da inceden bir yanık kokusu. Motor ısındığı zaman özellikle.

Kumandalı direksiyon
Serdar Abi’nin Murat 124’ünün kapısını kapatmak pek kolay değildi. Uzun yıllar taksiciler de bundan yakınmıştı. Hızlı çarpmak gerekirdi. Murat 131’ler çıktığında kaloriferine hasta olmuştum. Bu kadar kuvvetli bir kalorifer yoktu sanki o dönemde başka markalarda. Düz kaputu ise insana Amerikan otomobillerini hatırlatırdı. Öyle uzun görünürdü ki gözüme.
Bizim “süt oğlan” Anadol ise bir başkaydı. Onun yumuşak geçişli vitesleri, tek parça koltuğu ve vinleks koltuklarından yükselen koku her kullanışımda beni benden alırdı.

Yazının Devamı

Özel otomobillerin kralı

31 Ağustos 2014

Bir adam düşünün ki filmlerde hayranlıkla seyrettiğiniz, aklınızda yer etmiş, tüm dünya tarafından efsane kabul edilmiş otomobillerin yaratıcısı olsun. George Barris gibi mesela...

Sizi bilemem ama ben ne zaman “Kara Şimşek” dizisini seyretsem, KITT kesinlikle rüyalarıma girerdi. Hâlâ öyle. Ağzımın suları akardı ona bakarken. Konuşmasa, kendi kendine gitmese, önünde kırmızı ışığı olmasa da severdim onu. O yıllarda üretilmiş Pontiac Firebird ve TransAm virüsü kaçmıştı içime KITT’in sayesinde.

Her şey hediyeyle başladı
KITT’i kim yapmıştı? Ya ilk “Batman” filminde kullanılan Batmobil’i? Onun adı George Barris. Artık 90 yaşına merdiven dayamış ama otomobil sevgisinden bir şey yitirmemiş bir adam. Lise çağlarında müzik ve tiyatronun yanı sıra model uçaklara merak salan, hatta yaptığı model uçaklarla ödüller kazanan biri.
Okul sonrası erkek kardeşi Sam ile birlikte aileye ait lokantada çalışmaya başlayan George, otomobillere de
ilgi duyuyormuş. Aile iki kardeşe, hizmetlerinden ötürü 1925 model bir Buick verince, tüm hayatları değişmiş. Çünkü otomobil berbat durumdaymış.

Yazının Devamı

Yahu bu benim de aklıma gelmişti!

24 Ağustos 2014

Ben otomobiliyle bir yere gitmekte zorlanan, eziyet çeken biriyim. Park etmek, arabayı valeye bırakmak... Dodge’dan Audi’ye, Ford’a tüm markalar yeni “akıllı” anahtarları ve sistemleriyle valelerin isteseler bile şeytana uymalarını engellemeye çalışıyor

Kimi zaman otomobille bir yere yemeğe ya da kahve içmeye gitmek benim için eziyet ötesi bir duruma dönüşüveriyor. Şayet başka bir çözüm yoksa, işte o zaman gidene kadar tüm yol beyin cimnastiği yapmakla geçebiliyor.
Önce seçenekleri değerlendirmekle başlıyorum. Mekanın yakınında alternatif bir park yeri bulunabilir mi? Varsa, boş yer kapabilmek adına maksimum kaç tur atmam gerekir? Şayet birkaç tur atmam gerekiyorsa, yol tek yönlü müdür ve tekrar oraya dönerken çok trafik olur mu? Aracı bıraktığım yer güvenli mi olacak? Orada acaba aracı çizerler mi ya da içindekiler uçabilir mi?

Kara kutu misali vale modu

Peki ya mekanda bir görevliye bırakmam gerekiyorsa? O zaman önce araçtan almam gerekenleri toparlamam, ardından bir kez daha geride ne bıraktığıma bakmam kaçınılmaz. Sonrasında anahtarı kime teslim ettiğimi görmeliyim. Mümkünse kartı var mı diye göz ucuyla bakmalıyım. Ardından, bana verilen fişe göz atmalıyım...

Yazının Devamı

Kendine gel sen bir otomobilsin!

17 Ağustos 2014

Otomobil dediğin “yerini bilecek” arkadaş. Öyle ukalalık yapmayacak. Tabii bana göre. Maalesef “çok akıllanıyor” bu şeyler. Şimdiden okuyun da haberiniz olsun...



Otomotiv teknolojilerinde sürekli bir yenilik, daima bir şaşırtma... Eskilerin dediği gibi “Nereye varacak bu işin sonu?” durumu. Ben işin nereye gideceğini söyleyeyim; ortalıkta “ukala” otomobiller dolaşacak.

Pek çok şeyi “kendi başına” yapmaya başlayacak da bir kısmından haberiniz bile olmayacak. Ciddiyim! Eskiden, benim “emektar” gibi “leblebi tozuyla büyümüş çocuk” teknolojisine sahip otomobiller, sadece sürücülerinin kendisine emrettiği şeyleri yapmak üzere geliştirilmişti. Direksiyonu çevir gitsin, radyosunda bir istasyon aç, “hurdalığa kadar” aynı kanalı çalıp dursun... Otomatik değilse, vitesi illa sen değiştireceksin, arızalandığında sesini dinleyip keşfetmeye çalışacak ve tamirciye kendin götürüp başında bekleyeceksin. Kirlendiğinde yıkatacak, çizildiğinde of çekeceksin...

Yazının Devamı

Klasiklerin “çakma”sı da varmış, hafiyesi de!

10 Ağustos 2014

Türkiye’de halen emekleme aşamasında olsa da dünyada klasik otomobil için yanıp tutuşan, yüksek bedeller ödeyenler var. Tabii fırsat bilip “çakma” klasik yaratanlar ve onlara “suçüstü” yapanlar da...

Meraklı bakışlar altında caddede salınarak geçen ve en yeni “vırt zırt” teknolojisine sahip yepyeni otomobillerin arasında sahibine gurur veren 1976 Corvette Stingray’i selamlıyordum. Küçükken, bir benzincide yıkanırken görmüştüm aynısını. Şimdi önümdeydi işte. Tombul, kısa pantolonlu çocuk günlerime döndürmeye yetmişti. Hâlâ çok güzeldi...
Tam bunları düşünürken, birden “tokat gibi” bir ses duyuverdim arkamdan: “Eski püskü bir şey işte! Habire dert çıkartır bu baba ya!”
Hayatın gerçeği buydu sanırım.
Benim için “yıllanmış şarap” gibi olan
76 Corvette, bu arkadaşımız için “gazı kaçmış gazoz” olabiliyordu...

Yazının Devamı

Otomobiller güncellenir mi?

3 Ağustos 2014

Mesela sizin otomobilinizin yeni bir sürümü çıkmış. Pıt diye indiriverin uygulama marketinden, zehir gibi olsun. Yok, ben henüz kafayı yemedim... Sadece okuduğum bir haberden yola çıktım!

Akıllı telefonlar, tablet bilgisayarlar çıktı çıkalı, bizim muhabbetler de elektro saza bağladı. Yok efendim “bilmem ne uygulaması” varmış da, yüklersem telefonum mutfağa gidip menemen yapıyormuş filan. Bir de “Kardiş, bu işletim sisteminin ‘apdeyt’i varmış. Yükledin mi?” gibi durumlar
var ki hiç sormayın. İndirsen bir dert, indirmesen ayrı! Öte yandan sözü edilen yeni uygulamaları indirmesen, hepten cahil kalma ihtimali var toplumda. Yanındakiler rüzgarın hızını telefondan görüp söyleyiversin, sen hâlâ parmağını ıslatıp esiyor mu diye kontrol etmeye çalış! “Offfff, pufff”larımın içinde boğulup gidesim var vallahi!

İşin mantığı değişti
Tabii konunun, benim akıllı telefonumla ya da karizmalarımın çizilip durmasıyla alakası yok. Ama yakın gelecekte mesela otomobilinizin yeni bir sürümü ya da uygulaması çıkarsa, o zaman birçoğumuz akvaryumdan dışarıya bakakalan bir balık gibi olacağız, onu hatırlatayım. Yok, elbette kafayı yemedim, sağlamım henüz... Sıkıntı yok yani!
Elbette tüm bu

Yazının Devamı

Benden ne olmaz!

27 Temmuz 2014

Bugün biraz farklı bir yazı pişirdim... İçinde yine otomobil var elbette. Biraz özeleştiri, belki bir tutam “çocukluk”, göz kararı eklenmiş anılar ve gözlemlerle servis ettim...

Sen onca emek verip bir ürünü geliştir, sonra biri çıkıp ona burun kıvırarak baksın. Bu beni deli ederdi herhalde. Dolayısıyla mühendis olmama imkan yok.

Bu bir iç hesaplaşma değil. Ters köşeden vurup, yaptığım işin ne kadar “ulu” olduğuna getirip mısır patlatır gibi ego patlatmayacağım da... Çocukken oynadığım bir oyunun “koca adam”a uyarlanmışıdır şu an yaptığım...
Henüz ilkokul çağlarındayken, mahallemizde yaşayan ya da caddede beğendiğim, sahip olmayı istediğim otomobile binen birini gördüğümde
“O çok şanslı” diye geçirirdim içimden. Öyle ya, kullandığı güzel bir otomobili, harcayabileceği parası, o zamanın şartlarına göre iyi döşenmiş ve balkonlu evde oturan büyüklerle ailesinin otomobili olan, kendisine çekici oyuncaklar alınan ve benden daha fazla harçlık alabilen çocuklar hep şanslı kategorisindeydi benim için.
Bir de bunun tam tersi olanlar vardı. Örneğin şanslı sınıfındayken ayağı kırıldığı, otomobiliyle kaza yaptığı ya da birileriyle kavga ettiği için “Yok, kesinlikle şanssız!”

Yazının Devamı