Annenin 'Hayır' dediğine, Baba 'Evet' derse...

15 Şubat 2011

Ne mi olur? Çocuk babaya oynamaya başlar. Nasıl olsa babasından yüz bulacağından, annenin dedikleri bir kulaktan bile girmez, havaya saçılır sözler, teğet geçer.

2 yaşının getirdikleriyle olur olmaz inatlaşmalara maruz kalan anne, kesin, emin ve tek kelimelik cevaplar şeklinde konuyu kapatmaya çalışırken baba ise dudağı bükük zavallı oğluna sarılıp ‘ama annesi izin ver, yok öyle deme, bırak oynasın, boşver seyretsin, uykusu yok heralde’ demez mi?! İyi de ebeveynlik takım çalışması değil midir? Çocuğun dengeli bir ortamda büyümesi gerekmiyor mu? Biri hep kötü, diğeri hep iyi mi olacak? Anne boşuna mı ‘hayır’ diyor? Baba, annesinden red cevabı alan bebeğini kucağına alıp da avutmaya kalkarsa o çocuk ‘annem acaba beni sevmiyor mu?’ diye düşünmez mi? En azından annesine karşı güveni azıcık da olsa sarsılmaz mı?

Bizim evde işler tam tersiydi. Annemden bir şey isterim ‘babana sor’ der. Babaya giderim emin şekilde. Babasının kızıyım ya kesin kopartırım izin. Şok: ‘annene sor’. Hoppalaaa… telepati mi var

Yazının Devamı

Çocuktan Sonra Aşk Biter Mi?

13 Şubat 2011

1800 yıllarda Amerika’lı Esther Howland‘ın ilk Sevgililer Günü kartını göndermesiyle başlayan daha sonra gittikçe büyüyen toplumsal ve de ticari bir olaya dönüşmüş olan 14 Şubat artık insanların sadece harcama yaptığı bir dönem haline geldi. Oysa bir efsanesi var. Daha doğrusu birkaç tane.

İnanırsınız, inanmazsınız.

Aziz Valentine diye bir din adamı gerçekten de evlenmeleri yasak olan Roma askerlerini gizlice evlendirdi de mi çıktı ortaya bu? Yoksa hristiyan olduğu için öldürüleceğini öğrenen Valentine, idamından bir gün önce gardiyanın kız kardeşine “Valentine’ninden” imzalı bir aşk notu mu vermişti?

Yoksa bunların hiç biri önemli değil mi? Asıl olan onu ne çok sevdiğini göstermek için döktüğün paralar mı?

Neyse…

Romantik yazacağım bugün.

Sevgililer Günü anlam olarak yine de sevimli. Biz her ne kadar içini aşk yerine; pırlanta, pasta, kalp şeklinde gösterişli kutularla doldurmuş olsak da sevimli işte. Sevgili hatırlandığı için sevimli.

Hatırlamak için illa b

Yazının Devamı

Çocuk sahibi olmak için 20 neden

11 Şubat 2011

Hep yorgunluk, hep uykusuzluk, hep sıkıntı değil canım çocuk sahibi olmak. Son bir kaç yazıda bu yönde bir eğilim gösteriyorum. Çocuksuz olan ancak çocuk fikrine alışmaya çalışan arkadaşlarımdan uyarı geldi. 'Zorluğunu biliyorduk da korkmuyorduk. Sayende korkmaya da başladık' dediler. Benden pembe itiraflar, çocuk yapmaları için sebep istediler.

1. Sevdiğiniz adam bu sefer gerçekten bir parçanız oluyor. Bağlılık esas bundan sonra başlıyor.

2. İçinizde bir canlının büyümesini beklemek, onu hissetmek tarif edilebilir bir duygu değil.

3. Göğüslerinizin gerçek işlevinin ne olduğunu öğrenmek ister misiniz?

4. Çizgi film seyretmek için bahane yaratmak zorunda değilsiniz artık.

5. Bencil olmamayı öğreniyorsun, öğrenmek zorunda kalıyorsun.

6. Bu hayatta hiç kimseyi çocuğunu sevdiğin gibi sevemezsin. Başka bir aşk o. Her şeyden, herkesten üstün.

7

Yazının Devamı

Anne İtirafları

9 Şubat 2011

Annelik hakkında yazmayacağım bu sefer, diyorum. Ardından bir şey oluyor, bir şey görüyorum, tutamıyorum kendimi.

Bugün de böyle oldu. Bebeğinin henüz 3 aylık bile olmadığını tahmin ettiğim bir anne, belli ki bunalmış evde. Bebeğini koyduğu gibi pusete atmış kendini dışarıya. Soluklanmak ve minik kızını emzirebilmek için girdiği cafe'de tam yanıma oturdu. Bebeğinin mis gibi süt kokulu teni burnumun direğini sızlattı. Oğlumun o zamanki hallerini, süt kokusunu özlediğimi fark ettim. Anne telaşlı, bitkin, bıkkın. Ağlıyor kucağındaki yavru. Emzirmeye başlıyor. Yok, rahat edemediler bir türlü. Anne sakin olabilse; bebek de huzura erecek aslında, haberi yok. Yardım etmeyi teklif etsem?!? Gerçi ne yapacaktım ki? Bu arada kadın söylenmeye başladı: 'Ben kim, anne olmak kim? Salak ben'.

Aynı dönemlerde ben de bunlara benzer ne cümleler sarf etmiştim, aklıma geldi. Bazılarını ulu orta söylerdim, bazılarını kendime bile itiraf etmekten korktuğum için dile getirmez, aklımdan uçup gitmeleri için uğraşırdım. Oysa bunun tam tersini yapmalı insan. Sıkıntıları, pişmanlıkları koca koca harflerle

Yazının Devamı

Çocuktan sonra yaşam(!) var mı?

7 Şubat 2011

İnsan bir kere anne-baba mertebesine ulaştıktan sonra geri dönüşü olmuyor. Bir zaman sonra bunalıp sıkılıp 'yok ben yapamayacağım, bu görev bana ağır geldi, kendime vakit ayıramıyorum. Teşekkür ederim ama ben almayayım, üstü sizde kalsın' diyerek iade edecek halimiz yok çocuğumuzu. İşte bu noktadan sonra aklıma yeni bir soru geliyor:

Daha açık sorayım;

Tamam biliyorum denge'den bahsediyoruz hep. Evde denge, ilişkilerde denge, disiplinde denge. Peki konu çocuklu hayat olunca dengeli miyiz? Yoksaçocuğum da çocuğum durumunda mıyız? Ya nefes almak, kendinle baş başa kalmak, evin dışında çocuksuz bir kadın olabilmek, kocanın aslında sadece bebeğinin babası olmadığını anlamak, kocanın seni arzuladığını fark etmek... bunlara da ihtiyacı var insanın. Bir anne, kadın olduğunu hatırladığında ya da yaptığı kısacık bir hafta sonu kaçamağında çocuğuna yer vermediği için kötü bir anne midir?

Düşüncesi bile bazen ürkütüyor, çelişkiye sürüklüyor. Oysa böyle olmamalı. Nerede denge? Ev dışında çalışan, bir ofis hayatı olan anneler

Yazının Devamı

Evdeki Huzurun Anahtarı: Çocuğu Anlayabilmek!

4 Şubat 2011

¨Evdeki huzur, asıl zenginlik budur.¨ diyordu ya reklamda… Senelerdir aklımda o cümle.

Evlenmek, bir yabancıyla -evet, benden başka herkes yabancı oluyor bu durumda- evi, yatağı, hayatı paylaşmak hiç de kolay değil. Tamam sevgiliyken özlemini duyarız, ”şöyle kendimize ait bir hayatımız olsa, sadece biz olsak…” deriz, derdim, dedim. Meğer madalyonun diğer yüzü olduğunu unutmuşum ben. Zevkleri, hayata bakış açıları tamamen farklı iki insanın birbirine uyum sağlaması, bencillikten arınması, bazen sadece karşısındakini düşünmesi, sırf o istiyor diye salatanın içine sirke koymamasıymış esas iş.

Açıkçası biz anlaşamayan ama anlaşamadığı için daha çok eğlenen bir çiftiz. Öyle sakin değildir hayatımız. Durağan, sessiz olamadık hiç, yani genelde ben. ‘Kavga etmeyen, sorunlarını tartışmayan çiftler sağlıksız ilişki içindedirler.’ denir ya hep… öyleyse biz son derece sağlıklıyız. Biraz benim çenemin düşüklüğünden de şenleniyor ortalık, hatta bazen tartıştığımız konunun ne olduğunu

Yazının Devamı

Bir Annenin 'Ateş'le İmtihanı

3 Şubat 2011

İki gündür sınandığımı hissediyorum. Hem annelik, hem eş hem de insanlık vasıflarım adına.

Bana göre daha sık hastalanan ve çabuk ateşlenen bir kocam var. Öyle sıradan ilaçlara, ev yapımı limon-bal-sıcak su olayına da pek inanmadığından ikinci gün antibiyotik almaya kalkar. Ben itiraz ederim, o bir şeyler söyler, ben kızarım, o daha çok kızar, bu sefer ateşi çıkar gibi olur, ben 'iyi aman al antibiyotiğini' derim. Bu arada o da boş durmayıp 'sen de hasta olacaksın bak görürsün' gibi şeyler söyler ama ben çoktan kulaklarımı onun huysuz hasta sözlerine tıkamış olurum. Şu son 10 sene içerisinde sadece bir kere evet sadece bir kere çok ciddi bir grip geçirdim. O zaman da antibiyotik değil ateş düşürücülerle dolu bir serum yedim 2 gün. Böyleyim ben.

Koray'ı da kendim gibi büyütmeye kararlıyım. Az giydiririm. Doğduğundan beri her gece yatmadan önce banyo yaptırırım, serin su içiririm, fanila filan hayatta giydirmem. Daha doğrusu terlemesine izin vermem. Çocuk terlemezse hasta olmaz, diye

Yazının Devamı

Yorgun 'Yeni' Annelere Söyleyeceklerim Var!

1 Şubat 2011

Geçenlerde önce yeni doğum yapmış olan, sonra da kızı henüz 2.5 aylık iki arkadaşımla buluştum aynı gün içinde. İki ayrı portre. Hem üzüldüm hallerine, hem güldüm. Ardından kendimi hatırladım ve gülmekten vazgeçtim. Çünkü insanın kendini en berbat hissettiği dönem yeni doğan bebeğine ve yeni yaşamına alışma dönemi olan ilk 3-4 ay. Üstelik ben öyle tecrübesiz de sayılmazdım. Küçük kuzenlerim elimde doğdu. Hatta şu an 10 yaşında olan, az kaldı elime doğuyordu. Hastaneye zor yetiştirmiştik kuzenimi. Onları yıkadım, besledim, uyuttum. Onlarla parka gittik, resim yaptık, beraber tatillere çıktık. Kısaca hem bebek bakımı hem de çocuk gelişimi hakkında bilgisiz değilim. Eh rahat biriyimdir de. Gereksiz panik yapmam, pimpirik hiç değilimdir. Çocuk düşe kalka büyümeli, çıplak ayak yürümeli bana göre.

İyi de yeni doğan oğlum ikinci gece saat başı uyanmayacaktı ki. Kimse bir şey dememişti. Meme uçları da acıyormuş, biliyorum onu anlatmışlardı ama ben böyle acı görmedim Sanki

Yazının Devamı