18 tane bebeğin araştırıldığı bir çalışmadan bahsetmeyeceğim. Bizim evde uygulanmış veya uygulanmakta olan, başarı yüzdesi yüksek uyku yardımcılarını paylaşacağım.
*İlk üç ay ve hatta bizde 4 ay bebek, kolik olsun olmasın ‘white noise’ denen monoton, genelde çalışan bir motor (elektrik süpürgesi, çamaşır makinesi, saç kurutma), cama vuran yağmur damlaları veya ormandaymış hissi veren seslerle sakinleşip kolayca uykuya geçiyor. Anne karnında duyduğu seslere benzettiği için kendini daha güvende hissediyor sanırım. Bu arada motor sesleri dışında ile çekilmiş rahim seslerini biraz daha ritmik hale getirip, yumuşak bir kadın vokali eklenmiş olan albümler de var. Zaten yeni doğan bebeklerin sanılanın aksine sessizliğe değil sese ihtiyacı varmış. Yeni anneler, bebeklerinin salon, TV açıkken , 5 kişi konuşurken bir anda uykuya geçtiğini; sessiz odasında, yatağında ise ağladığını fark edecektir. Ben fark ettim çünkü. 1000 kişinin arasında uykuya geçen Koray, yatağına yatırmaya çalıştığım sessiz odasında ağlayarak uzun süre
Son bir kaç haftadır sezeryan mı, normal doğum mu? sorusunun sorulduğu yazılar dikkatimi çeker oldu. Sezeryan bir doğum çeşidi midir, ben anlayamıyorum hala. Ameliyattır benim bildiğim. Normal olmayan durumlarda yani ANORMAL doğumlarda, hem annenin hem de bebeğin hayatını kurtaracak olan cerrahi müdahaledir. Öyle değil mi?
Neyse millet ‘sezeryan mı olsammmmm?’ diye düşüne dursun, ben evde doğum fikrini çok sıcak bulmuşumdur. Biraz da inattan mıdır nedir, gittikçe daha doğal olana kaymaya başlıyorum. Benim normal doğumla ilgili fikirlerimi takıntı olarak değerlendirenler de çıkmadı değil. Yok Koray çok küçükmüş de, yok ben çok kilo almamışım da, yok ben şanslıymışım da… da da da… Fark eder mi? İri bir bebek olsaydı karnımdaki ve sağlığımızı tehlikeye atacak bir durum olmasaydı, ben bıçak altına yatmayı mı isteyecektim? Şans ne demek?
Azınlık değilim ki şanslı grupta sayılayım. Anormal bir durum yok doğal doğum yapmak istememde. Mümkün olsa evde doğum yapsam. Bence çok da romantik. Her şeyin başladığı yerde, bebeğimi
Kendimi bildim bileli köpeğim olsun istemişimdir ama annem çok haklı olarak almadı. Çok haklı diyorum çünkü evin çocukları ne kadar sevse ve ilgileneceklerini söylese de evcil hayvan bakımı her zaman annenin görevi haline gelmekte. Şimdi anlayabiliyorum ama o zamanlar çok kızıyordum ona. Gerçi benim hayvan sevgim köpeklerle sınırlı değil. Annem hangi birini alacaktı ki eve. Kediler, kuşlar, köpeklerle yatağımı bile paylaşabilirim.
Luca, 8 haftalıktı evimize geldiğinde, biz yeni evli sayılırdık. Karı-koca hayvanlar için deli oluyoruz. Kaçınılmazdı bir köpeğimizin olması. Derken hamile kaldım. Bir an bile kızımı terk etmek düşüncesi aklımızdan geçmedi. Sadece aile büyüklerimizin içini rahatlatmak için bilimsel araştırmalara girdim ki ev hayvanlarının hamileye ve daha sonra da yeni doğan bir bebeğe zararlı olmadıklarını anlatmalıydım.
Yazık ki bir çok evcil hayvan, evin hanımı hamile kaldığında bir şekilde terk edilip, ailesi bildiği insanlardan uzaklaştırılıyor. Hamilelikte kist ve toksoplazma riski yüzünden, bebek doğunca da ona
Hani her fırsatta ‘büyüme hormonu’ çok önemli deniyor ya, ben de buradan yola çıkarak, sağda solda duyup aklıma yattığı için ‘büyüme hormonunun akşam 8′de salgılandığı’ bilgisi yüzünden oğlumu 8′de uyumuş olmalı terörü estiriyorum. İyi de yapıyorum eminim ama ne kadarı doğru? Gerçekten de akşam 8′de, tam 8′de mi salgılanmaya başlıyor? Bir kaç gündür okuyorum. Okuduklarımı anlamaya çalışıyordum. Neyse artık yazıyorum. Sizin de bildiklerini varsa paylaşırsanız çok sevinirim. Takıldım çünkü buna.
Neymiş bu Büyüme Hormonu?
Bilimsel kaynaklara göre Büyüme Hormonu herkeste bulunan, bebeklik ve çocukluk döneminde büyümeyi düzenleyen bir hormon. Yaşlandıkça büyüme hormonunun salgılanması da azalıyor. Zira ihtiyacımız olan uyku da.
Büyüme Hormonu özellikle 0-5 yaş arası oldukça önemli. Bu hormonun yetersiz salgılanması durumunda çocuklarda daha yavaş bir büyüme görülüyor. Hipofiz bezinden
Annelik açılımı yapıyorum.
Doğumdu, emzirmeydi, uyutmaydı, disiplindi derken büyütüyoruz işte bir şekilde. Okuyarak, dinleyerek, görerek, öğrenerek büyütüyoruz. Bir anlamda, biz de büyüyoruz çocuklarımızla. Blog yazmaya başlayınca buldum ben de diğer blog annelerini. Her birinin hikayesi tecrübe benim için. Okumalı, bilmeli, bir yerlere not etmeli. İster beğenirim, ister beğenmem. Kimse bana ‘çocuğunu sen de böyle terbiye et’ demiyor ki. Blog yazmak, başından geçenleri anlatmak ve paylaşmak için değil midir? Kimse okumasa bile yazarsın. Bunların bilgi kirliliği olduğunu düşünmüyorum. Aksine bunları zenginlik olarak görüyorum.
Blog furyası çıkmadan önce forumlar popülerdi. Herkes her derdini forumlarda arardı. Her kafadan bir ses. Doğru yanlış bir sürü önerme yapılıyor oralarda. İnsanın kafasını bulandırıyorlar. En iyi bildiğinden şaşar hale geliyorsun. Nerede çokluk... demişler ya. Bu aralar ortalık forum tartışmalarına döndü. Benim, bloglar veya diğer sosyalleşme ortamlarında takıldığım, herkesin
Bebek ilk nerededir?
Annesinin taaa içinde. Peki doğduktan sonra nerede olmalıdır? Annesinin kucağında, tam kalbinin üzerinde…
Ben oğlumu kucak bebeği yapmaya kararlıydım. Zaten 2500 gr doğan bu minik varlık başka nerede büyüyebilirdi ki? Hem zayıf, hem de gazlıydı ve sadece benim kollarımda rahattı. Uykuya da kucakta geçiyordu.
Henüz 2 aylık bile yoktu, kim olduğunu ve neden bir arada olduğumuzu hatırlayamadım biri(!) ”aman kızım, sen bunu kucağa çok alıştırmışsın, baş edemezsin sonra” demişti. Ben de dayanamayıp ”bebek başka nereye alışmalı ki zaten, adı üstünde bebek, insan yavrusu o” demiştim. Benim hiddetimi görünce geri adım atıp susmuştu ama çok sinirlenmiştim. Ben bebeklerin temasla, kucakta, memede, bol bol konuşma ve gülümsemeyle büyüyeceğine inananlardanım. Gıdasına dikkat etmek, doktor kontrollerine götürmek işin göstermelik tarafı. Asıl olan ”anne” olmak değil midir? Zaten puset yerine Slingo ile taşımayı tercih etmemin sebebi de bebeğimle daha yakın olmak.
Çocuğun doğduğu andan itibaren ailesinden sevgi, ilgi ve
Çalışıyorken, dinamik bir hayatı varken insan, kolayca 'çocukla kariyer birlikte olur' diyebiliyor. En azından ben, büyük harflerle her yerde söylemiştim: 'NE VAR CANIM, 6 AYDAN SONRA İYİ BİR BAKICI BULURUM'. Meğer o iş öyle olmuyormuş. İyi bakıcı pazardan meyve alır gibi seçilip torbaya konulamıyormuş. Daha da tuhafı ben bakıcıya çocuğumu bırakamayacağımı karnım büyümeye başladığında anlamıştım da kimseye itiraf edememiştim. Kendime bile. 'Tamam diyordum, buradayım.' Onu kucağıma ilk aldığım an 'merak etme minik, gitmeyeceğim, söz veriyorum' dedim. Ağzımdan dökülüvermişti kelimeler.
Muhtaç. Anneye muhtaç. Sadece sütüne değil. Kokusuna, sesine, dokunuşuna muhtaç. Bırakabilir misin?
Kendi kendime, ‘hele bir 6 aylık olsun’ diyordum. Belki her şey düzene girer. Ben iyi bir yardımcı bulurum. Ondan sonra başlarım çalışmaya diye düşünüyordum ama bir yandan da yapamayacağım anlamaya da başlamıştım. Benim yoğum kariyer dönemimden sonra uykusuz geçen gecelerin ardından sefil halimi görenler 'sen bir an önce çalışmaya başla' diyorlardı. 'Kamera koyarsın' diye akıl da verdiler. Yok, dedim. Her yere kamera taksam ne fark eder ki. Oğlumun anne özlemini giderir mi? Benim tek derdim
SlingoMOM'ın kaleminden...
Çocuğun hayatındaki en önemli varlık annesidir. Ona can veren, onu besleyen, büyüten, onu çok sevendir. Annesinin sesini, kokusunu biliyordur zaten doğduğunda. Gözlerini ilk açtığında da onu görür. Bu fiziksel bağ, gün geçtikçe daha da güçlenir. Annesi hep yanındadır. Bir de bir adam vardır. Ne işe yaradığını ilk zamanlar anlayamaz küçük bebek. Her an yanında değil zaten. Bir var, bir yok. Ama hissediyor sevgisini. İkisi de birbirini uzaktan izlemeye başlarlar bu arada. Anneye olan bağımlılığı azaldıkça çevresiyle daha çok ilgilenir bebek. Sonra hep bu adamı görür böyle zamanlarda. Adam, kucağına alır ama annesi gibi değil. Sanki biraz tedirgin. Zaten süt de vermiyor. Uzun uzun seyrediyor, burnundan öpüyor, ensesini kokluyor, karnını ovuşturuyor sonra anneye veriyor hemen.
Aylar geçtikçe, bebek daha çok merak ediyor bu adamı. Yolunu bekliyor. Eve geleceği saatleri de öğrenmiş, biraz gecikince huysuzlanmaya bile başlıyor. ‘Baba’ imiş adı. Söylemesi de kolay. ‘Tamam ben bu adamı seviyorum’ bakışı var gözlerinde. Bebek ve babası birlikte daha fazla zaman geçirmeye başlarlar. Anneye olan fiziksel ihtiyaç yoktur artık. Baba da