ABD’nin koskoca kuruluşları sapır sapır dökülüyor. Citicorp sermayesinin bir kısmını Araplara satarak bugünlere yüzebildi. Bear Sterns battı. Fannie Mae ve Freddie Mac’e devlet el koydu. ABD’nin dördüncü büyük bankası Lehman Brothers çöktü. İnşallah Barclays alacak.
ABD’nin en büyük sigorta kuruluşu AIG dara düştü. FED dayanamadı, 85 milyar dolarlık bir kredi kapasitesi yarattı. İflasların ardı arkası kesilmiyor. Kuşkusuz, bütün bu gelişmeler Türkiye’yi de yakından ilgilendiriyor.
Birincisi, boşanma (decoupling) gibi safsataları bir tarafa bırakırsak, sermayeler ve ticaret bütünleşti. Sermayenin ayak basmadığı toprak neredeyse kalmadı. Kısacası Türkiye’yi ne ABD’den, ne de onun çok etkili olduğu Avrupa ekonomilerinden soyutlamak mümkün değil.
Ya giderlerse?
İkincisi, 2001 krizinden sonra Türkiye yabancı yatırımcıların en rağbet ettiği ülkelerden biri oldu. Aşağıdaki tabloda da görüldüğü gibi müthiş yatırım çekti. Kaynak sağladı. Gelen bu paraların da kimisi küresel sıkıntıların sonucu yakın vadede gidebilir.
Burada en riskli olan yatırım portföy yatırımları. Beş yılda ülkeye 97 milyar dolar sıcak para girmiş. Gerek bankaların, gerek diğer çeşitli sektörlerin yurtdışından aldıkları borçlar da 90 milyar doları buluyor. Yani hem bankaların riskleri çok yüksek, hem de diğer şirketlerin.
Eğer ABD’de likidite sıkışıklığı derinleşirse portföy yatırımcılarının bir kısmı Türkiye’yi terk edebilir. Bu esnada yabancı bankalar da Türkiye’ye olan kredi hatlarını kısarsa, işte o zaman seyreyleyin cümbüşü. İçeride müthiş bir daralma yaşanır. Borçlanma maliyetleri hızla (içeride ve dışarıda) yükselir. Kur sıçrar. Enflasyon yükselir.
İç borçlanmada elde edilen mesafe de yitirilir. Çünkü 2002 yılında Türkiye’de özel kesimin aldığı dış kredi 37 (bir başka tanıma göre 44) milyar dolar ediyordu. 2007 yılında bu 128 (bir başka tanıma göre 149) milyar dolara çıktı. Kısacası yük çok arttı.
Risksiz görünen şimdilik doğrudan yatırımlar. Bunların kalkıp gitmesi küçük olasılık olsa da küresel kriz ortamında potansiyelin çok altında yatırım geleceği kesin. Sözü uzatmayalım; risk büyük. Borca bu kadar bağımlı hale gelmiş bir ülkenin de bırakınız para çıkmasıyla, gelmemesi halinde bile sorun yaşayacağı aşikâr.
Sağlam durmanın önemi
Kuşkusuz böylesi riskli bir durumda ekonomi yönetiminin yapması gerekenler var. Birincisi, sıkı para politikasını mecburen sürdürülmeli. Ama krizin keskin tarafı geçtikten sonra gevşemeli. Mali disipline de katı biçimde sürdürülmelidir.
BDDK ise bankaları (güçlü olduğunu bilse de) sermayelerini azaltmamak yönünde uyarmalıdır. Her türlü mali risk azaltılmalı yahut kaldırılmalıdır. Öte yandan, yurtdışından bankaların aldıkları krediler azaltılmalıdır. Bankaların da çalıştıkları şirketlere dış borçlarını düşürme konusunda ikna etmesi şarttır.
Nihayet Başbakan sağla solla itişmeyi, medyayı susturmayı bırakmalıdır. Ekonomi yönetimini acilen toplamalı ve burada şu karar alınmalıdır: “Batan batar, kalan sağlar bizimdir. Ancak sistemik bir sorun çıkarsa sonuna kadar Hazine arkasında durur”. İşte bu zaten krizi tek başına def etmeyi sağlar.