Erselin dikkat çektiği temel nokta, geçen gün bizim de yazdığımız cari işlemler açığı sorunuydu. Bu yıl hükümet 10.5 milyar dolar cari işlemler açığı bekliyor. Geçen yılın açığı 15.6 milyar dolardı. Daha önceki yıl da 8 milyar dolardı. Demek ki, son üç yılda Türkiye ekonomisi 34 milyar dolara yakın açık vermiş olacak. Bu açığın finansmanı ise elbette bir sorun. Çünkü, nihayet bu açık dış borçla kapatılıyor. Özellikle de kısa vadeli paralarla. İşte Erselin ayrıntısına girmediği, fakat ortaya çıkan sonuç da bu. Yani dış borcun hızla artması.Dış borç hızla artıyor. Malum dış borç hem kamunun, hem de özel kesimin olmak üzere iki parçadan oluşuyor. Elimizdeki son veri 2004 yılının 3. çeyreğine ait; toplamda 153 milyar dolarlık borç stoku gözüküyor. Oysa 2001 yılında dış borç 114 milyar doların altındaydı. Bunu göz önüne alırsak, üç yılda dış borcun yüzde 34, yani tam 39 milyar arttığı görülür. Bu artış oranı çok yüksektir. Ve elbette sürdürülemez.Üstelik 2001 yılında dış borcun yüzde 14ü kısa vadeliymiş, şimdi ise yüzde 19u. Demek ki cari işlemler açığı giderek daha kısa vadeli borçla finanse ediliyor. Ancak dış borcun milli gelire oranında artış değil, aksine azalış görülüyor. Çünkü
Biz bu ihalede "flyer" denilen uçuşan teklifler kadar, gerçek tekliflerin de yollandığını düşünüyoruz. Çünkü 5 yıl için tahmin yapmak çok zor. Enflasyonun düşeceği varsayımıyla ciddi bir talep oluştu. Ve ihale başarılı oldu denebilir.Reel faizler son aylarda hızla aşağıya doğru indi. Bunda en çok ocak ayında giren sıcak paranın etkisi oldu. Böylece şu anda bir yıl için beklenen reel faizler yüzde 9un altına indi. Ancak, 2010 yılında ihaleye çıkan tahvilin vadesi dolduğunda enflasyon yüzde 3 düzeyinde inerse, reel faiz de yüzde 12 olacak. Ve bu da borç dinamikleri bakımından kaygı verici.Peki, borç dinamiği nasıl gidiyor? Bize kalırsa toplam kamu borcunda gözlenenler hiç de olumlu değil. Önce toplam borç stokundaki bir yıllık gelişmeye bakalım: Geçen yıl sonunda 202.7 milyar dolar olan toplam borç stoku eylülde 210.1 milyar dolardı. Bunun kendi iç oranı da değişmemişti; yüzde 69 iç, geri kalanı da dış borç. Ancak yıl sonuna gelindiğinde borç 235.6 milyar dolara çıkarken, bunun iç parçası yüzde 71e çıkmıştı. Kısacası, son bir yılda kamu borcu yüzde 16 kadar artmış. Üstelik ciddi bir mali disiplin uygulanmasına ve faiz dışı fazla yaratılmasına rağmen. Bu da gösteriyor ki, hükümet ne
Son yıllarda liberal kesim iki konu üzerinde ısrarla duruyor. Kürt sorunu ve türban. Hatta solda duranları sıkıştırmak için bunları adeta dayatıyor. Nedenini gerçekten merak ediyoruz. Bir nedeni ordunun duyarlı olduğu konulara girerek rahatsızlık yaratmak olabilir. İkincisi, Türkiyede ulusal bütünlük ve laiklik konusunda oldukça katı olan sol kesimde kırılma yaratılmak istenebilir. Yahut gerçekten çağdaş bir ulus - devletin temelleri çatlatılmak istenebilir.Kuşkusuz, Kürt sorunu önemsenmesi ve özgürlüklerin yaygınlaşması gereken bir alan. Yirmi yıl önce Kürt kökenli vatandaşlarımız özgürce "Ben bu ülkenin vatandaşıyım ve Kürt kökenliyim" diyemezdi. Şimdi diyor.Ancak türban farklı. Türban sorunu on yıl önce yoktu. Peki, bu denli üstünde durulan bu konu vatandaşın ne kadar gündeminde? İşte bu konuda elimizde bir araştırma var: Türkiye Siyasal Gündem Araştırması, Aralık 2004. Daha çok kırsal kesimde yapıldığından geleneksel değerler daha yüksek görünebilir! Türkiyede yaşanan en önemli sorunlar halka açık uçlu olarak sorulduğunda yanıtlar şöyle:Kısacası, halkın gündeminde türban yüzde 1den az. Üstelik bu kadar öne çıkarmaya rağmen. Çünkü halk çok ciddi geçim sıkıntısı içinde. Türk
Önce matematik bir gerçekten bahsedelim. 20 milyon insan yoksulsa, 50 milyon insan da değil demektir. O zaman da haliyle yoksul olmayan bu çoğunluk kendini mutlu hissedebilir. Oysa, geçim sıkıntısı çeken nüfus çok daha fazla; belki 35 milyon. İşte bu durumda da, yine geçim sıkıntısı çekip kendini mutlu gören insanların olması anlaşılıyor. Dün Radikal gazetesinin manşeti şöyleydi: "20 milyon yoksul var ama halkın yüzde 58i hayatından memnun". İnsan haliyle merak ediyor. Bu kadar yoksulun, ya da geçim sıkıntısının olduğu bir ortamda, nasıl olur da insanların üçte ikisi halinden memnun olur? Peki bu nasıl oluyor? Bizce bunun birkaç nedeni var. Birincisi, ekonomik sıkıntılar ancak çok arttığında mutsuzluğa neden oluyor. İkincisi, Türk insanı geçim sıkıntısına alışmış. "Mutlu musun?" diye sorulduğunda daha çok geçinme derdi dışındaki konular akla geliyor. Nitekim, Türk insanını en çok mutlu edenin, aile ve nesnel olarak da sağlığın olduğu ankette gözüküyor. Yanıtların yüzde 6sında para mutsuzluk etmeni olarak ifade ediliyor. Üstelik kriz de atlatılınca insanlar göreli olarak kendini rahatlamış hissediyor.İlginçtir, yurdum insanı evlilikten de memnun olduğunu ifade ediyor. Memnun
Öncelikle 150ye yakın kalemin tümüyle bütçeden kalktığı açıklandı. Bu tür kısıntılarla 2009 yılına dek bütçe açıklarının bugünkü düzeyinin yarısına inmesi hedefleniyor. Ancak, 2004 yılında (eylül sonuna dek) ise 412 milyar dolar olarak açıklanan açığın 2005 yılında 448 milyar dolar olması bekleniyor. Çünkü Afganistan, özellikle de Iraktaki askeri harcamaların bu artışta etkili olacağı hesaplanıyor. Parite yeniden dolar lehine gelişiyor. Bu gelişmede en etkili olan etmen, ABDde açıklanan 2006 yılına ait bütçe tasarısı. Başkan Bush, kamu açıklarını azaltmak yönünde bütçede ciddi kesintilere gidileceğini açıkladı. Bu önemli bir irade ifadesi. Malum, ABDnin bütçesi 2.5 trilyon dolara yaklaşıyor. Bu, Türkiyenin milli gelirinin neredeyse 8 katı. Yani çok büyük bir meblağ. Buna rağmen ABDde şimdiye dek bütçe açıklarının finansmanı pek sorun yaratmadı. Çünkü Uzakdoğu Asyanın merkez bankaları şimdiye dek 1 trilyon dolarlık ABD Hazinesi borç senetleri aldı. Üstelik bu alımlar onlara hiç bir reel getiri sağlamadı. Çünkü dolardaki düşüş geçtiğimiz iki yılda faiz getirisinden fazla oldu. Ancak bunu yapmaya mecburdular, çünkü dolar düştüğü takdirde bu ülkeler dış ticarette ciddi ölçüde rekabet
Birincisi, ABnin Türkiyeye ilişkin kaygıları var. Bunun başında Türkiyenin büyük bir nüfusa sahip olması geliyor. Ancak kimse yanılmasın. Bu nüfus eğitimli ya da nitelikli olsaydı Avrupanın Türkiyeye ilişkin kaygıları büyük ölçüde ortadan kalkabilirdi. Demek ki, ABye bir an önce tam üye olabilmek için bir "mega eğitim reformu" gerekiyor. Hatta açıkça belirtelim, çok şikayet ettiğimiz serbest dolaşım hakkını ancak eğitimli bir nüfusa sahip olursak elde edebiliriz. Çünkü unutmayalım, Avrupa yaşlı bir nüfusa sahip. Bundan on yıl sonra AB nüfusu 20 milyon eksilecek. Bu eksiği de doldurabilecek tek ülke Türkiye. Ama eğitimsiz bir nüfusla bu kapatılamaz. Geçen hafta CNNTürk televizyonunda Sabancı Üniversitesi öğretim üyelerinden Prof. Üstün Ergüder vardı. Prof. Ergüderin Prof. Tosun Terzioğlu ve daha birçok arkadaşıyla birlikte eğitim konusunda bir çalışma grubu oluşturduğunu ve eğitim reformu konusunda çok önemli çalışmalar yaptığı biliniyor. Bu çalışmanın çok dereceli açılımlar sağlayacağını düşünüyoruz.. Ülkeler Kamu bütçesinden eğitime ayrılan pay (%) GSMH'den eğitime ayrılan pay
Bu rakam çok yüksek! Birincisi milli gelirin yüzde 5ini aşıyor. Yani oldukça riskli bir durumla karşı karşıyayız. İkincisi, 2002 yılında 1.5 milyar, 2003 yılında da 7.9 milyar dolar açık verildiği anımsanırsa son üç yılda 25 milyar dolarlık açık verildiği ortaya çıkıyor. Bu gerçeği yok sayarak, "Nasıl olsa kur esnek, sorun çıkmaz" yaklaşımıyla soruna bakamayız. Çünkü bu açığı finanse etmek için dış borç rakamları sürekli artıyor. Kısacası, çanlar çalıyor. Ancak pek de duyan yok! Geçen hafta açıklanan en önemli veri tüm vahametiyle ortada duran cari işlemler açığıydı. 2004 yılında tam 15.6 milyar açık verildiği açıklandı. Yani ödemeler dengesinin döviz gelir - gider dengesindeki açık vermiş, dışarıdan bu kadar kaynak gerektirmiş. Ve tabii bunu karşılamak için borçlanılmış! Bazıları "Cari açıkla yıllarca yaşayan ülkeler var, bu sorun değil" diye avunuyor. Hatta ABye tam üye olma sürecinde oluk oluk yabancı sermaye akacağı varsayımıyla sorunu küçümsüyor. Oysa oluk oluk akan kısa vadeli sermaye. Doğrudan yabancı sermaye girişleri hiç de öyle bu açığı kapatacak boyutta değil. Geçen yıl 2.5 milyar dolar doğrudan yabancı sermaye, 9.2 milyar dolar da sıcak para girmiş. 850 milyon dolardan
Bu duruma nasıl gelindiği açık. Partide fikirler, politikalar tartışılamaz ve siyasal çözümler ortaya çıkarılamazsa, partinin performansı düşer. Bu durumda parti içi demokrasi varsa, yönetim değişir ve tekrar yola konulur. Ancak parti içinde demokrasi yoksa, kavga, hizipler ve çözümsüzlük egemen olur. Bir yandan, yönetim başarısızlığı örtmek için baskı uygular, diğer yandan da isyankar tepkiler çizgiyi aşar. CHPde gözlenen de bu.CHP bu durumu aşabilecek mi? Öncelikle sorunu doğru belirlemek gerek. CHPde yaşanan sorunları birçokları yönetime ve liderliğe bağlıyor. Oysa bu yetersiz bir algılama. Bazıları sorunu örgütte ve tüzükte buluyor. Bu da doğru, ama yine yetersiz. Çünkü CHPnin asıl sorunu, bir kimlik bunalımı. CHP son yirmi yılda çok lider değiştirdi ama sonuç değişmedi. Demek ki, bu partinin başka bir sorunu var. O da giderek sağa kayması ve bir devlet partisi haline gelmesi. CHP şimdi apartman dairelerine sıkıştı. Gecekonduları adeta terk etti. Oysa CHP 1970li yıllarda yoksulluk ve baskı üreten bu düzene karşı başkaldırının partisi olduğumuzu göstermişti...Ülkemizde CHPye her zamankinden fazla gereksinim var. Toplumsal adaletsizlik ve işsizlik had safhaya ulaştı. Çiftçi