Petrol fiyatları aldı başını gidiyor. Bu artış çok ciddi. Üstelik küresel etkileri olacak nitelikte. Tartışmakta yarar var. Yanıtlar farklılaşıyor. Kimi hızla büyüyen Çin ve Hindistanın enerji taleplerine, kimi de spekülasyona, yahut petrol şirketlerin manipülasyonuna bağlıyor. Dünyada büyümede toparlanması da etkili. Ancak bizce en önemli etmen, Ortadoğudaki kargaşa ve belirsizliklerin artması. Irak petrollerinin devreden çıkması tüm bu etmenlerin önüne geçiyor. Petrol fiyatları neden artıyor? Şu anda fiyatlar 60 dolara tırmanmış görünüyor. Bazıları artık 80 dolardan bahsediyor. İnanmak zor, ama birkaç ay önce 40 dolara tırmandığında da, "50 doları aşar" diyenlere inanmak istemiyorduk. OPEC adlı kartel, kota (üretim) artışlarıyla son aylarda bu tırmanışa son vermek istiyor. Ama başarılı olamıyor. "Satıcı neden fiyatların düşmesini istesin" demeyin. Çok hızlı artınca başka enerji kaynakları devreye giriyor. Ve uzun vadede daha fazla zarar veriyor. Yine de biz 60 dolara vardıktan sonra fiyatların aşağıya salınacağını düşünüyoruz. Fiyatlar nereye kadar tırmanabilir? Birincisi, petrolü büyük ölçüde ithal ettiğimiz için ithalatımız etkilenir. Bir hesaba göre 6.5 milyar dolar
2005 yılına kadar tarifelerin kalkması gerekiyordu. Nitekim de öyle oldu. Ancak bu kez Dünya Ticaret Örgütüne üye olan Çin tüm dünyada tekstil sektörüne hasar vermeye başladı. DTÖye üye olmadan ABDnin tekstil ithalatı içinde Çinin payı yüzde 11di. Hemen sonra bu yüzde 16ya çıktı. Ancak asıl değişim hazır giyimde oldu. Üyelik öncesi yüzde 16 olan ithalat payı, bir anda yüzde 50ye çıktı. Kısacası, ABD pazarını Çin darmadağın etti. Bu arada Hindistan da payını yüzde 4ten 15e çıkarmayı başardı.Bütün dünya üreticileri bundan zarar görünce ABD derhal tedbir alarak, kotaları yürürlüğe koyma girişimini başlattı. Bir zamanlar ABDde kotaların kalkmasını isteyen Türkiye şimdi kotalardan yana hale geldi. Ancak uzak doğudan gelen bu tsunamiyi kotalar ne denli durdurabilir bilmiyoruz. Gelelim Avrupaya. AB ülkelerinin tekstil ithalatının yüzde 10u Çinden sağlanıyordu. Çin DTÖye girip de tarife ve kotalardan kurtulunca, bu pay yüzde 12ye çıktı. Hindistan da payını yüzde 9dan 11e çıkardı. ABnin ikinci büyük tedarikçisi Türkiyenin pazar payı ise bu süreçte yüzde 13ten 12ye düştü.Asıl değişim ise yine hazır - giyimde oldu. ABnin Çinden yaptığı ithalatın payı yüzde 18den 29a fırladı. Hindistan da
Bununla beraber sıcak para hakkında herkes olumsuz bir yargıya sahip değil. Mesela bazıları sıcak paranın doğrudan yabancı sermayeye lokomotif oluşturduğunu savunuyor. Hatta aniden çıkmalarını da o ülkedeki istikrarsızlığa bağlıyor. "Sen sen ol hata yapma, o da dışarı gitmesin" diyorlar. Ancak açıkça belirtelim ki, her iki tezin de haksızlığı ortaya çıktı. Sıcak paranın girdiği ülkeler hiç de sanıldığı gibi doğrudan yabancı sermaye çekemedi. Üstelik her şey yerli yerindeyken, ABDde faizler artacak diye gelişmekte olan piyasalardan yüklü çıkışlar oldu.Sıcak paranın soğutulması önerisine gelince. Açıkçası, ABD ekonomisini bile tehdit eden bu akımların tutulması mümkün değil. Küreselleşme bu akışların serbest olmasını zorunlu kılıyor. Dalgalı kur sistemi bir ölçüde otomatik bir düzenleyici olarak işlev görse de, sıcak para girişleri dış dengeye zarar veriyor. Çıkışlar da ithalatı aşırı pahalı hale getirebiliyor. Bu konuda tek yapılabilecek olan vadeli işlemlerin yoğun biçimde kullanılması. Bu konuda bir de vergi önerisi var. Tobin vergisi diye bilinen bu sistem de girişte (yani bilinerek ödenen) bir ödentiyi zorunlu kılıyor. Böylece uzun süre kalanın ortalama maliyetinda büyük fark
Ermeni meselesi birçok bakımdan önemli; birincisi, ülkemizde Ermeni vatandaşlarımız var. İkincisi, Ermenistan komşumuz. Üçüncüsü de, bu konu dış politikamızda ikide bir önümüze can sıkıcı bir etmen olarak çıkıyor.Ermenilerin tezi belli: Soykırım uygulayarak dedelerimizi, nenelerimizi, 1.5 milyon Ermeniyi yok ettiniz, diyorlar. Biz ise yıllardır sessiz kalmanın bedelini ödüyoruz. Gerçi bir süre asıl katliamı Ermeniler yaptı tezine sığınsak da, son geliştirdiğimiz tez; karşılıklı öldürmelerin yaşandığı.Profesör McCarthy; isyan çıktı, savaş oldu, tatsız gelişmeler doğaldı, diyor.. İsyancı Taşnak Partisi üyelerinden ölenlerin 150 bini geçmeyeceğini iddia ediyor. Ancak asıl sorun, Ermeni diasporasının militan kesimi. Ermeni lobisini sürükleyen de bu kesim. Burada hedeflenmesi gereken strateji ise bu küçük kesimle geniş Ermeni halkı arasındaki bağı kopararak, tarihin akışı içinde destek ve dostluğu yaratabilmek.23 Mart 2005 Çarşamba günü Radikal gazetesinde emekli büyükelçi Özdem Sanberkin çok etkileyici ve yol gösterici bir yazısı çıktı: Acılar köprü de yaratabilir. Sanberkin yazısında temel olarak Osmanlının son döneminde imparatorluğun çöküş sürecine bakılarak konu
Türkiyede nüfusun yarıya yakını sigara içiyor. Üstelik bizde kadınlar da tiryaki. Aşağıdaki tabloda görüldüğü gibi, Türkiye erkekler arasında dünyada sigara içme oranı en yüksek üçüncü ülke, ama kadınlar da hesaba alınınca birinciliğe yükseliyor. Türkiyede her 3 erkekten ikisi, her dört kadından da biri sigara içiyor. Yazık! Yazık! Rakıda kaçak üretim ortaya çıkınca bazı üreticiler bunu yüksek vergilerin yol açtığı yüksek fiyatlara bağlamıştı. Şimdi de sigara üreticilerinin benzer iddialarla devreye girdiği gözleniyor. Ancak bu kez konu Avrupa Birliği temsilcileriyle görüşmelere yansımış. Çünkü Türkiye dünyanın en önemli pazarlarından biri ve sigara devleri de bu büyük pazar için her gücü kullanıyor. Erkekler Kadınlar OrtalamaKore 70 10 40Filipinler 65 18 42Türkiye 63 25 46 15 yaş üstü nüfus içinde tiryakilik (%) Kanada -35ABD -28İsviçre -16İngiltere -32Polonya +20Yunanistan +36Kore +27 Dünyada gelişmiş ülkelerde sigara tüketimi hızla düşüyor. Bunun bir yöntemi bilinçlendirme, diğeri de yüksek vergilerle sigarayı daha pahalı hale getirme. Aşağıdaki tabloda görüldüğü gibi, son yıllarda gelişmiş ülkelerde sigaraya bağımlılık hızla düştü. Ama bunun karşılığında bu devler
Deutsche Bankın Resimlerle Türkiye raporu: Rapor öncelikle gerek beklentilerde, gerekse gerçek üretimde yavaşlama sinyallerine işaret ediyor. Sanayi üretiminde kapasite kullanımında, otomobil satışlarında, hammadde stoklarında gözlenen bu eğilimin de büyüyen cari açığı frenleyeceğini savunuyor.Deutsche Bankın 2005 büyüme beklentisi yüzde 5. Yani Bu hükümetin tahminiyle aynı. Üstelik ertesi yıl bunun süreceği beklentisinde. Açıkcası, 2004ün o olağanüstü büyüme performansından sonra bu yıl belli bir soğumanın yaşanması çok doğal. Çünkü geçen yıl gecikmiş, ya da ertelenmiş yatırımlar gerçekleşmişti.Deutsche Bankın cari işlemlerle ilgili 2004 tahmini milli gelirin yüzde 5.2si kadar açığın ortaya çıkması yönünde. Bu hemen hemen belli. Ancak 2005 yılında bunun durulması ve milli gelirin yüzde 4.2sine düşmesi bekleniyor. Sıcak paranın FED faizlerinin yükselişiyle ülkemizde çıkışı kur üzerinde olumlu bir etki yaratarak cari açığı da frenleyebilir. Kaldı ki, 2006 yılında IMFye borç ödemeleri nedeniyle döviz talebi kamudan gelmeye başlayacak.Deutsche Bankın 2005 enflasyon beklentisi de piyasadaki beklentiyle örtüşüyor. MBnin düzenlediği anketteki enflasyon beklentisi ise şu anda 7.6.
Aşağıdaki ilk tabloda net kamu borcunun bulunduğu düzey gösteriliyor. Önceki yılın sonunda 282.9 milyar YTL olan kamu borcu 320.5 milyar YTL olmuş. Geçen süre ise 14 ay. Burada artış oranının yüzde 13 olduğu gözleniyor. Yani enflasyondan biraz fazla. Demek ki, az da olsa reel bir artış var. Hem de onca mali disipline rağmen. Konsolide borç stoku dün yine açıklandı. Rakamlar pek iç açıcı değil. Sıcak paranın oluk oluk girdiği ve nominal faizlerin hızla düştüğü bir ortamda ne yazık ki borçlar düşemiyor. Üstelik çok ciddi bir mali disipline rağmen. Yani bir yandan reel faizler düşüyor, diğer yandan hedeflenen faiz dışı fazlanın ilk iki ayda yüzde 25i elde ediliyor, ama istenen sonuçlar ortaya çıkmıyor. Dolar bazında borcun artış oranına bakarsak, kurdaki reel değerlenme nedeniyle borcun elbette daha hızlı arttığı gözleniyor. Bu kısa sürede dolar bazında neredeyse kamu borcu yüzde 20 kadar artmış. Ancak bu doğru bir bakış açısı değil. Çünkü sıcak paranın çıkmasıyla kur yeniden bir düzeltme yaparsa bu borç küçülecek. Doğru bakış ise, borcun ödeneceği kaynağın para cinsinden ölçülmesi. Malum, bütçe TL bazında yapılır. Ve tasarruflar, yani faiz dışı fazla da o cinsten elde
Şimdi Blair kaybettiği dış itibarını iki atakla telafi etmeye çalışıyor. Biri, Filistinin yeni lideri Mahmud Abbas ile önceki hafta Londrada düzenlediği konferans. Diğeri de yoksulluk konusundaki girişimleri. Blair, Filistin konferansında, oluşacak devletin ekonomisi, kurumları ve güvenliğiyle güçlenmesi gerektiğini belirtti. Ve bu çıkışı uluslararası camiada takdir topladı.Yoksulluk konusunda ise Blair kendi atadığı Afrika Komisyonunun son raporuna sahip çıktı. 461 sayfalık raporun en önemli tarafı, bazı Afrikalı liderlerin işbirliğiyle hazırlanmasıydı. Rapor ayrıca; 2010 yılına dek Afrikaya 25 milyar dolarlık ek bir yardım, daha sonra 2015 yılına dek tekrar bir 25 milyar dolarlık yardımla çok muhtaç olan ülkelerin borçlarının silinmesini öneriyordu.Bunun yanı sıra, yoksul ülkelerin çiftçilerine zarar veren tarımsal sübvansiyonların zengin ülkeler tarafından kaldırılması, çeşitli Afrika ürünlerinin ihracını zorlaştıran her türlü engelin ortadan kaldırılması da rapor içinde yer alıyordu. Her türlü denirken de bu, tarifelerin yanı sıra, üretim yeri, sağlık - güvenlik koşulları, ya da standartları gibi engelleri de içeriyordu.İlk bakışta tüm bu öneriler gayet makul görünebilir.