Oysa MB, kısa vadeli faizlerini enflasyon gerçekleşmelerine ve beklentilere göre belirliyor. Hazine'nin borçlanma faizi ise tamamıyla uzun vadeli enflasyon beklentisine bağlı. Hatta kur beklentisi bile bono faizini etkileyebilir. Yani riskler. Ancak diğerini bunların hiçbiri etkilemez.MB krizden bu yana kısa vadeli faiz oranlarını belirleyebiliyor. Bunun temel nedeni, mali kesimde likidite talebinin kontrol altına alınabilmiş olması. Hatırlayınız, 2001 yılına dek bankacılık kesimi müthiş bir likidite talebi içindeydi ve MB'nin de piyasaya likidite arzı NİV (net iç varlıklar) hedefiyle sınırlandırılmıştı. Krizden sonra, hem kur serbest bırakıldı , hem de kamu bankalarının görev zararı karşılığı Hazine bonosu verildi . MB de bunları doğrudan (APİ; açık piyasa işlemi'yle ) fonlayınca, faizler birdenbire düştü. Faizin tek belirleyicisi MB oldu. Bu kez bankalar ellerinde kalan likiditeyi piyasaya kredi olarak satamadılar. Dayadılar MB'ye. Tabii onun faizine de razı oldular. Bu faiz de enflasyonu kontrol edecek biçimde ayarlandı. İşte hikâyenin özü.Aşağıdaki grafikte MB'nin APİ işlemleri görülüyor. 2001 yılının ikinci yarısı itibariyle MB giderek daha fazla para çekmiş. 2003 yılında
Önceki gün enflasyon verileri açıklandı. Bu veriler de iç talebin gayet kontrollü olduğunu gösteriyor. Petrol fiyatlarındaki artışa (ham petrol nisan ayında TL bazında yüzde 18.97 artmış) bağlı olarak üretici fiyatları nisanda yüzde 1.21 artarken, tüketici fiyatları yüzde 0.71 artmış. Petrolün tüketici fiyatları üzerindeki etkisi arındırılırsa ortaya çok düşük bir enflasyon oranı çıkıyor. Bu da talebin gayet sınırlı olduğunu gösteriyor.Gelelim iç talebin tahmininde en etkin gösterge olan CNBC-e tüketici güven endeksine (TGE). Meslektaşlarımız hâlâ büyük ölçüde bu veriye bakmıyor. Ama 2002 yılından bu yana TGE gayet etkili bir gösterge olarak işlev görüyor. TGE'nin 2005 yılının başından bu yana sürekli düştüğü gözleniyor. Üç ayda yüzde 20'lik bir düşüş az değil. Üstelik istikrarlı olması çok önemli. Ve daha çok tüketici beklentilerinin kırılmasından kaynaklanıyor. Tüketim eğiliminin ise buna gecikmeli bir tepki gösterdiği anlaşılıyor; nitekim TE endeksi iki aydır düşüyor. Bu endeksler bireylerin ifade ettikleri beklentileri yansıtıyor. Eylem göstergesi ise bizzat tüketim rakamları. Ancak CNBC-e'nin tüketim rakamlarında henüz bir gevşeme yok. Bununla beraber, nasıl TEE gecikmeli bir
İşsizliğin 2004 yılında ciddi biçimde azalmadığı malum. Oransal olarak son açıklanan rakamın umut veren yönleri olsa da yüksek büyümeye rağmen hâlâ hızlı olan bir işsizliğin azalmayışı önemli. İşsiz sayısı: 2004 yılında işsiz sayısı 2003 yılına göre çok az düşse de, kriz öncesi yıllara göre hâlâ çok yüksek. 2004 yılının son çeyreğiyle 2003 yılının son çeyreğinde işsiz sayısı hemen aynı. Son açıklanan veri de 2004 yılının ilk çeyreğine göre biraz düşmesine rağmen, 2004 sonunun verisine göre daha yüksek. Gerçi, son beş yıldır hep ilk çeyrek rakamları önceki yıl sonuna göre daha fazla oluyor.İşsizlik Oranı: Oransal olarak açıklanan son işsizlik rakamı geçtiğimiz iki yılın ilk çeyreğine göre daha düşük! Ancak kriz öncesine göre çok yüksek. Geçen yılın ilk çeyreği ile karşılaştırırsak, düşüşün de yüzde 1'den az olduğu gözlenir. Sivil istihdam sayısı: 20 milyon 800 bin kişi olan istihdam sayısı krizden bu yana en yüksek rakam. Bu artış özellikle 2003 yılında başlamıştı ve işgücü arzındaki artışa rağmen bu gelişme önemliydi. Üstelik 2004 yılının son çeyreğindeki istihdam sayısı 2003'ün son çeyreğinden fazla oldu. İlk çeyreklerde istihdamının düşük olduğunu belirttik. Buna rağmen 1
Malum; ithalat arttığında döviz talebi artar ve kur yükselir. Bu kez yüksek kur, ithalatı düşürür ve dengeye dönülür. Tersine, ihracat artınca kur düşer ve denge yine sağlanır. Fakat bu sırada sermaye hareketleri etkili olursa bu mekanizma çalışmaz. Tabii bir de vatandaşların yıllardır biriktirdiği dövizlerin bozulması olayı var. Bozuldukça kur düşüyor ve ithalat patlıyor. Ancak artan ithalat bozulan dövizden az olunca, dış denge büsbütün bozuluyor. Geçen hafta açıklanan dış ticaret verileri 2005 yılının olası dış dengesi hakkında ipuçları verdi. Ocak-mart döneminde ihracat artışı yüzde 26.4 , oysa ithalattaki artış yüzde 22.9 olmuş. Belki dış ticaret açığı (ithalat daha büyük rakam olduğundan) şimdilik büyümüş, ama uzun vadede kapanabileceği görünüyor. İkincisi, şubat ve mart aylarına bakıldığında ihracat artışının yüzde 53.6 ve 23.5, ithalat artışının ise yüzde 35.5 ve 20.3 olduğu görülüyor. Yani büyümeye bağlı olarak ithalat artsa da ihracat ondan daha hızlı artmış.İthalat artışının tüketim mallarında yüzde 5, sermaye mallarında ise yüzde 12 olması yatırım veya tüketim talebinde olağanüstü artış olmadığını gösteriyor. Fakat ara mallarında artış hâlâ ciddi; yüzde 29. Üstelik
Derviş Türk siyasetinde hayli zorlandı. Küçüklüğünden beri siyaset yapma aşkını son iki yılda CHP'de gördükleri ve yaşadıkları söndürüverdi. Keşke kendisini baştan uyaran dostları olsaydı. Oysa o parti içi mücadele adamı değildi. Zaten, partiyi adam etme hayalinden çok, birikimleriyle katkıda bulunma isteği vardı. Katkıları talep görmeyince, bir süre yeniden yapılanmayla ilgilendi, ama hayal kırıklığına uğradı. Genel başkan yardımcısı olarak da yurtdışında gerek CHP'ye, gerek Türkiye'ye önemli katkılarda bulunabilirdi. Yetki verilmedi. Buna rağmen çabaladı.Derviş'in politikacılığı konusunda eleştirilerim var. CHP'ye geçerken itibarını zedeleyen bir üslup sergiledi. Sonra çok övdüğü Baykal'ın yardımcısı oldu, ama kısa sürede ayrıştı. Ve bunun gerekçelerini, belki de siyasi nezaketinden, açıklamadı. Mensup olduğu partinin temel zihniyetini sarsacak çıkışlarda bulundu. Oysa o ocaktan (grassroots) gelen biri olmadığından değişimi üstlenemezdi. Bütün bunlar bir yana, siyaset risk almayı ve uzun soluklu mücadeleyi gerektirir. Oysa Derviş risk almaktan çok, riskleri hesaplayan bir kişi. Ve daha çok fırsatları değerlendirmede usta.Ondan liderlik bekleyenlere gelince... Anlamakta zorluk
Avrupa'da solun geleceği bakımından da bu seçimler önemli. Unutmayalım, Almanya'da ekonomi kötüleşince sosyal demokratlar hayli yıpranmıştı. Oysa İngiltere'de sosyal demokratlar ekonomik alanda başarılı. İşsizlik ve enflasyon düşük, büyüme ise yüksek. Sol bu seçimleri alırsa, sağın ekonomide bilinen başarılı olma tezi tuş olacak! Nihayet İngiliz solunun en büyük abidesi olan ulusal sağlık hizmeti seçimin en önemli gündem maddesi. 2001 seçimlerinden bu yana İşçi Partisi bu hizmeti reforme edeceğini vaat ediyordu. Gerçi gelişmeler halkı tatmin etmiş değil, ama yine de umutlar İşçi Partisi'ne bağlanmış durumda.Seçimlerin ikinci önemli konusu, suç oranı. Muhalifler suç oranının arttığını, hükümet de aksini savunuyor. Bu konuda geleneksel olarak Muhafazakarlar güçlü olduğundan İşçi Partisi konuyu gündemden düşürmeye çalışıyor.Eğitime gelince. Halkın eğitimine büyük önem veriyor. 1997 yılında İşçi Partisi iktidarı devraldığında gençlerin yüzde 33'ü eğitimdeydi. Şimdi ise yüzde 50'si. Çünkü İşçi Partisi eğitimi sosyal adaletin elde edilmesinde, özellikle yoksulların yaşam koşullarının değişmesinde en önemli fırsat olarak görüyor.Seçimlerin dördüncü önemli konusu ise sosyal güvenlik.
İlk iki seçiminde büyük oy farkıyla iktidara gelen Blair, gerçekten İngiliz siyasal tarihine geçecek değişimleri gerçekleştirdi. Partisini Üçüncü Yol diye bilinen daha liberal bir noktaya çekti. Ekonomik alandaki müthiş bir gelişmenin önünü açtı. Refah devletini modernize etti. Ve Avrupa'da da etkili bir ses oldu. Blair, iyi bir hitabet yeteneğine ve çok kıvrak bir zekaya sahip, genç bir lider. Üstelik güler yüzlü bir kişi.2001'den beri inişte olan İşçi Partisi, 2004 yılının ikinci yarısında kamuoyu yoklamalarında düzelme gösteriyordu. Ancak bu yıl doğrultu yine aşağıya gitmeye başlayınca, Blair kararını verdi ve erken seçim istedi. Önümüzdeki hafta İngiltere'de gerçekleşecek olan seçimler çok önemli. İşçi Partisi lideri Blair üçüncü kez başbakanlığa talip oluyor. Blair belki de İngiltere'nin en çok tartışılan İşçi lideri oldu. Kimileri onu ismini çarpıtarak Tory (Muhafazakar) Blair, kimileri de soyadını çarpıtarak Tony Blur (bulanık) diye adlandırdı. Bu seçimlerin üç odağı var. Biri ekonomi, diğeri dış politika, bir diğeri de sağlık hizmetleri. Dış politikada muhafazakarlar hükümete destek verdiği için Blair'i açıkça eleştiremiyorlar. Ancak liberal demokratlar konuyu seçimin
Meslektaşlarımız da bundan birkaç ay önce bu sorunu tartışmaya başladı. Kimi işsizliğin oransal olarak düşmediğinden yakınırken, kimi de bunu daha çok işgücü arzının değişimine bağladı, işgücü talebinin ise rakamsal olarak yükseldiğine işaret etti. Kısacası, işi olan sayısı artsa da bu, işgücünün tamamına yetmiyordu. Çünkü ilginç biçimde kadınlar zaman zaman işgücüne katılıyor, sonra da çekiliyordu. Yani işgücü arzı iniş çıkışlar gösteriyordu. Kimilerine göre de işgücü verimliliğindeki artış işsizliği artırıyor. Yani daha büyük boyuttaki işler aynı işgücüyle elde edilebiliyor.Geçen yıl çok ilginç geçti. Yılın ilk çeyreğinde 20 milyondan az insan iş sahibiydi. Yılın ilk yarısı tamamlandığında 540 bin kişi işgücüne katılmış, fakat neredeyse 2.3 milyon insan iş bulmuştu. Böylece 560 bin işsiz ortadan kalkmıştı. Buna rağmen işsiz sayısındaki azalışın yetersizliği dikkat çekiyordu. Bunun nedeni de yüzde 46 olan işgücüne katılma oranının yüzde 49'a çıkmasıydı.Yılın üçüncü çeyreğinde işgücüne katılma oranı yüzde 50'yi aştı. İş sahibi olan insan sayısı 686 bin artmasına rağmen, işgücü arzındaki değişim nedeniyle işsiz sayısı azalmadı, aksine 120 bin arttı. Yılın sonuna gelindiğinde ise bu