Kıskançlık bir çoğumuzu rahatsız eden bir duygudur. Yokluk enerjisi yaratan bu duygu değersizlik duygusu nedeniyle ortaya çıkar. Kendimizi değersiz hissettiğimiz oranda kıskanırız eşimizi. En çok kaybetmekten korkarız. Korktuğumuz şey başımıza gelir, bunu unutuyoruz zaman zaman. Herkes layık olduğunu yaşar. Biz nasıl bir ilişki yaşıyorsak ona layığız aslında. İstediğimiz ilişki çok farklı olabilir. Ama biz bu ilişkiye hazır mıyız? Değilsek hemen kıskançlıklar başlar. İş toplantılarını sorun yaparız.
Kaybetmekten korkarız onu. Sahiplenmek var bu duygunun kökeninde… Araştırmalara göre evlenmeden önceki ilişkilerde kadınlar erkekleri daha çok kıskanıyor. Çünkü hala bize ait olma noktasına gelmemiş partnerimiz.
Sosyal medya, cep telefonu kullanımının kıskançlık nedenlerini arttırdı. Her kesimde sohbet etmek için de olsa sosyal medya kullanımı gitgide yaygınlaşıyor. Partnerimizin cep telefonu kullanımı bizim için kabus olabiliyor. Telefonların yanımızda kapanması ya da sessize alınması bizi rahatsız ediyor. Aslında bizi ilgilendiren onun ne yaptığı değil, sizinle ne yaptığı olmalı. Bir eğitimde ilişkiden beklentilerle ilgili herkes kriterler ileri sürerken, ben beklentimi
Gary Douglas: “Kendiniz olun ve dünyayı değiştirin.” diyor. Biz ne yapıyoruz? Özellikle ilişkilerde başkası olmayı seviyoruz. Birisi ile tanışıyoruz, o gün üzerimizdeki kıyafet abiye bir şıklık yansıtıyor. Siz tam da bu kişisiniz. Bir arkadaşınız “Bir sonraki buluşmanızda spor giymelisin çünkü bu kişi spor giyimden hoşlanıyor. Tarzını görmedin mi?” diyor.
Karşınızdakine uyum zorunluluğu daha ilk günden başlıyor. Masal gibi bakıyoruz ilişkiye başlangıçta. “Beni mutlu edecek birini tanıdım işte. İşte tam aradığım adam…” Kendinizden vazgeçtiğiniz an işte o andır.
Hâlbuki siz bir bireysiniz. Sizin kendinize özgü bir tarzınız olmalı. Hobileriniz olmalı… Tanıştığınız kişi futbol seviyor diye siz tenis maçlarını izlemekten vazgeçmemelisiniz. Fenerbahçe taraftarısınız, hemen takım değiştiriyor, Galatasaraylı oluveriyoruz.
Bilinçaltına anne karnından itibaren yüklenen bilgilerle hayatımızı yaşıyoruz. Bunu fark etmek önemli. Farkındalıkta duygusal yük yoktur, siz bu noktada değişime açıksınız demektir. Yaptığınız, düşündüğünüz siz misiniz, yoksa anneniz mi? Ondan aldıklarınız mı?
Evetse siz ne düşünüyorsunuz, siz ne istiyorsunuz, kendinize sorun bakalım. Seçtiğiniz partneriniz
Çocukluğumuzdan itibaren kilolu olmanın güzel bir şey olmadığını öğrendik. Güzellik kalıbı bilinçaltımıza ideal kiloya sahip olmak şeklinde yerleşti.
Çocuk doğuran kadın kilo alır. Kadın menopoz sonrası daha çok kilo alır ve bir daha da o kilolar verilmez. Bütün kadınların derdi “kilo” dur. Bir gün bir güzellik salonuna gidersiniz, sahibi “siz kilo almışsınız” der, bütün keyfiniz kaçar. İyi olmak kilo ile bağlantılıdır. Bunların hepsi inançlarımızdır, çocukluğumuzdan itibaren bilinçaltına yerleşen kodlardır.
Güne kahvaltı ile başlanır. Kahvaltı olmazsa olmazlarımızdan olmalı diye biliyoruz. Gerçekten böyle mi? Bir gün sabah kahvaltısında makarna, bir gün roka çilek, bir gün omlet isteyebilirsiniz. Vücudunuzun ne istediğini dinleyebilirseniz sadece ihtiyacı olanı yersiniz.
Kilo konusuna değil, yemekle ilişkimize odaklanmalıyız öncelikle. Aç olduğumuzda mı yiyoruz yoksa farkında olmadan yediklerimiz mi bizi rahatsız ediyor?
Bugüne kadar kilo verdiniz, aldınız. Einstein’ın “Aynı şeyleri yaparak farklı sonuçlar elde etmeyi beklemeyin” sözünü hatırlayın, bugüne kadar yaptıklarınızı değiştirin.
Aç olmadığımız halde sıkıntı, yalnızlık, stres, bir zorlukla karşılaşma gibi nedenlerle yemek,
Farklılaşmak, değişmek, bir halden diğerine geçmek istiyoruz. Bunun zamanı da çoğu zaman işyerinde terfi hayaline kavuşamayıp arkadaşımız terfi ettiğinde, evlilik hayali kurup terk edildiğimizde, bir yatırım yapıp kaybettiğimizde hayatımızda bir restorasyon zamanı geldi deriz. Paulo Coelho’da “değişimler, her zaman bunalım anında gerçekleşirler” sözüyle bunu teyit ediyor.
Aslında o an ne olduğunuzu belirleme zamanıdır. Kimlikleri bir kenara koyarsınız, ben neyim, sıfatlarım neler, yaşam amacım nedir dersiniz.
İşte yaşam amacınızı bulmak yolunuzun geri kalan kısmı için bir ışıktır.
Ne olmak istediğiniz ile ilgili hayal kurdunuz mu hiç? O hayalle bugünkü mevcut durumuz arasındaki farkı tespit ederek yapılması gerekenleri, kendinize katmanız gerekenleri belirleyebilirsiniz. İlber Ortaylı “İyi düşünmek için esasen yalnız kalmak gerekir. Maalesef Türklerin böyle bir kabiliyeti yoktur. Türkler, yalnız olmamanın getirdiği garantiye, yani tehlikeden uzak yaşamanın konforuna güvenir, ama bu da yaratıcılığı öldürür.” diyor. Bizler konfor alanımızı terk etmekten korkuyoruz çoğunlukla. İlişkiler, ortaklıklar, iş yerindeki bağımlılıklar böyle devam etmiyor mu? Her birimiz ne olmak
Başlangıçların gizemi bambaşka… Yeni bir yıl başlıyor, umut, neşe doluyoruz. İlişki başlıyor, işte tam aradığım kişi, bu kez tamam diyoruz. Kısa bir zaman sonra, ilişkinin oluşumuna, taraflara göre değişir. Cep telefonları başlangıçta karıştırılmaz, aşkın sırrı çözülünce neler oluyor partnerimin hayatında merakı başlar. Schopenhauer Aşkın Metafiziği isimli kitabında “bütün aşklar, istedikleri kadar uçarı, tensellikten, dünyevilikten uzak, ayakları, yerden kesik görünsünler, sadece cinsel dürtüde temellenirler; evet, hatta bu âşıklık hali, sadece daha yakından belirlenmiş, daha özelleşmiş, hatta sözcüğün en dar anlamıyla cinsel dürtüdür” şeklinde aşkı tanımlar.
Partnerimizle iletişim sadece aşk çerçevesinde olmamalı bu nedenle… Bir ilişkide aşk güveni zedeliyor çoğunlukla, kıskançlık, kaybetme korkusu en üst düzeyde olabiliyor.
Nicanor Parra“Bir ilişkide güvensizlik varsa oradaki ilişki yalandır. Çünkü güvenilmek, sevilmekten daha büyük bir iltifattır” sözüyle güvenin önemini ortaya koymuştur.
Etkili iletişimle kendinizi ortaya koyabilir, kendinizi ifade edebilirsiniz. Sizi anlayan, sizin anlayabildiğiniz kişiye güven duymak önemlidir. Kendine güven duymanın da başkasına
Günlük yaşam içinde kadınların bir bölümü iş hayatında kariyer peşinde koşarken bir bölümü de evlilik sürecinde kariyer yerine çocuk büyütmeyi seçtiyse mutluluk, huzur nerede, biliyor muyuz? Seçimleri biz mi yapıyoruz, dış etkenlerin yönlendirmesinin etkisinin farkında mıyız? Otomatik pilotta mıyız, kaptan biz miyiz?
Ne istediğini bilmek için öncelikle hedeflerin farkında olmalıyız, yol haritamız yapılmış olmalı…
İş hayatına başladığımda bitirdiğim üniversitenin sayısal olması nedeniyle buna paralel iş hayatını seçmek zorunda olduğumu düşündüm. Bir gün sevmediğim işi yaptığımı, mutsuz olduğumu fark ettim ve ne istediğimi düşündüm. Rengi seviyordum, o halde renkli bir iş seçmeliydim. Tekstil ya da kozmetik sektöründe olmalıydım. Sonunda sektördeki ilk üniversite mezunu olan güzellik uzmanı olarak kozmetik sektöründeki yolculuğuma adım attım. İşim hobim gibiydi, her zaman işe koşarak gittim, en zor günler bile yıldırmadı beni, çünkü ne istediğimi biliyordum.
Ne istediğinizi bildiğinizde, hedefinizi belirlediğinizde her türlü zorluğa katlanıyorsunuz.
Kendinize ne istediğinizi sordunuz mu hiç? İş hayatında, özel hayatınızda?
Ya çocuğunuzun ne istediğini biliyor musunuz?
Dünyanın her yanında kadın güçlüdür. Her alanda mücadelesi ses getirmiştir.
İngiltere’ de kadınların seçme ve seçilme hakkı için yaptıkları eylem, cesareti, gücü ve inancı gösteriyor.
Emily Davison, 4 Haziran 1913 tarihinde 300.000 kişinin izlediği, Epsom Kraliyet Yarışı koşulurken, elinde kadınlar için oy hakkı talep eden Süfrajet hareketinin flamasıyla, Kral 5. George’un atının önüne atladı. Amacı kadınların seçme ve seçilme hak taleplerini duyurmaktı. Ağır yaralanan Emily, tam 4 gün sonra, 8 Haziran 1913 de hayatını kaybetti.
Kadının güçlü olması için tek kriter sadece kadın olmasıdır. Kadın olmasa aile birliğinin oluşturulması mümkün değildir. Aile bütünlüğünü sağlayan kadındır, masadaki son lokmayı yemeyi tercih edendir. Herkes yesin, kalanı yerim diyendir.
Çocuğun güveni bir yaşına kadar anne ile olan iletişime bağlıdır.
Sevgisini herkese, özellikle çocuğuna koşulsuz sevgisini verebilen, onun sevgi dolu büyümesini sağlayan annedir, kadındır. Anne yarının yetişkinleri için gerekeni yapar. Bu nedenle önemli olan bu farkındalığa ulaşmasıdır. Güç ondadır, sadece o gücü hissetmesi önemlidir.
Mesnevi’ nin ilk 18 beyitini Dinle isimli kitabı ile yorumlayan Ali Canip
Kendini seven, olduğu gibi kabul eden, kendisini onaylayan mutlu insandır.
Her şeyi, akıllı olmayı, akıllı olmamayı, güzel olmayı, güzel olmamayı kabul edebiliyor musun? Bir gün kişisel gelişim dersleri aldığım hocalarımdan biri sınıftaki 12 kişinin önünde bana “sen yalancısın” dediğinde çantamı alıp bulunduğum ortamdan kaçmak üzereyken, yanımda oturan arkadaşıma “sen çok pissin” deyince bir şeyler oluyor, oturmalısın dedim kendime. Sonunda “hepimiz her şeyiz “öğretisi olduğunu anladım. Evet, her birimizin her yanı olduğunu bilmeliyiz. O zaman kendimizi kabullenmemek neden? Mükemmel olmanın peşindeyiz, sadece Tanrı mükemmelse, biz Tanrı gibi olmaya mı çalışıyoruz yoksa?
Osho “Dünya cenneti içeriyor, onu keşfetmen gerek ve bu keşfe giden ilk adım kendini kabul etmek, kendin olmaktan coşku duymaktır.” der.
Kendini sevmeyen başkasını sevemez. Sevgi şifadır, sevgi güçtür, sevgi değişimin mührüdür diyen Hz Mevlana’ nın sözü kulağımızdan çıkmamalı… Aşk istiyorum diyenler, kendini seviyor musun? Hangi aşkın peşindesin? İçinde sevgi enerjisi yoksa kime ne kadar sevgini yansıtabilirsin?
Ya kendini onaylamıyorsan? Her sabah evden çıkmadan ayna testi yaptığında, aynada kendini