Minimalizm 1960’larda önce sanat ve müzikte başlayan bir akımdır.
Minimalizm “az çoktur” der. Evinizde, dolabınızda olan her şeyin %100 kullanılıp kullanılmadığına bakarsanız bunun nasıl net bir tanım olduğunu anlayabilirsiniz. Son yıllarda yurt dışından gelen bilgiler sadeleşmenin trend olduğu yönünde.
Albert Einstein “Hiçbir şey büyüklük kadar sade değildir, çünkü sade olmak biraz da büyük olmaktır.” der.
Ancak Türkiye’de mutlu olmayı çok eşyaya, çok pahalı telefona, çok paraya, marka arabalara bağlayan çok kişi var çevremizde. Çoklukta boğuluyoruz çoğu zaman.
Eskiden daha fazla denince olumlu bir çokluk, şimdi ise negatif bir çokluk akla geliyor.
İsveçlilerin dengeli yaşama sanatı, Lagom…
Lagom yaşamak:
En basit haliyle kahveniz için tam da olması gerektiği kadar süt, tam dozunda tam kararında olan bir şeyi tarif eder.
Aşk, hepimizin peşinde olduğu bizi dünyanın en yüksek tepesi Everest’e tırmanmış gibi hissettiren bir duygudur. Bazen kuşların uçuşunda aşk varmış gibidir. Bunu hissettiren belki de aşık olunca ayaklarımızın yere basmaması, uçuyormuş gibi hissetmemizdir.
Aşk belki de hepimiz için bambaşkadır.
Aşk başınıza sadece bir kez gelir diyenler var, birden fazla aşık olmayı onaylayanlar da… Aşık olduğumuzda anda olabiliyor muyuz? Olanı görebiliyor muyuz? Kaybetme korkusu, beğenilmeme endişesi, aşırı özen, kendimizden farklı olmak aşkın içinde değil mi? Kısa bir süre sonra iki taraftan biri sıkılınca veya beklentilere ters düşülünce, başkası olmaktan yorulunca aşk bitiyor. Aşkın içinde hangi his vardı bu kadar çabuk bitebilen? Karşı tarafın hangi yönü bizi etkilemişti? Kadının güzelliği mi, uzun boylu oluşu mu, gözlerinin rengi mi, mesleği mi, yaptığı iş mi? Erkekte yakışıklılık, zenginlik, sosyal ortamdaki yeri mi? Yoksa biz, bize uygun olmayan kıyafetleri giydiğimizde olduğu gibi yaşadığımız ilişkiyi taşıyamaz mı oluyoruz? Bu tür ilişkilerde kendimizin bir yanını, belki de birden fazla yanımızı öldürdüğümüzü çok sonra fark ediyoruz. Kendiniz olmanın aşkta rolü büyük. Âşık olduğunuz
Keşif için önce cesur olmak gerek. Keşif yolculuğunda zorlu anlar olabilir, her an vazgeçebilirsiniz. İstiyorsanız yapabilirsiniz. Kalpten istemek önemli… Yapılan araştırmalar kalbin enerji gücünün beyinden 5000 kat daha güçlü olduğunu ortaya çıkardı.
Karar verdiniz, kendisini keşfedeceksiniz. Önce sorun kendinize sizin tanımınız nedir? Tanımınızı yapamıyorsanız o zaman keşfe çıkmanın tam zamanı…
Hangi kimlikler var üzerinizde? Hayatınızı bilinçaltına yerleşen kalıplarınızın, ödipalinizin yönlendirdiğini biliyor musunuz? Öyleyse kendinize ait kimliklerden sıyrılma zamanı…
Yeniden hikayenizi yazmaya hazır mısınız?
Bazen üzerinde gördüğümüz elbise için sanki başkasının elbisesi deriz, bunun gibi biz kimlerin kimliklerini üzerimize uydurmaya çalışmışız, görelim. Kendimizi seyredelim.
Kimlerle iletişim içindesiniz, her birini bir kelime ile tanımlasanız, ne söylersiniz? Size güvenenler mi sizin cesaretinizi sürekli kıranlarla mı birliktesiniz? İsteklerin yönetimi ancak rezonans alanınızı yönetmekle mümkündür.
Geçmişte affedemedikleriniz mi var? Neden affedemediğinizi düşünün, yoksa sadece size uygun olmayan bir davranış olarak mı değerlendirdiniz olanı, yapılanı… Bu,
Alışkanlık, bir şeye alışmış olmak olarak tarif ediliyor. Yeni bir alışkanlığa sahip olmanın süresi, sahip olunmak istenen davranışın zorluğuna göre değişiyor. İlişkilerde hep aynı günlerde görüşüyor, pazar kahvaltısı şölen oluyor, ayın ilk cumartesi akşamı sinemaya gidiliyor şeklinde alışkanlıklar bir süre sonra rahatsız edici boyuta geliyor ve tekdüzelikten şikâyet ediyoruz.
Çalışan bir çift olsanız dahi bir sabah 05.00 de uyanıp keyifli bir kahvaltı hazırlayıp, neşe içinde işe gitmek çok mu zor?
Bir kitabı seçip birlikte okuyup, sonra tartıştığınız, üzerinde konuştuğunuz oldu mu hiç? Ya yemek yarışması yaptınız mı? Cumartesi günü evde bir menü hazırlayıp, bir çeşidi siz, bir çeşidi eşiniz yaptı mı? Bunu bir yarışma olarak düşünüp, kazanana bir ödül koydunuz mu?
Alışkanlıkların değişimi için işe gittiğiniz yolu bile değiştirin diyoruz. Otomatik pilottan çıkmak önemli. Gittiğimiz yolu görmeden, sağımızda solumuzda olanları fark etmeden hedef noktaya gitmek tamamen otomatik bir davranıştır. Konfor alanımızı bulmak bizi rahatlatır, oradan çıkmayı pek sevmeyiz. Bilincimizle farklı bir yol seçtiğimizde ise kararı biz veririz.
Her gün yeni bir gün ve her gün yeni
Aşk… Hepimizin yeni yıl hedeflerinde, doğum günü dileklerinde olan bir kelime… Sihirli bir kelime, bir olgu. Hayatımızda olmazsa eksikliğini hissettiğimiz… Uğruna kitaplar yazılan… Şarkı sözlerinde içimizi sızlatan… Aşk…
Aşkın ömrü 3 yıldır denir. Bu konuda yazılmış bir kitap da varsa ne söylenebilir? Yaşandığında hedefe ulaşmanın hazzı bazı felsefecilerin düşüncesine göre tamamlanır, kişi yeni bir haz arayışına girer. Yeni arayışlar gelir ardından… Nasıl olduğu bilinmez yeniden aşık olunur.
Aşık olunan kişiyle hayalleriniz yarım kaldıysa, duygular ara vermeksizin sürer gider.
Aşka aşığım diyen de bir grup insan var. Senin bana aşık olmana aşığım diyenler de… Benim bahsettiğim aşk hissedilen, yaşanan, zihinde değil kalpte istenen kişiye duyulan aşk…
Farklı dine mensup bir çiftin evliliğine izin verilmeyince kadın evleniyor. Bir çocuğu oluyor ve yıllar sonra eşinden ayrılıyor. Başka biriyle evlilik ve çocuk aşkı bitirmiyor, çünkü o yaşanamayan aşktır onun için. Erkek evlenmemiş hiç… Boşanma sonrası aşkı yaşayamayan çift evleniyor, mutlu evlilik yaşama yaşını çoktan geçtikleri düşünülse de her günleri birbirinden özel yaşanıyor.
Bu çift evlenmeye karar verdiklerinde
2018 yılı yaşanmışlıklarıyla bitti, yerine yepyeni, pırıl pırıl beyaz bir sayfayla 2019 geldi. Giden yıla bize verdiği dersler için, bize kattıkları için, mucizeleri için teşekkür ediyoruz. Sosyal medyada giden yılımıza çok kötü yorumlar yapanlar gördüm, buna gerek yok. Yeni yıla bembeyaz bir sayfayla başlıyorsak, içimizde sevgi enerjisi varsa zaten biz kötü düşünemeyiz. Biz negatife değil, pozitife odaklanan olalım. Hedefimiz mutlu olmak...
Aralık ayının son haftası paylaşımlarda, mesajlarda yeni yıl dilekleri umut dolu, heyecan doluydu. Herkes gökkuşağı görmüş, o gün mucizeler olacakmış gibiydi. Yeni yılın getirecekleri mutlu edecekti onları. Takvim değişikliği miydi bu değişikliği yaratacak olan, yoksa biz miydik? Düşüncelerimizi mi değiştirmeye karar verdik, hayallerimizi gerçekleştirme yolunda mıyız artık, hayal panosu yaptık mı?
O zaman her gün değişen takvim varsa her gün "yeni" bir gün diyebileceksek, neden yeni yıl heyecanı her gün olmasın? Her gün umut dolu olabiliriz. Her gün yeni bir sen olabilirsin, her gün yeni bir ben olmaya hazır olabilirim. Her gün hayallerime ekleme yapabilir, hikayemi yeniden yazabilirim, ne duruyoruz o zaman?
Bu yıl bir farklılık
Değerlerimiz doğum anından itibaren aldıklarımızla oluşur, anne karnından itibaren bilinçaltına biriktirdiklerimiz kayıtlıdır, kolay kolay silinmez. Bizi şekillendirendir bu birikimler… Değerler, kişisel inançlarımızdır. 0-6 yaş arası etkili olmak üzere, 17 yaşa kadar çevreden alınan kayıtlar da bilinçaltında kalıplara dönüşür.
Bireylerin gelecekteki her tür olaya yaklaşımı, kararları bilinçaltı kayıtlarına bağlıdır.
Değerler zaman içinde farkındalıkla değişime uğrar. Bulunduğunuz yerin değerleri sizi yönlendirir. Değerler genellikle yaşadığımız travma yaratan bir olayda ya da bilinçli olarak değiştirme kararı ile farklılaşır.
Bir olay karşısında aldığınız karar o anın kararı değildir. Bilinçaltındaki kalıpların etkisi ile karar alınır. Hayatımızın yönünün değerlere bağlı olduğunu unutmamak gerek. Kişilerin değerleri yeniden değerlendirilip farklılaştığında ortaya çıkan kişi modeli bambaşka olacaktır.
Davranışların değerlerle paralelliği kişinin konumlandırmasını bozmamalıdır. Asıl değer davranışla bütün olmaktır.
Hayatınıza girebilecek birini seçersiniz, ama annenize kabul ettiremeyeceğiniz biriyse onu bir gün hayatınızdan çıkarmak zorunda kalacağınızı biliyorsanız o
Herkes saf sevgi ile doğuyor. Ne oluyorsa ergenlik dönemi ve sonrasında oluyor. Çocuklarla olmak bizi hep mutlu eder ya negatif enerjimiz uçup gider işte bunun sebebi onların henüz değişime uğramamış olan saf sevgileridir.
Doğum anından itibaren bilinçaltına kaydedilenler bizim yetişkin dönemimizde benliğimiz oluyor, her şeyi o kalıplar yönetiyor. Bunu fark etme şansına sahip olanlar için değişim şansı var tabii ama ya fark edemeyenler, hep kendilerinin en iyiyi bildiğini zannedenler, işte onlar hem kendilerine hem çevrelerindekilere zarar verenlerdir.
Bir anne çocuğunun yanında ben anne olabilecek biri değildim dediğinde çocuğunun ne hissettiğini düşünemeyecek durumda, ona kötülük ediyor, farkında bile değil. Aynı kişi bir arkadaşına yalan söylüyor rahat rahat. Hangisi daha kötü? Elbette hepsi. Ama çocuğuna kötülük edenin bir başkasına kötülük etmesi de şaşırılacak bir şey değil.
Çevremde bu tür insanlara baktığımda iyilik kavramını bile bilmediklerini gördüm. Sürekli entrika, strateji onların yaşam biçimi. Çünkü iyi olana, güzel olana sahip olma hakları olduğunu düşünmüyorlar. Çok güzel insanlar, ama onlar bu güzelliği göremeyenler…
İçten dışa değişimde ilk yapılacak