Öfke doyurulmamış isteklere, istenmeyen sonuçlara ve karşılanmayan beklentilere verilen duygusal tepkidir.
İlişkilerde aşık olduğumuz, birlikte yola çıktığımız, birbirimizin bir adım ileriye gitmesi için gerekeni yapmak kararlılığında olduğumuz kişiye neden öfkeleniyoruz? Kuşlar bile kendi cinsiyle uçar sadece. Siz de aynı frekansta olduğunuz için eşinizi seçtiniz. Seçimi kendiniz yaptınız, onunla her anı mutlu, huzurlu yaşamak istiyorsunuz. Ama sizi rahatsız eden bir noktada öfke, hiddet çıkıyor ortaya.
Öfkelendiğiniz an, karşınızdakinin haklarını engellediğinizi biliyor musunuz?
Eşinizle bir akşam yemeği planınız var ancak son anda eşiniz keyfi olmadığını, sizi de keyifsizliği ile üzmek istemediğini söylerse ne yaparsınız?
Eğer kişisel algılayıp, sizinle dışarı çıkmak istemediğini, birlikte vakit geçirmek istemediğini düşündüyseniz sesiniz yükselecek, öfkeli davranışlar sergileyeceksiniz. Halbuki o sadece keyifsiz. Sizinle ilgili bir konu değil olan.
Hz Mevlana “ hiddet ve asabiyette ölü gibi ol” der.
Siz de öfkelenmeden, kızgınlığın sebebini ilk 15 saniyede fark ederseniz, onun da hakları olduğunu düşünürseniz, bunların hiç biri olmayacak.
Mevlana “ Öfke rüzgar
Sosyal medya hayatımıza girdiğinden beri hepimiz online durumdayız. Anne çocuğuna yemek yedirirken anda olamıyor, dışarıda yemekte arkadaşlarla buluştuğumuzda, eşimizle akşam evimizde sohbet ederken anda olamıyoruz, çünkü sosyal medyadan vazgeçemiyoruz. Paylaşımlarımızı kimin beğendiğini, storyde kaç izlenme olduğunu, o sırada takipçilerimizin nerede olduğunu görmek bizim için daha önemli. Sadece online olduğumuz zamanlar da olacak elbette ama sadece anda olmayı deneyimlediğinizde sosyal medyanın tadını daha çok alacaksınız. Paylaşımlarımızın “ben buyum” anlamına geldiğini biliyorsunuz. Konumlandırmanızı yaptıysanız sosyal medyada neyi, nasıl paylaşacağınızı da bilirsiniz.
Bir danışanım sosyal medya paylaşımları nedeniyle eleştiri aldığını, iş yerinde en az ücret artış oranının kendisinde olmasının nedeninin işverenin çok geziyorsun, senin paraya ihtiyacın yok yorumunun son nokta olduğunu söyledi. İncelediğimde danışanım konumlandırmasının çok dışında bir yaşamı fotoğraflıyor, belki hayal ettiğini postlarında kullanıyor. Bilinçli değil yaptığı… Ama sonuç ortada. Fotoğraftaki pozlar bile bambaşka yansıtıyor onu.
Sosyal medya paylaşımlarımızda konumlandırmamız paralelinde
Bir fotoğrafa, bir tabloya, bir sanat eserine nasıl bakılacağını öğrenmek istiyoruz. Sadece hobimiz olsa bile eğitim almak, bu konuda kendimizi geliştirmek istiyoruz. Bir esere nasıl bakmak gerektiğini bilmek için gerekeni yapıyoruz. Peki sürekli iyi gitmediği için mutsuz olduğumuz ilişkimize nasıl bakıyoruz? Farklı bir bakış açısını bile denemiyoruz.
Son gittiğim sergide sanatçının resim yaparken bir ifadesi olduğu söylendi. O ifadeyi siz bire bir alamıyorsanız sizin için değildir o eser. Baktığınızda resim size bir şeyler söylüyor, iletişim kuruyorsanız sizin içindir. Bakıp ne söylediğini hissetmek için çaba var burada. Ya ilişkilerimizde? Sadece şikayet ettiğimiz ilişkilerimiz için sanata baktığımız gibi “sanatsal bir bakış” geliştirebilir miyiz?
Her sanatın kendine özgü kuralları, bilimsel, tarihsel ve felsefi boyutu vardır. Çıkış noktaları farklıdır.
Contemporary’de hocamızın görüşme yaptığı Ardan Özmenoğlu post-itlerle bir tablo yapmıştı. Yaşadıklarımızdan yola çıkıyorum, hep post-itlerle birbirimize hatırlatma yapmıyor muyuz, kendimize hatırlatmalarımız da bu şekilde. Ben tablolarımla, çalışmalarımla yatıyor, onlarla kalkıyorum. Tatile bile gitmiyorum. Sanat benim
Eşinizle, sevgilinizle, ailenizle, arkadaşınızla, iş yerinde yöneticinizle, ekip arkadaşlarınızla olan ilişkilerinizde bir şeyler yolunda gitmiyor, çözüm bulamıyorsanız durun, bitirme noktasında değilsiniz henüz…
Erkek arkadaşınız size çok gergin bir tartışma anında tokat attıysa, sonraki gün evinize kocaman bir buket çiçek gönderip, özür dilerim dediyse ve siz mutluluktan uçtuysanız bilin ki yine gergin bir anda bir tokat daha atılabilir. Sessiz kaldınız, sessiz anlaşma ile size tokat atılmasını ve ardından özür dilenmesini kabul ettiniz. Karşı taraf sizin bu anlaşmayı kabul ettiğinizi düşünüyor. Bir sonraki olayda aynı şekilde olacağından emin. Ama bu kez siz tepki gösteriyorsunuz, polise şikâyete kadar gidiyorsunuz, erkek arkadaşınız şaşkın… Ama daha önce bu olay olmuştu, farklı ne oldu da olay polise intikal etti bu kez diye düşünüyor.
Yapılması gereken ilk davranışınız olay sonrası çiçeği alınca mutluluktan uçmak, sessiz anlaşma imzalamak yerine bir kez daha buna benzer bir olayı kabul etmeyeceğinizi söylemek, kararlı olduğunuzu tam, net bir şekilde ifade etmek, değerlerinizi, ilişkide konumlandırmanızı hatırlatmanız olmalıdır.
İtiraz etmek bir sona eriş diye
Sizin için hayatınızda ne değerli? Aileniz, sevdikleriniz, işiniz, mülkünüz… Peki siz? Bu listede kaçıncı sıraya koyarsınız kendinizi! Ya da şöyle sorayım. Kendinizi ne kadar değerli hissediyorsunuz?
Aret Vartanyan “Eğer sen farkındalık yaşarsan, her gün senin için bir altın fırsata dönüşecektir. Her şey senin farkındalığına bağlıdır.” sözüyle bunu çok net ortaya koymuştur.
Yetersizlik, değersizlik duyguları içinde olan bireyler, içindeki gücün farkında olmayanlar, ben ne yapabilirim ki diyenler etrafımızda oldukça fazla. Peki neden insanlar kendilerini değersiz hisseder? Bu konuyla ilgili çok kısa zaman önce yaşanmış bir olayı anlatmak istiyorum.
Uzun yılar bankacılık sektöründe çalıştıktan sonra emekli olan bir kadın ile karşılaştım. 51 yaşında olan bu kadın ile kişisel gelişim alanında seanslar yapmaya başladık. Değersizlik konusu ile ilgili konuşmalarımızda kendisinden uzun süredir aldığı fotoğrafçılık kursundan bahsetmesini istedim. Ancak aldığım “Sadece vakit geçirmek için gidiyorum” cevabı beni hiç şaşırtmadı. Fotoğrafçılık ile ilgili sohbet ettik. İyi bir fotoğrafçının neler yapabileceğini, fotoğrafçılıkta hedefleri konuştuk. Kendisine neden bir sergi açmıyorsun diye sordum.
İlişkilerde her şey çok güzel başlayıp devam ederken birden istenmeyen problemler ortaya çıkabiliyor. İlginin azaldığı durumlarda sahip olma içgüdüsü yerini buluyor. Beyni yönetebiliyorsak, hastalıkların bile yorumunda “her şey beyinde biter” diyorsak neden ilişkiler için aynı şeyi söyleyemiyoruz. Kendimizi her gün “yeniden” diyerek yeni güne hazırlıyoruz, ama ilişkilerde bunu yapmıyoruz. Yoksa umursamıyor muyuz?
Her gün yeniden başlıyormuş gibi davrandığımızda farklı sonuç elde edeceğimizden eminim. Einstein “Aynı hareketleri yaparak farklı sonuç elde edeceğini düşünmek aptallıktır” demiş.
Biz de her gün yaşadığımız ilişki ile ilgili şikayet ediyoruz. Hep biz haklıyız. O bana şunu yaptı, bunu yaptı, önce bir düzelsin ben de o zaman ona farklı davranmaya başlarım diyoruz çoğunlukla. Şikâyeti bırakıp farklı eylemlere var mısınız?
Mutluluğun tarifi nedir diye sorsam kaç kişi buna cevap verebilir? Çoğumuza göre mutluluk bir sonuçtur. Evlenmek istiyorum, istediğim kişi ile evlendiğimde mutlu olacağım. Hep bir sonuca bağlı mutluluk anlayışı. Sonuca ulaştığımızda yeni bir haz arayışı başlıyor. Bu kısır döngü devam edip gidiyor. İlişkilerinizde anda mutluluğu deneyimlediniz mi
Mutluluğu şartlara bağladığımızda genellikle bir evimiz, yuvamız olsun, sevdiğimiz bir kişi olsun hayatımızda diyoruz… Bu hayaller gerçekleşmezse mutluluğun olmayacağına inanıyorsak belli bir yaşa gelince, karşılaştığımız kişinin “ruh eşimiz” olduğunu varsayıyoruz. Bu varsayım hayatımızın yönünü değiştiriyor ve işte beklediğim mutluluk dedirtebiliyor.
34 yaşında, güzel bir kadın hayal ettiği, mutlu yuvaya tam kavuşacakken bazı nedenlerle nişanlısından ayrılıyor ve tüm mutluluk hayalleri sona eriyor. Sorun tek oğlunu kaybetmek istemeyen annenin oğlundan kopmak istemeyişi. Oğlunun mutluluğunu isteyen, ancak yalnız kalmak istemeyen anne farkında olmadan evliliğe engel oluyor.
Bazen ilişkilerimizde engel biziz. Kendi kendimize engel olur muyuz hiç diyorsunuz, farkında olmadan yapıyoruz bunu. Bazen verdiğimiz tepkilerin sonuçları dönülmez noktaya getirebiliyor bizleri.
Mevlâna “Bazen diyorum ki ne olacak söyle gitsin, sonra diyorum ki söyleyince ne olacak sus bitsin” der. Sözlerimizin sevgi dili ile ağzımızdan çıkması öfke yaratmaz, sonuca götürür bizi. Zarif sözcükleri kullanmak, zarafet içinde konuşmayı denemek gerek. Suçlama, yargılama, yorum içermeyen, kendinizle ilgili
Mobbing son yıllarda iş hayatında gündemde olan bir olgu. Türkçe karşılığı psikolojik baskı olan mobing uygulamaları karşısında neler yapılması gerektiği insan kaynakları departmanı tarafından eğitim organize edilerek çalışanlara anlatılıyor.
Peki psikolojik baskı sadece karşımızdaki kişilerden mi geliyor? Biz kendimize mobbing, yani psikolojik baskı yapmıyor muyuz? Kilo aldım, kilo vermeliyim, canım baklava yemek istiyor, ama yememeliyim. Spor yapmalıyım, canım istemiyor derken zorla istemediklerimizi yapmaya çalışıyoruz. Canın istediği için yediğin tatlı sende suçluluk hissi yaratıyor, neredeyse kendinden nefret noktasında dönüş yapıyor. Sizce buna hakkımız var mı? Burada psikolojik baskıdan öte bir şiddet söz konusu.
Şiddet ve psikolojik baskının kendimizi sevmemiz, değerli bulmamızla ilgili olduğunu biliyor musunuz? Kendimizi iyi hissetmenin bir yolu ise yemek, burada duygusal bir açlık söz konusu olabilir.
Mobbing uygulayanların ortak özellikleri: