Ciddi endişelerim var...
Ne yapılacaksa, bir an önce başlanmalı...
“Felaket tellallığı” yapmak istemiyorum ama biz yıkmazsak, bu İzmir, binlercemizi yıkıp yok edecek.
* * *
Herkesin dilinde...
Herkes sürekli basın bültenleriyle bağırıp çağırıyor...
Sonuç; herkes birbirini bekliyor...
Bayram boyunca İzmir’de değil, ama uzakta da değildim.
Nedense bu Kurban Bayramı’nı “ruhsal botoks” yaparak geçirmek istedim.
Kimbilir belki de, farkında olmadan bir “tepkiydi...”
29 Ekim Cumhuriyet Bayramı’nı kutlamayı, kutlanmasını münasip görmeyenlere nazire, ben de Kurban’ı “askıya” aldım...
Kent kargaşasından uzakta kalmak, “iyi olur” diye düşünmüştüm.
Ne fayda...
Sıkıntılarını unutmak için akşamları, şişenin dibini görünceye kadar içip sızanlar için söylediğim bir laf vardır:
Disiplin olmazsa, dileyen dilediğini yapar; kurallara uyulmazsa, o kent, yaşanılır olmaktan çıkar, kargaşanın hakim olduğu, Bremen Mızıkacıları’nın sahneye çıktığı panayıra döner.
İzmir, ne yazık ki giderek böyle bir metropole dönüşüyor.
Bunu, iki-üç hafta önce gittiğim Beyrut’tan dönüşümde fark ettim.
Onsekiz yıl sınır komşusuyla ve iç savaşla boğuşan, İzmir’in tırnağı bile olamaz denilen Beyrut’u, kent disiplininin, kuralların sıkı sıkı uygulandığı bir kent olarak gördüm.
İzmir’e döndüğümde Bangladeş’deymiş gibi hissettim kendimi.
* * *
Yerel yönetiminden trafiğe, seyyar denetiminden kaldırım işgallerine, işportadan yaşam kuralsızlığına kadar uzanan bir vurdumduymazlık yaşanıyor İzmir’de...
Cevat Durak haklı.
Hangi konuda...
Karşıyaka’nın başta Alaybey olmak üzere, Bostanlı ve bazı yerleşim bölgelerinde, 5 şiddetinin üzerindeki bir depremde yüzlerce binanın yıkım riski taşıdığını uzun zamandır söylüyor.
Ötesinde, feryat ediyor...
Dinleyen yok, kulak asan, bana mısın diyen hiç yok...
* * *
Karşıyaka Belediye Başkanı Durak, baktı ki olmuyor; dün çok daha ağır konuştu:
Vali Cahit Kıraç, bu kez işi ciddi tutuyor...
Sorumluluğu büyük...
Ama daha önemlisi, İzmir’in, 2015 EXPO’su için Milano’ya karşı kaybettiği yarıştan önemli dersler çıkartmış olması.
2020 için, geçmişte atılan yanlış adımlar, İzmir’deki çok başlılık, uygulamadaki acemiliğimiz; kısacası tüm olumsuzluklar zinciri bugün Vali Kıraç için adeta bir “yol haritası” olmuş.
Çok kararlı...
Kıraç; aman o darılmasın, aman o kızmasın, aman o küsmesin, aman bu seyahate o da gitsin gibi ayrıntıları EXPO 2020 lügatından silmiş...
Hedef tek: EXPO 2020’yi İzmir’e kazandırmak...
Alıştık artık bu söylemlere...
Ne zaman “yıkılsak”, ne zaman “deprem” bizi vurup geçse, sıcağı sıcağına, her şeyi yapacağımızı söylüyor, müteahhitlere kızıyor, hapishanelerde çürütmekle tehdit ediyor, mangalda kül bırakmıyoruz.
Acılar yavaşlayıp, ölenler toprağa, sağ kalanlar yaşama tutunmaya başladığında, her zaman olduğu gibi unutup gidiyoruz.
Tıpkı 1999 Marmara depremininde yaşanan fekalet sonrası gibi.
Göreceksiniz Van’da da aynı olacak. Aynı süreç yaşanacak.
Çünkü Marmara Depremi’nden sonra neyi düzelttik de, Van’da bunlardan ders alıp doğruyu yapacağız?
Marmara felaketinden sonra benim anımsadığım, aklımda sadece “deprem sigortası” kalmış.
Resmi olarak kutlayamadığımız 29 Ekim Cumhuriyet Bayramı ile ilgili iki-üç gündür yoğun bir mail ve telefon trafiği yaşadım.
Hepsi de yerden göğe kadar haklıydı.
Özellikle de anneler ve kadınlarımızın serzenişleri, eleştirileri tabir yerindeyse “cuk” yerine oturan cinstendi.
Dörtbuçuk yaşındaki bir erkek evlat sahibi annenin, 29 Ekim’de oğluyla yaşadıkları ise bence, “duvar yazısı” yapılmalı.
Ben çok etkilendim.
Bu nedenle 29 Ekim Cumhuriyet Bayramı’yla ilgili O’nun gibi düşünen tüm anneler adına, adı bende saklı bu 34 yaşındaki hanımefendinin mailini okumanızı istiyorum:
H H H
Sabah erkenden kalktım.
Baktım, daha gün yeni yeni ağrıyor.
Yaptım sade kahvemi, yaktım cigarayı, öksüre-aksıra (aç karnına sigara yaktığımda hep böyle olur) oturdum balkona, ohhh; gel keyfim gel...
Öksürüklü keyif bitince, baktım sakallar iki günlük, banyoya girip “sinek kaydı” traş, ardından duş, pırıl pırıl çıktım salona...
Bu arada sevgili eşim Meltem Hanım da uyanmış, bendeki bu hareketliliği şaşkın gözlerle izliyor.