Çin Komünist Partisi Merkezi Komitesi’nin Stratejik Çalışmalar Enstitüsü öğretim üyesi Song Fang, açıkça itiraf ediyor:
“Çin ile Rusya’nın ilişkileri hiçbir zaman bugünkü kadar sıkı ve sağlam olmadı; iki ülkenin anlaşmaları hiçbir zaman bu kadar geniş kapsamlı temellere dayanmadı.”
Haklıdır; Rusya da “Sovyetler Birliği” adıyla anılır ve işbaşında 74 yıl boyunca “Tüm Rusya Komünist Partisi” bulunurken dahi, iki komünist dev ülke, NATO’suyla, ABD’siyle bütün kapitalist aleme karşı ittifak yapmaları beklenirken, daima birbirlerine mesafeli olmuşlardı. Çin-Rus ilişkileri hiçbir zaman “kapsamlı stratejik koordinasyon temeline oturan dünya barışına yönelik ortaklık” kelimeleriyle tanımlanmamıştı. Prof. Song, bunu Çin Komünist Partisi Haber Ajansında yayınlanan yazısında şöyle özetliyor:
“Her iki ülke de gerçek çok taraflılığı uygulamakta, uluslararası ilişkilerde demokrasiyi teşvik etmekte ve dünya barışı, istikrarı ve
Avrupa haber sitelerine göre, halen Afganistan’da her yaştan insanın her tür organı için bir pazar var. Söz gelimi, böbrek arıyorsanız Herat’a gideceksiniz. Nasır Ahmad isimli bir doktor açıkça söylüyor: 2021’de 85 böbrek nakli ameliyatı yapmış. Böbreği veren bir masada yatıyor; alacak olan Avrupalı-Amerikalı kişi öteki masada. Doktor birinden alıp, ötekine aktarıyor böbreği.
Bir hastanede yönetici olan Dr. Ahmad Shekaib de, bağışçıların adeta birbiriyle yarıştığını anlatıyor. Nitekim organ nakli için kendi ülkesinde yıllarca sıra bekleyen kişiler atlıyor uçağa, Afganistan’a geliyor ve “Çarşıya bir haber uçuruyor...” Ertesi gün, organ bağışlamak isteyenler, hastanenin önünde kuyrukta.
Buraya kadar belki normal. Yani ortada bir “Alan memnun, veren memnun” durumu var… Gerçi arzın yüksekliği sebebiyle piyasa giderek düşüyor ve bir böbreğin fiyatı 3 bin euro’dan 1.000 euro’ya kadar inmiş bulunuyor. İşin insani boyutunu bir an görmezden
Ukrayna savaşın eşiğinde. Batı kamuoyu ve dünya siyaseti, doğal olarak tüm dikkatini burada topladı. Afganistan, Ukrayna’dan Trakya kadar daha geniş, nüfusu da 6 milyon daha fazla. ABD ve onun koalisyon ülkelerinin işgalindeyken, medyada Afganistan’dan çok söz ediliyordu. Hele de, Amerika’nın bu ülkeyi eliyle Taliban’a teslim ederek geri çekilmesi sırasında Afganistan’sız gün geçirmedik. Ama dünyanın dikkati artık başka konulara kaydı.
Sahne ışıkları Afganistan’a dönük iken mesela her 5 saatte bir çocuğun mayına bastığı veya taraflar arasında kaldığı için öldüğüne ilişkin haberler okurduk. Gününe göre ya buradaki saat ya da ölen çocuk sayısı değişirdi. Şimdi İngiltere’deki bir STK, takipçilerini, sosyal medyada bir dilekçeyi imzalamaya çağırınca fark ediyoruz ki, Afganistan’da şu anda açlık var ve önümüzdeki bir ay içinde tam 5 milyon çocuk ölecek. “Ölebilir” veya “ölmesinden korkuluyor” değil,
Cumhurbaşkanı Erdoğan bugün, Batı’ya göre Rusya’nın her an saldırıp işgal edeceği Ukrayna’yı ziyaret ediyor. Bu, sıradan bir dostluk pekiştirme ziyareti değil; ikili ilişkileri Ocak 2011’de stratejik düzeye çıkartmış olan iki ülke arasında, cumhurbaşkanı düzeyinde 10. görüşme olacak.
Ukrayna-Türkiye Yüksek Düzeyli Stratejik Konseyi’nin oluşturduğu Stratejik Planlama Grubu (SPG), Ticari ve Ekonomik İşbirliği Komisyonu ve Savunma Sanayii İşbirliği Ortak Komisyonu gibi birçok mekanizma var. Yarın iki ülke, Stratejik Ticaret Anlaşması imzalayarak, ilişkilerini bir üst düzeye taşıyacaklar. Türkiye, Sovyetler Birliği’nin dağılmasından sonra bağımsızlığını yeniden kazanan Ukrayna’yı 1991’de hemen Rusya’nın ardından tanımıştı. Türkiye ile Ukrayna arasındaki ticaret de hızla gelişiyor. Bunda, Ukrayna’nın teknik yatırım ve imalat sektörü açısından Sovyetler’in Rusya’dan sonra en gelişmiş ikinci üyesi olmasının da payı var.
Erdoğan-Zelenskiy görüşmelerinde elbette Batı ile Rusya arasında Ukrayna
Biden’ından Blinken’ine, şu sırada hangi batılı lideri dinleseniz, sanırsınız siyaset konuşmuyor, sevinçten çifte telli oynuyor: Oh, oh, Ruslar saldıracak; Ukrayna’yı dümdüz edecek!..
O kadar ki Ukrayna Cumhurbaşkanı Vladimir Zelenskiy bile Rus korkusuyla titrediği halde batılıları uyararak, “Batılı liderler yarın bir savaş çıkacağını söylüyor. Bu paniğin ülkemiz için neye mal olduğunu görmüyorlar. Oysa biz Rusya ile daha önce yaşadığımız gerginlikten fazlasını beklemiyoruz” demek zorunda kaldı.
Ukrayna lideri, Rusya korkusuyla titremekte haklı; muhtemelen Rusya Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov ve Genelkurmay Başkanı General Valery Gerasimov dışında kimse Devlet Başkanı Putin’in ne yapacağını bilmiyor. Biden da bilmiyor; NATO genel sekreteri Jens Stoltenberg de... Ama Ukrayna lideri şunu biliyor; ülkesinin onda biri Rusya tarafından ilhak edilmiş ve ayrılıkçı Ruslar tarafından bağımsızlık ilan edilerek kopartılmış vaziyette. O kadar ki, Zelenskiy’nin hükumetinde “Geçici İşgal Altındaki Toprakların Yeniden Entegrasyonu” adıyla bir
Uluslararası ilişkiler kadar yorucu, bırakın anlamayı deşifre etmesi bile kimi zaman imkânsız mesajların alınıp verildiği başka bir süreç yoktur.
Söz gelimi, her şey yolunda görünür ve her gün 28.5 milyon metreküp sıvılaştırılmış İran doğal gazı Gürbulak’tan tıkır tıkır akıp, boru hatlarıyla Petrol Taşıma A.Ş.’nin (BOTAŞ) Tuz Gölü’nün altındaki depolarına dolarken, İran Milli Gaz Şirketi “Teknik bir arıza nedeniyle 10 gün süreyle size gaz veremeyeceğim!” der. Bu işler, mahalle bakkalımızın “Bugün ekmek yok!” demesi ve bizim öteki bakkaldan ekmek tedarik etmemiz tarzında cereyan etmediği için, BOTAŞ hemen oldukça kalabalık ekibini karşı tarafa yollar. Çünkü teknik arızanın belgelenmesi gerekir, yoksa İran yüz binlerce dolar tazminat ödemek zorundadır. Fakat o da ne? Teknik heyet arıza filan göremez, İran resmen gazı kesmiş ve iç piyasaya vermiştir.
Sıvılaştırılmış doğal gaz sınırsız depolanabilen bir şey olmadığı gibi Türkiye’nin de çeşitli yerlerde sınırlı, toplam 3 milyar
Türkiye, uzunca bir süredir Birleşik Arap Emirlikleri (BAE), Mısır ve İsrail ile normal yani anlaşmazlıkları konuşarak halletmeye imkân veren ilişkiler kurulması için çaba sarfediyor. Uluslararası ilişkilerde bu tür gelişmeler tek taraflı kararlarla olmaz, iki tarafın da ilişkileri iyileştirmek için bir ön anlaşma yapması gerekir.
Taraflardan birisi bu niyette değilse, genellikle öteki taraf da durduk yerde tek taraflı açıklamalar yapmaz. Diplomasinden bir nebze nasibi olan gazeteciler bunu bilir ve ne ülkelerini ne de kendilerini zor durumda bırakmaz.
Türkiye ile İsrail arasındaki ilişkilerin normal seyrine kavuşması için iki tarafın da arzu belirtmesi ve ilk adımı atmak konusunda hazırlıklar yapması, 2016 yılının son aylarına kadar uzanıyor. O zaman İsrail diplomatik çevrelerinde bu girişime “Reelpolitik” veya o zamanki başbakan Binyamin Netanyahu’nun bayıldığı ifadeyle “Musevi Pragmatizmi” deniliyordu.
Ama o zaman da belliydi ki bu politikanın da pragmatizmin de yolu kolay olmayacaktı.
Nitekim daha düne kadar devam eden bu süreçte, kimin, hangi
Yemen’de olup bitenleri nasıl nitelerseniz? Dram mı? İnsanlık faciası mı? Bir ulusun sistematik olarak yok edilmesi mi? Mezhep kavgası mı? Ya da daha duygusuz ve gerçekçi bir ifadeyle, İran ile Suudi Arabistan arasındaki vekâlet savaşı mı?
Bunların hepsi doğru. Eksiği var, fazlası yok. Yine de bu ifadeler her gün “İşte Müslümanları görüyorsunuz. Nasıl birbirlerini yiyorlar!” mealindeki başlıkları ve kurumuş bacakları annesinin kucağında bir avuç nesne halini almış vücudundan kameraya doğru sallanan çocuğun resmini anlamamızı sağlamıyor. O çocuğun ve annesinin bu hale gelmek için ne suç işlediklerini, günahlarının ne olduğunu kavramamız için bu ifadelerin hiçbiri yetmiyor.
Ne olacak eğer Arap Yarımadası’nın bir ucundan Akdeniz’e kadar uzanan hilal şekilli coğrafya Şiilerin elinde olsa? Ne olacak buraya Şia Hilali adı verildiğinde?
İran’da halkına yabancı, Batı taklidi Şah Rıza yönetimi sona erdiğinde tanıdığım hiçbir İranlı, "Oh ne güzel...
Şimdi bütün Ortadoğu’ya İslam Devrimi ihraç