Pakistan’ın ünlü kriket oyuncusu İmran Han başbakan oluncaya kadar, ülkenin gülen bir yüzü olmadı. 1947’de bağımsızlığına kavuşan ülkenin ilk başbakanı Liyakat Ali Han, suikaste kurban gitti. Zülfikar Ali Butto, askeri darbeciler tarafından idam edildi. Butto’nun kızı Benazir Butto, iki kere başbakanlıktan uzaklaştırıldı.
Anayasaya göre usulünce feshedilmiş yani erken seçime gönderilmiş bir parlamento, anayasa mahkemesinin kararıyla seçime kadar işbaşında sayılıp, önceki gece yarısı güven oylamasına gidince, 2018’den beri Türkiye’de de kamuoyunun sevdiği bir şahsiyet haline gelen İmran Han görevden alınmış oldu.
Pakistan’ın 75 yıllık tarihinde görev süresi olan 5 yılı tamamlamış bir hükumet olmadı. Bu 75 yılın 33’ünde işbaşında askeri hükumetlerin bulunduğu da hesaba katılırsa, İmran Han’ın popülist siyaseti ve sevimli yüzü ile neden sadece Türkiye’de değil hemen hemen tüm dış dünyada sevildiği anlaşılabilir.
Ancak İmran Han’ın sevildiği başkentler arasında iki önemli merkez
Başına “Suud” eklenmeden önce orası Arabistan’dı ve hâlâ Arabistan. İslam ile merkantilizmin eş zamanlı oluşu, Arapların ticaretteki maharetine evrensel bir imkân sağladı; bu ticaret imparatorluğuyla birlikte, hem Arap kültürü hem de İslam, Türkleri, Farsları, Kürtleri, Çerkezleri, Hint Yarımadası’nı ve tüm Kuzey Afrika’yı içine aldı. Bu coğrafyadaki bütün halklar gibi, Türkler de Araplardan sadece ticaretin inceliklerini değil, onunla birlikte, Arap dilini, alfabesini ve İslam’ı da öğrendiler. Zamanla Türkler Arapların siyasetini, ticaretini kısaca imparatorluklarını da devraldılar. Ne var ki Araplar da onların tarihteki rolünü devralan Türkler de merkantilizmin sömürgeciliğe evrilmesini beceremediler. Oysa bunu başararak ekonomik sistemlerini kapitalizme, siyasal sistemlerini emperyalizme “yükseltmeyi” başaran Avrupa devletlerinin ilk hedefi, Türklerin Arap halklarıyla birliğine son vermek oldu.
Bunun Lawrance’ı ile, Gertrude’siyle, casusluk ve aşk öyküleriyle bir oryantal masala
Sadece eski Başkan Donald Trump’ın son 4 yılda, Arap ülkeleriyle İsrail’in arasını bulmak için yaptığı Suudi Arabistan veliahtı Muhammed bin Salman’ı (MbS) şımartma girişimleri değil ama ondan önceki üç başkan, Clinton, Bush ve Obama’nın bu ülkeye açtığı sınırsız kredi, sonunda ortaya bir ülke değil, bir ucube çıkarttı. Ne rejimi rejim, ne yönetimi yönetim! Bir ülke krallık olur ama keyfilik ve hukuksuzluğun Suud ölçüsünde olduğu görülmemişti. Bir yönetim temsili olmayabilir ama kraliyet ailesinin bir kesiminin öteki kesimi soyup soğana çevirdiği böyle bir ülke görülmemişti.
Sonunda ortaya İran’ın Yemen’den Lübnan’a, bütün Arap yarımadasını kuşattığı, Arapların bu ülkeye karşı İsrail’in onda biri kadar etkili olamadığı bir kaos çıktı.
Araplar arası sorunlara etkin çözümler aramakta iddialı Birleşik Arap Emirlikleri’nin veliahtı Muhammed bin Zayed (MbZ) ile bir barışan, bir küsüşen, gazeteci Cemal Kaşıkçı’yı
Modern dönem ABD siyasetinin baş mimarları arasında Henry Kissinger, Zbigniew Brzezinski ile birlikte adı anılabilecek Madeline Albright’ın “katkılarını” (!) irdelerken, “yaptırım” gibi, “kaynaklarına el koymak” gibi hukuka uygunluğu tartışılabilecek fikirleri saymıştık. Uluslararası sözlüğe “Haydut Devlet” (Rouge State) kavramını armağan etmiş olan ABD eski dışişleri bakanı Albright’ın ihmal edilmemesi gereken bir diğer teorisi, güçlü ülkelerin siyasetini beğenmediği ülkede “rejim değişikliği” sağlama hakkı olduğu idi. Bu fikir, ABD Başkanı Biden’ın Rusya’da bir rejim değişikliği peşinde olduğu imasından (aslında açıkça söylemesinden) sonra gündeme gelmiş olmakla birlikte, aslında yeni değildir; ilk muhatabı da Osmanlı İmparatorluğu’dur.
Bu, 1913-21 arasında ABD başkanlığında bulunan Woodrow Wilson’ın “Liberal Enternasyonalizm” idealine aşina olmayanlar için şaşırtıcı olabilir. Dünyanın “halkların kendilerini geliştirmeleri ve demokrasiye kavuşmaları için güvenli bir yer olmasını
NATO’nun genişlemesi projesinin ve bir savunma ittifakından çıkartılarak bir saldırı aracı haline getirilmesinin mimarı ABD dışişleri eski bakanı Madeline Albright’tı; geçen haftaki ölümüyle hatırlara sadece bu iki noktayı değil, başka bir noktayı daha, yaptırım meselesini de getirdi.
Nazi soykırımında birçok kurban veren ailesi Prag’dan kaçarak ABD’ye sığındığında, 11 yaşında New York’a ayak basan Albright, 1981’den 2012’ye kadar Amerikan ulusal güvenlik ve dış politikasında hem fikirleri hem de icraatı ile en etkin ilk on kişinin arasına girebilecek önemdeydi.
Çekoslovakya’nın Sovyet egemenliğindeki bloktan çıkmak üzere harekete geçtiği ve daha sonra Prag Baharı olarak adlandırılacak dönemi konu olan doktora teziyle akademi dünyasına adım atan Albright, eski Başkan Jimmy Carter’ın ulusal güvenlik danışmanı Zbigniew Brzezinski tarafından Beyaz Saray Güvenlik Konseyi’ne alınmış ve daha sonra Başkan Bill Clinton tarafından BM daimî temsilcisi olarak görevlendirilmişti. Sovyetler Birliği’nin dağıldığı
İnsanların bulundukları yere, çevrelerine ve hatta dünyaya düzen verme eğilimi çok eski olsa gerek. Antik felsefelerde yaşayan “Evrensel Düzen” anlayışı, İbrahimi dinlerdeki iki dünya nizamı inancı bunun kanıtıdır. Ancak bu "ilahi düzen" fikrinden seküler, siyasal, askeri ve ekonomik bir küresel düzen fikrine geçiş yenidir. Hele bu terimin başına “yeni” sıfatını ekleyerek kendisine ait bir oluşum fikri haline getirme girişimi, ABD’nin dünyaya ideolojik bir armağanıdır.
ABD Başkanı Woodrow Wilson, 22 Ocak 1917’de, Birinci Dünya Savaşı en kanlı ve ateşli evresindeyken, ülkesinin bu çatışmada tarafsız kalarak, savaş sonrası dünyaya yeni bir düzen getirmesi ve bu düzenin liderliğini yapması gerektiğini söyledi. Daha sonra gelen ABD başkanları Franklin Roosevelt ve Harry S. Truman, bu yeni düzenin işleyişinden, sorunlarından, ABD’nin liderlik rolünden sürekli söz ettikleri halde “Yeni Dünya Düzeni” terimini ifade etmediler. İkinci Dünya Savaşı sonrası, iki kutuplu soğuk savaş döneminde de
On yıllardır her gün dinlediğimiz, şimdilerde internet sitesini her gün izlediğimiz ünlü uluslararası yayıncılar, 1940’ları aratmayan kahramanlık yazıları yazmaya, videolar yayınlamaya başladı: “En kötü savaş bile sona erer. Ama siz bazen ölüme kadar savaşırsınız!”
Bu, BBC’nin siyasal yorumcusunun adeta şiiri! Verdiği örnekleri görseniz! Çeçenistan’dan, Abhazya’ya… Donbas’tan, Odesa’ya… Putin’in mezalimine örnekler art arda sıralanıyor. “Peki ya Afganistan, Irak, Filistin?..” diyerek işi mezalimlik yarışmasına çevirmek istemiyorum... Şu anda sadece BBC değil, Ukrayna’daki işgali durdurmak yerine tam bir savaşa çevirmeye yönelik fikirler ortaya atan, başta İngiltere olmak üzere, batısıyla doğusuyla çoğu Avrupa medyasının aklıselim ile ilişkisi kesilmiş gibi görünüyor.
Rusya’nın Ukrayna’yı işgalinin savunulacak, izah edilerek anlayışla karşılanacak bir tarafı yoktur. Bu işgali başlatmanın sorumluluğu, sürdürmekteki insanlık dışı ısrarın vebali Vladimir
Victor Zhikai Gao bir televizyonda konuşuyor. İsminin altında “Çin ve Küreselleşme Merkezi isimli kurumun başkan yardımcısı” yazmasa, Rusya’nın Ukrayna işgali dolayısıyla televizyonları sabahtan gece yarısına kadar dolduran uzmanlardan biri deyip başka tarafa geçersiniz.
Araştırdığınız zaman, bu şahsın Uluslararası Çalışmalar Birliği Direktörü ve Pekin Özel Sermaye Derneği İcra Başkanı olduğunu öğreniyorsunuz.
Dahası, Gao Zhikai, eski “Yüce Başkan” Deng Xiaoping’in bütün görüşmelerinde çevirmeni imiş. Gao Zhikai, öyle mütebessim bir çehreyle, sanki Pekin 2022 Olimpiyat Oyunlarında Nathan Chen’in artistik patinajda nasıl göz kamaştırdığından söz eder bir sükûnet içinde, “Rusya’ya yardım ettiği bahanesiyle Çin’e karşı yaptırım uygulayacak olurlarsa...” diye söze giriyor ve devam ediyor:
“Bu Çin’de iç savaşı yeniden başlatma girişimi sayılır ve böyle bir savaş, sadece Tayvan’ı içine alan bir savaş olarak kalmaz; Üçüncü