Türkiye, uzunca bir süredir Birleşik Arap Emirlikleri (BAE), Mısır ve İsrail ile normal yani anlaşmazlıkları konuşarak halletmeye imkân veren ilişkiler kurulması için çaba sarfediyor. Uluslararası ilişkilerde bu tür gelişmeler tek taraflı kararlarla olmaz, iki tarafın da ilişkileri iyileştirmek için bir ön anlaşma yapması gerekir.
Taraflardan birisi bu niyette değilse, genellikle öteki taraf da durduk yerde tek taraflı açıklamalar yapmaz. Diplomasinden bir nebze nasibi olan gazeteciler bunu bilir ve ne ülkelerini ne de kendilerini zor durumda bırakmaz.
Türkiye ile İsrail arasındaki ilişkilerin normal seyrine kavuşması için iki tarafın da arzu belirtmesi ve ilk adımı atmak konusunda hazırlıklar yapması, 2016 yılının son aylarına kadar uzanıyor. O zaman İsrail diplomatik çevrelerinde bu girişime “Reelpolitik” veya o zamanki başbakan Binyamin Netanyahu’nun bayıldığı ifadeyle “Musevi Pragmatizmi” deniliyordu.
Ama o zaman da belliydi ki bu politikanın da pragmatizmin de yolu kolay olmayacaktı.
Nitekim daha düne kadar devam eden bu süreçte, kimin, hangi çevrelerin, hangi çıkarların temsilcisi oldukları konuya yabancı olmayanlar tarafından bilinen siyasetçiler, STK’lar ve gazete yazarları, çabaların sonuç vermemesi için ellerinden geleni ardına koymadı. Sadece İsrail’de değil ama ülkemizde de İsrail’le normal ilişkilerin amacını anlamayanların olduğu bir gerçekti.
İsrail kamuoyuna “Görüyor musunuz, hükumet Kürtleri ezmeye kararlı Türklerle anlaşıyor!” mesajını vererek, İsrail diplomasisine çelme takmaya çalışan gazeteciler vardı. Bu tuzaklara rağmen, kervan ilerledi ve nihayet İsrail Cumhurbaşkanı İzak Herzog’un Türkiye ziyaretinden söz edilir hale gelindi. Gelindi ama İsrail basınındaki kışkırtmalar bitmiş değil.
Yalan ve yakıştırmaya bina edilen bu provokasyonları yazan sözüm-ona gazetecilerin çoğunlukla aynı zamanda yeminli Türkiye aleyhtarı İngiliz ve Amerikan gazetelerinde de yazan kişiler olmaları, dertlerinin kaynağını önemli ölçüde ortaya döküyor. Ama yine de bu yayınların karşılıksız kalması, ilişkilerdeki normalleşme sürecinin ilerlemesine de zarar veriyor olabilir.
Bunlardan birisi, Haaretz’deki köşesinde “Erdoğan’ın Filistinlilerin davalarına olan kayıtsız-şartsız desteği, Türkiye’nin İsrail’e yaptığı kurların kuşkuyla karşılanmasına sebep oluyor” diye yazdı. Erdoğan’ın ve Türkiye’deki siyasetçilerin büyük çoğunluğunun, Filistin topraklarının işgalinden tutun, evlerinin ve işyerlerinin kanunsuz şekilde yıkılmasına, onların en temel hayati ihtiyaçlarının karşılanmasına izin verilmemesi gibi uygulamalara karşı çıkmaları, kayıtsız-şartsız destek olarak nitelenebilir. Doğrudur...
Ama ne Türkiye İsrail’e ne de İsrail Türkiye’ye ilişkileri normalleştirmek için kur yapıyor. Bu nitelendirme, sadece İsrail’in Musevi ve Müslüman halklarının yanı sıra toprakları İsrail işgali altında olan Filistinlilerin çıkarlarına zarar verir.
Bu yazarların da gerçek amacı zaten bu değil mi?