Başkan Trump’ın seçim kazandıran keskin, sivri kenarlı söylemleri, vaatleri ve tehditlerinden belki hiçbiri, ABD büyükelçiliğini Tel Aviv’den Kudüs’e taşıma sözü kadar, İsrail hükumetini son 25 yıldır olmadığı ölçüde mutluluktan çılgına çevirmedi. Netanyahu hükumeti son derece mutlu oldu; çünkü bu vaat, 1995’te ABD Kongresi’nin çıkarttığı ve elçiliğin taşınmasını öngören yasanın nihayet uygulanacağı anlamına geliyor. Yasa, çıktığı günden beri, Clinton, Bush ve Obama tarafından altı aylık erteleme kararnameleri ile uygulamadan alıkonuluyordu.
Bu ertelemelerin sebebi çok açık: Kudüs, her üç din için de dinî önem taşıyor ve Amerikan hükumetleri bu gerçeğin farkında bulunuyorlar. 1917’de İngiltere ve Fransa, gizlice oturup Osmanlı’yı paylaşma ve bölgeye yeni bir düzen getirme planları yaptıkları ve ünlü Skyes-Picot anlaşmasını kaleme aldıkları sırada dahi, Kudüs’ün önemini müdriktiler. Koca bir imparatorluğu yok edip yerine dört yeni devlet kurmayı göze aldıkları halde, o tarihte kendilerini dünyanın hakimi gibi gören İngiliz ve Fransız emperyalistleri bile Müslüman halkın elinden Kudüs’ü alıp, Musevilere vermeye cesaret edememişlerdi.
İsrail kurulduktan bir kaç ay sonra Kudüs’ü başkent
Amerika’da yeni yönetimin işbaşına gelmesiyle ABD yetkililerinin ağzından çıkacak her kelime adeta bir işaret fişeği önemi taşıyor. Bunun bir nedeni, Trump’ın seçim kampanyasında ettiği sivri laflara rağmen, ciddî hiçbir programın ana hatlarını açıklamamış olmasıdır. Bilinen tek şey, ABD’nin dış ilişkilerinde yeni bir dönemin başladığıdır.
ABD’nin yeni İstanbul Başkonsolosu Jennifer Davis’in, görevine başlaması dolayısıyla Türk-Amerikan İşadamları Derneği (TABA-AmCham) tarafından yapılan sorulu-cevaplı toplantıda, sözlerine Hegel’in “Her şey dönemseldir” sözüyle başlaması dikkat çekiciydi. Davis, “Demokratik ve istikrarlı bir Ortadoğu için Türkiye ile ABD’nin ilişkilerinin iyi olmaması gibi bir seçenek olamaz. İlişkilerimiz iyi olmak zorunda” dedi. Başkonsolos, bir süredir ülkesinin “nüanslara” dikkat etmemiş olabileceğine de değindi ve “Biz bölgede yeni başlangıçlar arzu ediyoruz ve
Amerika’nın ev ödevini çalışması gerektiğini de biliyoruz” dedi.
Türk-Amerikan ilişkilerinde kimin hangi ödevi yapmadığını çok iyi bilen Devlet ve AB Eski Bakanı Egemen Bağış da aynı toplantıda yaptığı konuşmada ikili ilişkilerin birçok dönemden geçtiğini hatırlattı. Gerçekten de Türkiye ile ABD
Tarih, “Bizim daimi (sabit) dostumuz, daimi düşmanımız yoktur; sadece daimi menfaatlerimiz vardır” sözünün İngiltere’de modern Muhafazakar Parti’nin kurucusu, Benjamin Disraeli’ye ait olduğunu yazıyor. (Bir çok başka özelliğinden söz edilebilir; ama Başbakan Disraeli’nin ilk belirtilmesi gereken tarafı, sanırım, Osmanlı İmparatorluğu’nun gerileme ve nihayet çökme sürecinde oynadığı tayin edici roldür.)
Sonra bu sözü Amerikalı siyaset
bilimci, diplomat, siyasetçi ve devlet adamı Henry Kissinger’a da atfederler. Onun versiyonu şöyle: “Amerika’nın kalıcı dostları, düşmanları yoktur; sadece menfaatleri vardır.” (Kissinger acaba neden “kalıcı menfaat” ifadesini bırakıp, sadece “menfaat” demiş olabilir? Menfaatlerin de zamanla değiştiği gerçeğine işaret
ediyor olabilir mi?)
Benzeri bir sözü, ünlü gazeteci-yazar Bedii Faik Akın, yine ünlü gazeteci-yazar Falih Rıfkı Atay’ın ağzından İsmet İnönü’ye atfediyor: “Benim adamlarım yoktur,
işlerim vardır.”
Bir siyasetçi için daima söylenen “Şu onun adamı, bu onun adamı!” sözü olduğuna göre, siyasetçi, devlet adamı İnönü için “dost-düşman” kavramı yerini “adam” kavramına bırakmış olmalı. Bireysel menfaat kavramı da bir siyasetçiye çok
Yarın Türkiye saatiyle 20’de yemin ederek başkanlığını devralacak kişi,
o saatte hepimize televizyonlarda 10 yıldır ABD başkanı imiş gibi saygın ve ağır görünecek.
ABD solunun absürt tartışmaları, Trump’ın başkan değil “soytarı” olduğu yaveleri, küçültme çabaları bitmeyecektir; ama anlamını yitirecek.
Cumartesi sabahından itibaren Donald Trump ABD Başkanı olarak, eylem ve icraatıyla, kararlarıyla, atamalarıyla gündemimize girecek. “Atamalarıyla” derken, ABD’deki “Yağma Sistemi” adıyla bilinen hukuka dikkati çekmek istiyorum. Sivil hizmetler yasalarında yapılan reformlara rağmen, ABD’de başkanın değişmesiyle birlikte 20 bine yakın kamu görevi de el değiştiriyor. Trump’ın bu kadroları tümüyle doldurması bir yıldan uzun zaman alacaktır. Yüzlerce yönetim kurulu, üst kurul, müsteşar, müşavir, bakan yardımcısı, bakan yardımcısı danışmanı, onun yardımcısı derken ortaya Trump Yönetimi çıkacaktır. Bu sağlanmadan önce, Trump’ın icraatından hakkıyla söz etmek mümkün değil.
Ancak ondan önce bizim, Irak’ın, İran’ın, Körfez ülkelerinin, Rusya’nın, Gürcistan’ın, Ukrayna’nın, Çin’in (bu listeyi iki katına çıkartmak mümkün) Tayvan’ın Trump’tan beklediği
icraatlar var ve bunlardan Suriye
Dört gün sonra dünyanın en etkili makamına Donald Trump oturacak! Amerika’nın doğusunda Atlantic City’deki “Taj Mahal” isimli gazino binasını dışarıdan bile görmüş olsanız, bu binayı diken adamın, değil ABD başkanı, o kentin belediye başkanı dahi olamayacağını zannederdiniz.
Ama oldu işte. Televizyonlarda ifade edilen düşüncelerin tam aksine, bu zatın Cuma günü elini İncil’e basarak, “Amerika başkanının görevlerini yerine getireceğini ve Amerikan Anayasası’nı savunacağına” yemin ederek gidip Beyaz Saray’daki Başkan koltuğuna oturmasını artık Allah’tan başka kimse önleyemez.
Trump, Kongre binasının basamaklarında bu yemini ederken, Federal Soruşturma Bürosu FBI’ın bu törene bakan bir odasında, onun Rusya’nın elinde, şantaja maruz kalmasına imkan verecek müstehcen videoları olup olmadığını (daha doğru olduğu iddiasını) soruşturmak üzere hazırlık yapılıyor olacak. Trump, FBI’ın ve CIA’nin başına oğlunu-damadını bile getirse bu soruşturmayı engelleyemez.
Neden? Çünkü ne kadar asılsız olsa da, Trump tarafından ne kadar reddedilse de, ortada Amerikalı bir kamu görevlisi hakkında görevini yapmasını engelleyecek belge ve video bulunduğu iddiası var. Nokta! Bu iddianın doğru olup olmadığına
Hillary Clinton ABD Dışişleri Bakanlığı’nı devralınca, ilk işi, Rusya ile ilişkilerde yeni bir sayfa açma çabası olmuştu. Hillary, Rus meslektaşı Lavrov ile sahneye çıkmış ona üzerinde İngilizce Reset, Rusça Peregruzkea yazılı bir düğme vermiş ve iki bakan birlikte bu düğmeye basmışlardı. Bu simgesel jestin amacı, Rusya’nın Gürcistan ile ilişkilerinde askerî güce başvurması üzerine bir yıldır iki ülke ilişkilerinde gözlenen bozulmanın giderilmesi arzusuydu.
Bilgisayarda veya akıllı telefonlarda bir şey kötü gitmeye başlayınca fabrika ayarlarına dönmeyi sağlayan Reset (yeniden başlat, kapat-aç) düğmesi veya işlemi gibi, ABD, Rusya ile ilişkilerini yeniden başlatmayı teklif ediyordu. Amerikalıların simgesel düğmenin üzerine yazdıkları Peregruzka kelimesinin Reset değil, tersine aşırı yükleme anlamına gelmesi yanlışlığı bir tarafa, 2009, Rusya’nın Kafkaslar üzerinde, Avrupa ve Amerika’nın da Ukrayna üzerindeki planlarının henüz yapıldığı yıldı ve iki ülke arasında sıfırdan dostluk anlayışı üzerinde ilişki tesis edilmesi imkânsızdı.
Obama’nın Kahire ve İstanbul konuşmalarındaki “Artık dünyanın jandarması olmayacağız” mesajlarına rağmen, Amerikalı liberal-demokratların (bu doğrudan
Neredeyse’ değil dediler bile!
Washington Post’un kadrolu ve Pulitzer ödüllü köşe yazarı Kathleen Parker, Rusya’nın ABD’deki bilgisayar ağlarının dokunulmazlığını ihlal ederek seçimlere müdahalede bulunduğuna ilişkin ABD istihbarat kurumlarının belirlemelerine itiraz eden Trump’ı, bu tutumu sebebiyle “Rus casusu” olmakla suçlayacak kişiler çıkacağını yazdı! “Yok, ben böyle bir suçlamaya katılacak değilim!” diyen yazar, böyle bir tutumu Obama savunmuş olsa idi, Trump ve taraflarının çoktan Obama’yı Rus ajanı ilan etmiş olacaklarını öne sürüyor.
Ülkemizdeki yazı hayatından çok aşina olduğumuz bir üslup: “Ben demiyorum; ama diyenler var!..”
Sonuçta demiş kadar oluyorsun.
10 yıl önce, aday-adaylığı belli olduğunda, bir takım eski ultra-muhafazakar ve yeni çarpık-muhafazakar tipler, Obama’nın kullanmadığı ilk adının “Hüseyin” olmasından hareketle (Obama’nın kullandığı ismi Barack’ın “bereket” kelimesinin Anglo-Amerikanlaştırılmış ifadesi olduğunu öne sürenler de vardı), aksini defalarca ifade etmesine rağmen, Müslüman olduğu iddiasını ortaya atanlar arasında şimdi ondan başkanlığı devralmaya hazırlanan Donald Trump da vardı. Hatta Trump, elinde tek kanıt bulunmadan, Obama’nın Amerikan
Terör eylemlerinin üst üste gelmesinin çok sebebi var. Güvenlik sosyolojisi uzmanları, bunlardan birinin art arda yapılan tedhiş hareketlerinin etkisinin, tıpkı sık tekrarlanan reklamlar gibi, geometrik olarak artması olduğunu söylüyorlar. Türkiye’deki terörün amaçlarının başında korkutmak varsa, bir diğer amacı halkı, etnik, mezhepsel ve ekonomik statülerindeki farklılıkları körükleyerek, toplumsal çatışmalar çıkartma arzusu. Sosyolojik yasaları daha önce de boşa çıkartmasıyla ünlü Türkiye halkı, bu iki beklentiyi de boşa çıkartmaya devam ediyor. Ömrüne bereket, ey millet!
Böyle zamanlarda olması mutat hale gelen başka bir olay var, ki onun için bereket dileyemeyeceğiz: Yabancı
basındaki “analizler.”
Reina saldırısından sonra iki makale dikkat çekiciydi. Birincisi, Türkiye uzmanı olarak takdim edilen, Türkiye’de bir üniversitede de okutmanlık yapmış olan Mark Almond isimli kişi tarafından İngiltere’de Independent gazetesinde yayımlandı. Bu kişi özetle diyor ki: “Şiddet akımı, ülkesini bile terbiye edemeyen Erdoğan’ın kontrol delisi olduğunu gösteriyor.” Mark Almond sadece Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’dan değil, fakat aynı zamanda mantıktan da nefret ediyor olmalı. Bir