Bu, kendimden söz ettiğim ilk ve son yazı olacak. Elbette hayat tecrübelerimden, bana söylenen sözlerden, okuduklarımdan, öğrendiklerimden söz etmeye çalışacağım. Gazete makalesi başka nedir ki? Ancak doğrudan kendinden söz eden yazarlar, “Ben ben...” diye gümleyen içi boş davul izlenimi verir bana daima.
Uzun yıllar Hürriyet, Tercüman ve Güneş deneyimlerimden sonra, daha da uzun yıllar ABD’de yayın ve Internet geliştirme alanlarında çalıştım.
1968 kuşağı diye anılan ve ne aradığını bilmeyen gençlerin arasında belki de yok olup gidebilirdim. Ama bir yıl sonra, Yaşar Kemal’in yardımı ile kendimi Hürriyet’in Ankara Bürosu’nda büro şefi Oktay Ekşi’nin karşısında buldum. “Delikanlı” demişti bana, “Sen artık gazeteci olacaksın. Şu kapıdan girerken ideolojini, şapka gibi kapının yanında bırakacaksın.”
O tarihten sonra benim için hep öyle oldu. Nezih Demirkent’ten kokar-bulaşır ama nezih gazete yapmayı öğrenip uygularken de, zamanının en ideolojik gazetesi olan Tercüman’ın yayınını yönetirken de, kendi ideolojimi,
kendi fikrimi-zikrimi hep gazetenin kapısında bıraktım.
Bu geçen zaman içinde gazete ve haber ajansı için haber yazmaktan, radyo haberciliğine, televizyon yayıncılığına,