Bir sonraki pandemi buzulların erimesi yüzünden yaşanır mı? Bilimsel araştırmalar, böyle bir salgının olabileceğini gösteriyor. Bilim insanları Türkiye özelinde bir salgın tehdidi yok diyor
İklim değişiyor, sıcak hava dalgaları artıyor, buzullar eriyor. Şimdi akıllardaki soru şu: Eriyen buzullarda saklı kalan virüs ve bakteriler aktif hâe gelerek herhangi bir salgın hastalığa neden olur mu? Bilimsel araştırmalar bunun mümkün olduğuna işaret ediyor. Zira bilim insanları, geçen yıl yaklaşık 15 bin yıllık iki buz kütlesinde 28 yeni virüs keşfetmişti. Buzul erimesinin gerçekleştiği toprak ve göl yüzeylerinde de viral yayılma olasılığı, diğer alanlara oranla çok daha yüksek bulundu. Araştırmacılara göre, eski virüs ve bakterilerin uyanma riski var. Tabii bu risk, buzulların en hızlı eridiği coğrafyalardan birinde yaşadığımızı düşünürsek bizim için de geçerli. Türkiye sadece son 40 yılda buzul alanlarının yüzde 35’ini kaybetti. Erinç Buzulu’nda yapılan ölçümler, buzulun yarısının bu süreçte
Atmosferdeki karbon salınımında en yüksek paya sahip olmasak da, payımıza daha fazla sıcak hava dalgası, daha şiddetli seller, kuraklık, orman yangınları ve tropik kasırgalar düşecek. Geleceğe dönük iklim senaryoları hiç de iç açıcı değil.
Önce sel, ardından aşırı sıcak hava dalgası. Küresel iklim krizinde öngörülen sonuçları birbiri ardına yaşıyoruz. Bulunduğumuz coğrafya maalesef küresel iklim değişikliğinden en fazla etkilenecek bölgelerden biri.
En kötümser senaryoya göre; atmosferdeki karbon emisyonu artmaya devam ederse, 2100’lü yıllarda bugünkünden 5-6 derece daha sıcak bir dünyada yaşamak zorunda kalacağız. Türkiye için birinci dönemde (2013-2040) özellikle ilkbahar ve yaz sıcaklıklarında, 3 dereceye ulaşan bir sıcaklık artışı öngörülüyor.
Baharlar yaza dönecek
İkinci dönemde (2041-2070), kış sıcaklıklarında 2-3 derece, yaz sıcaklıklarında ise 5 dereceye ulaşan artış tahmin ediliyor. Son dönemde (2071-2099) ise, küresel ortalama sıcaklık artışları, artık Akdeniz ve Güneydoğu’da
Şekerden katbekat fazla tatlılık hissi veren yapay tatlandırıcılarla ilgili acı gerçekle yüzleşmeye hazırlanmalıyız. Çünkü DSÖ, artık yapay tatlandırıcıların kilo kontrolü sağlama aracı olarak kullanılmamasını öneriyor. Tip 2 diyabette artış riski, erken doğum ve kardiyovasküler hastalıklarda artış ile kanserojen olasılığı da cabası!
"Şekersiz” balonu patlamak üzere! Daha sağlıklı diye tüketimi özendirilen yapay tatlandırıcılı gıdalar, aslında sağlığımıza zarar veriyormuş. Dünya Sağlık Örgütü’nün (DSÖ) yapay tatlandırıcılarla ilgili son açıklaması, net bir dille bunu söylüyor. DSÖ, yenilediği kılavuzunda artık yapay tatlandırıcıların kilo kontrolü sağlama aracı olarak kullanılmamasını önermiş. Diğer yandan yapay tatlandırıcılar nedeniyle Tip 2 diyabette artış riskine vurgu yapılarak, erken doğum ve kardiyovasküler hastalıklarda artış olasılığına dikkat çekilmiş.
Yapay tatlandırıcılarla ilgili bir diğer önemli gelişme de birçok içecek, şekerleme ve sakızda kullanılan “aspartam”ın kanserojen ilan
Çevreyi kirletmenin bedeli sadece 25 kuruş! Her plastik poşetin, bize zararlı atık olarak geri döndüğünün farkında bile değiliz. Plastik atık depolama tesislerinde çıkan yangınlar da cabası! Tek kullanımlık plastikleri hayatımızdan çıkarmak en doğrusu. Yasak konulmasa bile başarabiliriz!
Yarın Dünya Plastik Poşet Kullanmama Günü. Plastik poşetlerle imtihanımızda 5 yılı geride bıraktık. Kat ettiğimiz mesafe başlangıç için iyi olsa da, tek kullanımlık plastiklerin doğada yarattığı tahribatı önlemede hâlâ oldukça gerideyiz. Poşet bedelinin zamanla çok düşük kalması ve diğer tek kullanımlık plastiklere ilişkin düzenleme yapılmaması en büyük eksiğimiz.
Türkiye’de plastik poşetler 2019 yılından bu yana ücretli. Marketlerden alışveriş sonrası poşet aldığımızda, karşılığında 25 kuruş ödüyoruz. Uygulamanın başlamasından bu yana poşet kullanımının yüzde 65 oranında azaldığı açıklansa da, özellikle semt pazarlarında poşetler hala ücretsiz bir şekilde el değiştiriyor. Bu durum, tek kullanımlık plastik kirliliğinde ciddi
Çocuklar, endişeli, üzgün ve korkuyor. Türkiye’nin de yer aldığı 13 ülkede gerçekleştirilen araştırma, onların iklim değişikliği yüzünden böyle karamsar olduklarını gösteriyor. Türk çocuklarının çoğunun bu konuda daha bilgili olmayı istemeleri büyük şans aslında.
Bugün iklim krizine ilişkin karar alıcıların neredeyse tamamı, küresel iklim değişikliğinin yaratacağı kötü senaryoyu yaşamadan aramızdan ayrılacak. Maalesef bütün fatura, bugünün ve yarının çocuklarına çıkacak. Çocuklar, daha sıcak, daha kirli, daha verimsiz ve daha sağlıksız bir dünyada yaşamak zorunda kalacak. Aslında çocuklar da bu durumun farkında. O yüzden Z kuşağının bir bölümünde iklim hassasiyeti çok yüksek.
Araştırmalar, çocukların iklim ve çevre kaynaklı şoklardan dolayı oldukça endişeli olduğunu ortaya koyuyor. Cartoon Network’ün çocukların iklim değişikliğiyle ilgili fikirlerini öğrenebilmek için, aralarında Türkiye’nin de bulunduğu 13 ülkede
İrili ufaklı onlarca su kaynağımızı yitirdik. Yitirmeye de devam ediyoruz. 17 Haziran Dünya Çölleşme ve Kuraklıkla Mücadele Günü’nü böyle bir tabloyla karşıladık bu yıl. Sahada çalışan bilim insanlarının uyarılarına kulak tıkadığımız her gün, ‘kurak günler’e bir adım daha yaklaşıyoruz.
Manisa’da 101 farklı türden , 20 bin su kuşuna ev sahipliği yapan Marmara Gölü, kuraklık nedeniyle tamamen kurudu.
Bazen rakamlar bile olan biteni anlatmakta yetersiz kalıyor. Felaketin boyutlarını daha iyi anlamak için bir futbol sahasını gözünüzde canlandırın. Sonra da 11 bin 540 futbol sahasını yan yana düşünün. İşte bu büyüklükte bir sulak alanı kaybetmişiz son 35 yılda Burdur Gölü’nde. Aynı dönemde Acıgöl’deki kayıp, 13 bin 881 futbol sahası büyüklüğünde. Karataş Gölü’nde ise bin 10 futbol sahası kadar alan kurumuş. Flamingoların uğrak noktası Akgöl’de durum daha kötü. Göl tamamen kurumanın eşiğinde.
Bilim insanlarının 2 yıl önce gerçekleştirdiği
Mutfağımız, aslında bir üretim yeri. Yemeğimizi, salatamızı, çayımızı, kahvemizi orada yapıyoruz. Ama bunlar için hep hazır malzeme kullanıyoruz. Oysa salça, yoğurt gibi temel malzemeyi daha sağlıklı biçimde orada üretebiliriz. Ve en başta ekmeğimizi. Nezih Gençler, bunun yolunu gösteriyor.
Bir grup kentli, evlerinde gıda üretim ağı kurarak, temiz beslenme hareketi başlatmış. “Marketten değil evden beslen” mottosuyla yola çıkan gıda üreticisi şehirliler, ekmekten salçaya, yoğurttan peynire birçok temel gıda maddesini, artık kendi mutfaklarında üretiyor.
Nezih Gençler ile yolumuz, Kadıköy Çevre Festivali’nde kesişti. Festivalde düzenlenen ekmek yapım atölyesinde yaptığı ekmeklerin, alandaki mini fırında pişmesini bekliyordu. Fırından çıktığında ortama mis gibi ekmek kokusu yayılıyordu. Pişirdiği ekmekleri, “temiz ekmek” olarak tanıttı katılımcılara Gençler. Çünkü atalık buğdaylardan ekşi mayayla yoğrulmuştu ve kullandığı unda ot ve böcek zehri yoktu.
Nasıl bu kadar emin olabildiğini sordum tabii hemen.
Bazı günler vardır, bir anlam yüklendiğinde sıradan olmaktan çıkar. 5 Haziran da öyle; dünyanın çevreyi düşündüğü gündür. Çünkü 365 gün kirlettiğimiz küçük mavi gezegenimizi hatırlatır
Yarın Dünya Çevre Günü. Muhtemelen yine yarın birçok şirketin “yeşile boyama” faaliyetlerine tanıklık ederiz. Nedir yeşile boyama? Çevreye zarar veren faaliyetleri, geri dönüşüm, su tasarrufu, sürdürülebilirlik adımları ve çevre temizliği aktiviteleriyle örtmek. Bu duruma son dönemde daha sık rastlıyoruz. Nedeni ise özellikle iklim krizi sonrası, çevreye yönelik toplumsal duyarlılıkta yaşanan artış!
Artık bilinçli insanlar, günlük yaşam pratiklerinde ve tüketirken, gezegene nasıl daha az zarar verebileceğini önemsiyor. Çevreci yaşamak için bireysel değişikler yapıyor, tercihlerini ve satın alma kararlarını çevresel etkileri gözeterek düzenliyor. Tabii her adımda çevreyi gözetmek de pek kolay değil! Bugün