Tarım zehri dört bir yanımızı kuşatmış; sebze ve meyvelerimiz böylece kirletilmiş. En kirlileri biber ve limon. Bizse öylece korumasız bir durumdayız! En iyisi soframıza mevsiminde sebze ve meyve koymak.
Bugünlerde dijital ya da sosyal medyada, en çok tarım zehri barındıran meyve sebzelere ilişkin listeler görürseniz pek dikkate almayın! Zira o liste Amerika’daki tarım zehri kalıntı analizlerine dayanılarak hazırlanmış. Sonuçta biz Amerika’da yetişen çilek ya da domatesi yemiyoruz. Kendi çiftçimizin ürettiği sebze ve meyveler soframıza geliyor. Ama maalesef, listeye bakıp derin bir oh da çekemeyiz! Çünkü Türkiye’de tarım zehri, yani pestisitlerin kullanımında son yıllarda ciddi bir artış var.
2010’lu yılların başında Türkiye’de yıllık 37-40 bin ton tarım zehri tüketilirken, son birkaç yılda bu rakam 50 bin tonun üzerine çıkmaya başladı. Bu artış çok dikkat çekici. Özellikle sebze ve meyvenin ana üretim alanı Akdeniz Bölgesi’nde dünya ortalamasının çok üzerinde pestisit
Bitkilerin nesli, beklenenden 500 kat daha hızlı tükeniyor. “Uzun ömürlü” diye bildiğimiz ağaçlar bile, bu yok oluşa dayanamaz durumda.
Yarın Dünya Biyoçeşitlilik Günü. Biyoçeşitlilik, hepimiz için hayati bir kavram. Çünkü parçası olduğumuz ekosistemdeki tüm türler, birbiriyle sıkı sıkıya bağlı. Bir tür yok olduğunda, ona bağlı diğer türler de hızlı bir yok oluşa sürükleniyor. Mesela bitkiler. Solduğumuz oksijeni, tükettiğimiz gıdaların yüzde 80’ini bitkilere borçluyuz. Ama bilinçsizce üzerlerine beton döküp, zehirle topraktan koparmaya çalışıyoruz.
Belki farkında değiliz; tükettikçe tükendiğimizin! Fakat artık çanlar bizim için de çalıyor. Zira bilim insanlarına göre; biyoçeşitlilik kaybı nedeniyle 6’ncı yok oluşun eşiğindeyiz. Son 250 yılda kaybettiğimiz bitki türü sayısı 571. Bitkilerin nesli, beklenenden 500 kat daha hızlı tükeniyor. “Uzun ömürlü” diye bildiğimiz ağaçlar bile, bu yok oluşa
Sosyolog, mühendis, yazılımcı, protez teknikeri... Kartvizitlerinde böyle yazıyordu. Şimdi ise onlar genç birer çiftçi. Dünya Çiftçiler Günü’nde kent yaşamını bırakıp köylerinde üretim yapan taze çiftçiler anlatıyor.
Bugün Dünya Çiftçiler Günü. Çiftçilik aslında dünyanın en yaşamsal mesleği. Zira, onlar üretmezse hepimiz aç kalırız. Bugün soframızda ne varsa hepsini, toprağı emek ve sabırla işleyen çiftçilere borçluyuz. Ama bu yalın gerçeğe karşın çiftçilik, günümüzde dudak bükülen bir mesleğe dönüşmüş durumda. Kırsalda büyüyen gençler, toprağı işleyerek üretim yapmak yerine, şehirlerde çileli kariyer basamaklarını tercih ediyor. Haliyle köyler de boşalıyor.
Bu sadece bize özgü de değil. Dünya genelinde çiftçilerin yaş ortalaması 50’nin üstünde. Türkiye’de ise ortalama 55’e dayanmış durumda. Böyle giderse ekip biçecek insan
Küresel iklim değişikliği, bitkilerin eskiye oranla daha fazla polen saçmasına neden oluyor. Sera gazlarının yoğunluğu arttıkça da, alerjenik polen parçacıklarına daha uzun süre maruz kalıyoruz. İklim krizi durdurulamazsa alerjen bünyeler için hayat daha da zorlaşacak
"Türkiye’de İklim Değişikliği Algısı ve Enerji Tercihleri 2022” araştırması, küresel ısınma kaynaklı toplumsal endişenin, son 5 yılın en yüksek seviyesine ulaştığını ortaya koydu. Dünya ısındıkça yaşanan değişim, hepimizi korkutmaya başladı. Nasıl korkmayalım! İklim değişikliğe bağlı artan polen yoğunluğu bile hayatımızı derinden etkiliyor. Üstelik bu sadece başlangıç!
İklim değişikliğini durdurma çabalarına rağmen, atmosferdeki karbondioksit miktarı artmaya devam ediyor. Mauna Loa Gözlemevi’nin son raporu, atmosferdeki karbondioksit yoğunluğunun 425 PPM’e çıkarak, tarihin en yüksek seviyesine ulaştığını gösteriyor. Bu oran, aşırı sıcaklar, kuraklık, sel ve orman yangınlarının artması demek. Aynı zamanda iklim değişikliği başka yaşamsal sorunları da beraberinde getiriyor.
Polen bombası!
Me
Tarımda yoğun ilaçlama, doğaya hayat veren arıların yaşamına mal oluyor; binlercesi ağaçlar çiçek açtığında tarım zehri yüzünden can veriyor. İlaçlanan ağaçlardaki meyveler soframıza gelmeyecek mi, gıdamıza bulaşmayacak mı?
Pestisit; yani tarım zehri tehlikesine defalarca değindik. Sağlığa etkilerini, çevresel riskleri, nasıl azaltılabileceğini anlattık. Ama geçtiğimiz günlerde art arda gözüme çarpan iki paylaşım, tarım zehirleri konusunda tarlalarda hâlâ ciddi hatalar yaptığımızı gösteriyor. Bu paylaşımlardan biri Bursalı arıcı Halil Bilen’e aitti. Bilen, ovadaki meyve ağaçlarına sıkılan tarım zehirleri nedeniyle binlerce arısının ölmesine isyan ederek fotoğraflarını paylaşmıştı. Üstelik bölgede her “ilaçlama” döneminde tekrarlanıyormuş. Hatta ovadaki arıcılar, ortalığa saçılan zehirlerden ölmesinler diye, ağaçların çiçek açtığı dönemlerde arılarını alıp dağa kaçıyorlarmış. Bölgenin nasıl bir zehre bulandığını varın siz düşünün!
Tabii böylesi
Daha yaşanabilir bir dünya için küresel ısınmanın etkilerine karşı ellerini taşın altına koymuş iklim elçiliği yapıyorlar. Daha yaşanabilir bir dünya için küresel ısınmanın etkilerine karşı ellerini taşın altına koymuş iklim elçiliği yapıyorlar. Atatürk’ün çocuklara armağan ettiği bu bayram gününde çocuklarımız umutlarımızı artırıyor.
Dün 22 Nisan Dünya Günü’ydü. Bugün ise 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı. Dünyanın genel gidişatı, maalesef çocukların bayramını gölgeleyen bir hâl almaya başladı. Çocuklar artık her geçen gün daha sıcak, daha kurak, daha kirli ve daha sağlıksız bir dünyaya uyanıyor. İklim krizine bağlı felaketler çocukların geleceğini karartıyor.
UNICEF’in hazırladığı Çocuklar İçin İklim Riski Endeksi’ne göre, bugün 1 milyar çocuk, küresel ısınma nedeniyle “son derece yüksek risk” altında. Aşırı hava olayları, biyoçeşitlilik kaybı, kuraklığa bağlı gıda krizi, sıcak hava dalgaları, su
Kendimizi, tabiatımıza aykırı bir yaşama mahkûm ediyoruz. Betonlaşan kentlerde kapana sıkışmış gibiyiz. Bu labirentten çıkışın bir yolu var: Doğa
Muhtemelen yarın işe giderken birçoğumuz şöyle bir tabloyla karşı karşıya kalacak: Adım adım ilerleyen trafik, korna sesleri, beton binalar, gri kaldırımlar, yollar, kalabalık, kaos… Ne kadar yorucu ve yıpratıcı, öyle değil mi? Bir de madalyonun diğer yüzü var tabii. Göz alabildiğine uzanan yeşil peyzaj, asırlık ağaçlar, ayağınızın altında ezilen yeşil otlar, kuş sesleri ve rengârenk çiçekler… Elbette ikinci şık, çok daha insani. Hem de mutluluk ve sağlık kaynağı. Zaten araştırmalar, bunu kanıtlıyor. Finlandiya Sağlık ve Refah Enstitüsü kaynaklı bir çalışma, kentte yaşayanların yeşil alanlara yaptığı ziyaretlerin, kaygı, uykusuzluk, depresyon, yüksek tansiyon ve astım gibi rahatsızlıkları azaltabileceğine işaret ediyor. Yeşil alanlara düzenli ziyaretlerin, ruh sağlığı ilaçları kullanma olasılığını yüzde 33, tansiyon ilaçları kullanma olasılığını yüzde 36, astım ilacı kullanma olasılığını da
Elektrikli otomobilleri şarj etmek için kullanılan elektriğin nasıl üretildiğine odaklanıldığında, “sıfır emisyon” etiketi biraz bulanıklaşıyor.
Avrupa Birliği, 2035 yılından itibaren benzin ve dizel motora sahip otomobilleri yasaklama konusunda önemli bir karara imza attı. Bu tarihten sonra artık Avrupa’da, sadece elektrikli otomobiller satılacak. Tabii bu durum, zamanla bizim coğrafyamıza da sirayet edecek. Yollarda fosil yakıtla çalışan arabalardan çok, elektrikli araçları göreceğiz. Peki “sıfır emisyon” reklamlarıyla hayatımıza giren elektrikli otomobiller gerçekten çevreci mi? Elektrikli otomobil tercihi, dünyayı ısıtan karbon emisyonlarını azaltabilir mi? Yanıt için, öncelikle ulaşımın iklim krizindeki payına bakalım. Günlük hayatta ulaşım amaçlı kullandığımız tüm araçlar, hem imalatları hem de kullandıkları yakıt nedeniyle karbon ayak izi oluşturuyor. Ulaşım faaliyetlerinin toplam karbon emisyon kirliliğindeki payı yüzde 20 ve bu miktarın yüzde 70’i de karayollarındaki araçlardan kaynaklanıyor. Fosil yakıtla