Paris’te ve bazı ülkelerde âdeta salgına dönüşen tahtakurusu istilası, ülkemiz için hiç de uzak bir tehdit değil! Tahtakurusundan şikâyetler giderek artıyor. Peki, tahtakurusunu nasıl tanıyabilir, neler yapabiliriz?
Paris bir süredir âdeta tahtakurusu pandemisi yaşıyor. Kentteki evler, oteller, okullar, hatta metro ve trenlerde bile tahtakurusu istilası var. Fransa Sağlık Güvenlik Ajansı’na göre başkentteki her 10 haneden 1’inde gece uykusu, kan emici böcekler nedeniyle kâbusa dönmüş durumda. Benzer bir istilanın ilk sinyalleri Yunanistan’dan da gelmeye başladı. Orada da tahtakurusu paniği yaşanıyor. Diğer yandan Paris’e musallat olan tahtakuruları, geçtiğimiz günlerde Hong Kong’u da alarm geçirdi. Ülkede vakalar artınca, Güney Koreliler tahtakurusu istilalarını takip etmek için etkileşimli haritalar oluşturmaya başladı.
Peki, bu tabloda, tahtakurusu kaynaklı ölüm sizce nerede yaşanmış olabilir? Evet yanılmadınız! Maalesef Türkiye’de. Ankara Keçiören’de geçen haziran ayında Cibuti
Balık mevsimi çoktan açıldı ama iklim krizi hem hevesimizi kursağımızda bıraktı hem de hamsiyi tehlikeye soktu. Bilim insanları, balık sezonunun 1 Eylül’de değil, 15 Ekim’de başlatılmasını ve av mevsiminin 180 günle sınırlandırılmasını öneriyor.
Alışmıştık balık sezonunu palamutla açmaya ama bu yıl hüsrana uğradık. Çünkü denizlerimiz bir türlü soğumadı. Haliyle iklim krizini, balık tezgâhlarında dahi hissetmeye başladık. Artık ne o eski türler var ne de o eski bolluk. Kala kala elimizde bir tek hamsi kaldı. Ancak onun da günleri sayılı. Zira yeni yayınlanan bir araştırma; denizlerimizdeki hamsi stoğunun büyük bir tehdit altında olduğuna işaret ediyor. Nedeniyse doğrudan küresel iklim değişikliğiyle bağlantılı. İklim krizi kaynaklı deniz suyu sıcaklık artışı yüzünden, palamut ve lüfer gibi büyük türlerin göç yolculuğunu ertelemesi, denizlerimizdeki balık popülasyonunu değiştirmeye başlamış. Normalde balıkçılar, her yıl olduğu gibi 1 Eylül’de açılan av sezonunda ağlarını palamutla doldurmayı umuyordu.
DSÖ, küresel sıcaklık artışı nedeniyle sivrisinek popülasyonundaki yayılmanın, yeni salgınlara yol açabileceği konusunda uyarıyor. Ülkemizde de ev sivrisineğinin yanına Asya kaplanı türü eklendi. Bilim insanları bu türü kontrol altına almak için ilginç yöntemler geliştiriyor.
Yerküre ısınıyor, yaşam değişiyor. Kasım ayını neredeyse yarıladık, hâlâ şort ve tişörtle gezebiliyoruz. Güneyde deniz sezonu iyice uzadı. Plajlar yazın olduğu gibi kalabalık. Kombileri de açmadık henüz. Ama susuzluk ve kuraklık can sıkıcı. Keza artan orman yangınları da öyle. Diğer yandan yaz aylarının kâbusu sivrisinekler de hâlâ peşimizde. Ve “kanatlarında” ciddi bir risk taşıyorlar: Viral salgınlar! Dünya Sağlık Örgütü, sivrisineklere dair önemli bir uyarıda bulundu geçtiğimiz günlerde. Uyarıya göre; küresel sıcaklık artışı sonrası gerçekleşen sivrisinek popülasyonundaki yayılma, yeni salgınlara yol açabilir. “Dang humması”, “Sıtma”, “Batı Nil virüsü” ve
FAO’nun, 2023’ü Darı Yılı ilan etmesi boşuna değil! Dirençli bir gıda kaynağı olan darı, gıda kıtlığına karşı bir seçenek olarak değerlendiriliyor. Bu yüzden, ODTÜ’lü Oruç çiftinin Arhavi’de canlandırmayı başardığı darı çeşidi kuruminin önemi büyük
Zor zamanlar yaklaşıyor. Yeni bir çalışmaya göre, kritik iklim eşiği, önümüzdeki 5 yıl içinde aşılacak. Bu da sıcak hava dalgalarının ve kuraklığın artacağı anlamına geliyor. Önümüzdeki yıllarda hem yaşamın hem de tarımsal üretimin, günbegün daha da zorlaşacağına tanıklık edeceğiz. Bu nedenle iklim değişikliğine dayanıklı yeni gıdalar, son derece önemli. Zaten bu kaçınılmaz gerçeklik nedeniyle BM Gıda ve Tarım Örgütü (FAO) de 2023’ü Uluslararası Darı Yılı ilan etti. FAO’ya göre darı, zor dönemlerde gıda kıtlığını önlemede yararlı olabilir. Ancak biz, darıya oldukça yabancıyız. Çok küçük alanlarda sadece 3-4 bin ton darı üretimimiz var. Oysa darı, insanlığı doyuran, buğday, mısır ve
İklim krizi bizi kuraklık senaryolarıyla karşı karşıya bıraktı. Çiftçiler de kuraklığa dayanıklı diye yabancı tohum ekti ama sonuç değişmedi. Oysa ülkemizde geliştirilen “Taner” ve “Ayten Abla” adı verilen tohumlar, kuraklığa rağmen yüksek verimliliğiyle umutları yeşertiyor
Kuraklık, bulunduğumuz coğrafya için en yakıcı sorun. İklim krizinin etkisiyle, art arda olağanüstü kuraklıklar yaşamaya başladık. Ve iklim senaryolarına göre, bu tablo daha da ağırlaşacak. Zaten birçok kentte barajlar, dip seviyede. Turizm merkezi Bodrum’da aylardır insanlar, taşıma suyla değirmeni döndürüyor. Suyu tükenen bazı barajlar da, tarımsal sulamaya kapatıldı. Her geçen yıl susuzluk tehdidini daha yakından hissediyoruz.
Tabii bir diğer endişe; kuraklığa bağlı tarımsal verim kaybı. Trakya, ayçiçeçeğinde bunu acı bir şekilde tecrübe etti. Ayçiçekleri, yağış yetersizliği nedeniyle boy atamadan kurudu. Çiftçiler, yabancı bir tohum firmasına ait ‘kuraklığa dayanıklı’ tohum çeşidi ekmelerine rağmen, büyük bir
En şifalı meyvelerden ama ne yazık ki Türkiye’den Avrupa’ya gönderilen narlarda limitin çok üstünde tarım zehri kullanıldığını öğreniyoruz. Nedeni de ilaçlamanın kurallara uygun yapılmaması.
İşte Avrupa Birliği Gıda Alarm Sistemi. Geçen hafta sisteme düşen uyarıya göre, Türkiye’den gönderilen narda tolere edilebilir limiti onlarca kat aşan 5 farklı tarım zehri var. Hatta 12 yıl önce yasaklanan “fenvalerate” bile o zehirler arasında. Antioksidan açısından en yararlı meyve olan narın, âdeta zehir kokteyline dönüştüğünü anlıyoruz uyarıdan. Peki, bu nasıl oluyor? Çünkü çiftçi, ruhsatlı; yani kullanımına izin verilen tarım zehrini ya eksik ya da yanlış kullandığı için, zararlılara çare bulamıyor. Bunun üzerine de yasaklansa bile bir şekilde ulaşılabilen kimyasallara yöneliyor. Bunu anlatan Antalya’da bu yıl düzenlenen Nar Festivali’nde yetiştirdiği narla birincilik ödülüne layık görülen nar üreticisi Serdar Dülger.
Pas ve lekeler
Zeytindeki rekolte düşüklüğü hem fiyatını hem de sahteciliği tetikliyor. Kaliteyi belirleyen temel kriterleri değerlendiren tadım uzmanı Prof. Dr. Renan Tunalıoğlu’dan ipuçları aldık.
Zeytin rekoltesi bu yıl oldukça düşük. Tabii bu durum, zeytinyağı fiyatlarına da yansımış durumda. Fiyatla birlikte zeytinyağında sahtecilik de artıyor. Şikâyet sitelerine, zeytinyağı memnuniyetsizlikleri yansımaya başladı bile. Siparişle eve gönderilen yağın, zeytinyağı olmadığından yakınan da var, yağı tükettikten sonra sağlığının bozulduğunu iddia eden de!
Gerçekten de “zeytinyağı” diye satılan bazı yağların fiyatlarına bakınca, işin içinde bir bit yeniği olduğu apaçık. Zira kilosu 60 liradan satılan zeytinyağı da var kilosu 250 lirayı aşanı da. Elbette zeytinyağında belli oranda fiyat farkının oluşması olağan bir durum. Çünkü zeytinin çeşidi, yağın sınıfı, asitlik derecesi, elde edilme koşulları fiyata yansıyor. Ama piyasa değerinin çok altında bir fiyata, tenekelerce zeytinyağı satılabilmesini kimse açıklayamıyor. Daha doğrusu bu tablo, tağşişe (sahtecilik) kanıt
Avrupa’ya ihraç ettiğimiz ürünlerde başta şekerlemeler olmak üzere, pastadan keke, sakızdan içeceklere limitin üzerinde yapay renklendirici saptanması soruları da beraberinde getiriyor
Avrupa Gıda Alarm Sistemi, Türkiye’den gönderilen kek, bisküvi ve şekerlemeler için uyarı vermeye başladı. Son aylarda sisteme limit aşan oranda yapay renklendirici kullanılan ürünler yansıyor. Karamelli bir üründe sentetik kahverengi gıda boyası (E-155) kullanılmış. Üstelik limit değerin çok çok üzerinde!
Yunanistan’ın yaptığı sınır kontrolünde, Türkiye’den gönderilen şekerlerde sentetik kırmızı boya (E-124), kabul edilebilir limit değerin neredeyse 2 katı oranında saptanmış. Almanya’daki marketlerde satılan bir meyveli kekte ise âdeta renk kokteyli kullanılmış. Türkiye menşeli kekte, 3 adet sentetik gıda boyası kullanıldığı belirlenmiş. Yine Yunanistan’da yapılan sınır kontrolünde, ihraç ettiğimiz draje şekerlerde AB’nin yasakladığı titanyum dioksitin (E-171) kullanıldığını görüyoruz.
Aşırı kullanım var
Avrupa&rsquo