TÜBİTAK destekli bir projede Akdeniz’deki balıkların yarısından fazlasının sindirim sisteminde mikroplastik bulundu. Yoğunluklu olarak çamaşır makinelerinden gelen bu mikroplastikler besin olarak tüketilen balık, midye ve sofra tuzuyla insana geri dönüyor.
Yaklaşık 20 milyon kişinin yaşadığı Hindistan’ın Mumbai kentinde tek kullanımlık plastiklerin kullanılması yasaklandı. Yasağa uymayanlara 1730 liraya denk gelen para cezası ve 3 ay hapis cezası verilecek. Bizde de yıl sonu itibarıyla plastik poşet kullanımı yasaklanıyor. Bakalım bu yasak da benzer düzenlemelerde olduğu gibi sadece sözde mi kalacak? Zira uygulamaya geçilmemesi halinde plastik bize yaşamı yasaklayacak!
Akdeniz’deki plastik kirliliğini geçen hafta yazdık. Orta Doğu Teknik Üniversitesi Deniz Bilimleri Enstitüsü’nden Prof Dr. Ahmet E. Kıdeyş, tablonun her geçen gün kötüleştiğini ve deniz kaplumbağalarının midesinden balonlar, hipermarket poşetleri ve plastik şişe parçaları çıkardıklarını söylüyor. Akdeniz’le ilgili çok çarpıcı bilimsel tespitler var Ahmet hocanın anlattıklarında: “Deniz Bilimleri Enstitüsü’nün 2016 yazında Doğu Akdeniz’de yaptığı çalışmaya göre 1 metreküp deniz suyunda 0.29-21.23, deniz kumunda ise
WWF Türkiye’nin raporuna göre plastik kirliliğinin en yüksek olduğu denizlerden biri Akdeniz. Denizdeki mikroplastik oranı öyle bir seviyeye ulaşmış ki balık yerken bile plastik yemeye başlamışız.
Plastik atık günümüzün en önemli çevre sorunu. Boyutu ürkütücü. Rakamlar inanılmaz. Sadece denizlerde 150 milyon ton plastik atık olduğu tahmin ediliyor. Böyle giderse, ki gidiyor 7 yıl sonra her 3 ton balık karşılığı 1 ton plastik atık denizlerde olacak.
En yakın tehlike Akdeniz’de. WWF Türkiye’nin raporuna göre Akdeniz, plastik kirliliğinin en yüksek olduğu denizlerden biri. Denizdeki mikroplastik oranı öyle bir seviyeye ulaşmış ki balık yerken bile bir miktar plastik yemeye başlamışız.
Rapor, Akdeniz’in açık sularını, deniz tabanını ve kıyılarını kirleten atıkların yüzde 95’inin plastik olduğunu ortaya koyuyor. Atıkların başlıca kaynağı ise Türkiye ve İspanya. İtalya, Mısır ve Fransa kirletici etkisiyle bu iki ülkeyi takip ediyor. Türkiye günde 144 ton, İspanya 126 ton, İtalya ise her gün 90 ton plastik atık boşaltıyor Akdeniz’e. Neler mi?
Torba, sigara izmariti, balon, şişe, şişe kapağı veya pipet... Tabii bunlar gözle görünen büyük parçalar.
Plastik denizi; Akdeniz
Asıl deniz yaşamını tehd
Gastro kültür çalışmalarıyla tanınan Süleyman Dilsiz, “Salataya Dair Her Şey” adlı kitabında yaz-kış aynı malzemelerle hazırlanan salataları eleştirerek, “Mevsimin bilgesi olun” çağrısı yapıyor.
Bu hafta Alfa Yayınları‘ndan oldukça renkli ve “doyurucu“ bir kitap çıktı; “Salataya Dair Her Şey“. Kitabın yazarı gastro kültür çalışmalarıyla tanınan Süleyman Dilsiz. “Kılçıksız Balık” ve “Kahvaltıya Dair Her Şey” kitaplarının da yazarı.
Salata kitabı, otçul beslenenler için adeta bir vaha olmuş. 4 mevsim için 114 salata tarifi sunulan çalışmanın odağında mevsiminde tüketme bilinci var. Kitap, yaz-kış aynı malzemelerle hazırlanan salataları eleştiriyor ve okuruna; “Mevsimin bilgesi olun” çağrısı yapıyor.
Peki bu nasıl olur? Çalışmaya göre, öncelikle salataya katılan sebze ve meyveleri tanıyıp, hangi coğrafyada hangi mevsimde hasat edildiğini öğrenerek. Buna dair bir çizelge de var içerikte, mevsiminde tüketimin faydaları da... Dilsiz’e göre en önemli fayda, daha az hormon ve kimyasala maruz kalmak! Zira yetiştiricilikte kullanılan hormon ve kimyasalların mevsim dışı ürünlerde daha fazla oranda olduğuna dikkat çekiliyor. Ayrıca mevsiminde tüketim, hem insan hem de çevre sağlığı açısından
Yeditepe Üniversitesi’nden 15 öğrencinin hazırladığı “Kibele’nin İzinde” projesi, Kibele figürüne ait rotada çocuklara kültürel mirası koruma ve sahip çıkma bilinci aşılamayı hedefliyor.
Bu yıl “Avrupa Kültürel Miras Yılı”. Ancak AB, kültürel mirasın beşiği Anadolu coğrafyasını aldığı kararla kapsam dışı bıraktı. Bu nedenle Türkiye, miras yılı organizasyonlarına ev sahipliği yapamıyor. Tabii bu, Avrupa için de büyük eksiklik. Çünkü ortak kültürel mirasın en önemli kökleri bu topraklarda. İşte Kibele.. Analığı, üremeyi, hayatı, bereketi ve verimliliği simgeleyen Kibele figürü, tüm Akdeniz havzasında kabul gören bir miras. Ama en çok da Anadolu’ya ait bir simge. Bir grup üniversiteli şimdi bu mirasın izini sürecek ve AB’ye nasıl büyük hazineyi dışladığını gösterecek. Tabii, görüşülen sponsorların desteği sağlanabilirse.
İlk durak Kaz Dağları
Yeditepe Üniversitesi Felsefe ve Antropoloji bölümünde öğrenim gören Uğur Orberk Özdemir’in başını çektiği 15 gencin hazırladığı “Kibele’nin İzinde” projesi, Kibele figürüne ait rotada çocuklara kültürel mirası koruma ve sahip çıkma bilinci aşılamayı hedefliyor. Proje kapsamında, Kibele motifini barındıran 19 ildeki 38 durak ziyaret edilerek,
Karpuz mevsimi aşılı/aşısız tartışmalarını da beraberinde getirdi. Zira, bazı karpuzlar kabak tadı veriyor. Ama uzmanlara göre bu sadece karpuzların aşılı olmasıyla ilgili değil.
Karpuz mevsimi, aşılı/aşısız tartışmalarını da yanında getirdi. Aşılı karpuz, karpuz çeşidinin bir kabak anacı üzerine aşılanması anlamına geliyor. Türkiye’de de genel olarak kestane ve bal kabağı melezleri anaç olarak kullanılıyor. Bunun nedeni ise karpuz ekilen alanlarda ortaya çıkan toprak hastalıkları. Aşılı fide kullanıldığında çiftçi aynı arazide 3-4 yıl boyunca karpuz tarımı yapabiliyor. Aynı zamanda verim artışında da büyük pay sahibi aşılı fide. Çünkü meyve sayısı artıyor, karpuz irileşiyor. Eskiye oranla daha büyük karpuzların tezgahta yer alması da bundan. Tabii hem sayı hem de kiloca fazla ürün, çiftçi için de iyi bir kazanç.
Ancak, satış noktalarından “Karpuzun tadı kaçtı” sitemi yükselirse işin rengi tümden değişiyor. Bu sefer de, ürüne alıcı bulma sıkıntısı yaşanıyor. Son yıllarda bazı hallerde aşılı karpuzun reddedilmesi de bundan. Zira, halk arasında aşılı karpuza yönelik ciddi bir ön yargı var. Ama üretimin yüzde 90’ı da aşılı fideden. Toprakta var olan sorunlar nedeniyle geniş ölçekte
Organik tüketim bizi daha sağlıklı kılar mı? Buna ilişkin AB raporu, organik tarımla birçok riskin azaltılabileceği yönünde
Taleple orantılı olsa gerek organik, hem Türkiye hem de dünyada yükselişte. Son rakamlara göre, organik üretim yapan çiftçi sayısı 2.7 milyona ulaştı. Organik tarım yapılan araziler de yüzde 15 artarak 58 milyon hektar oldu. Küresel organik pazarın 90 milyar doları aştığı tahmin ediliyor. Konvansiyonel üretimdeki soru işaretleri ve endişeler çoğaldıkça, organik güçleniyor.
Tabii, organikle ilgili de en önemli soru; son ürünün sağlığa etkisi. Yani, organik tüketim bizi daha sağlıklı kılar mı? Buna ilişkin Avrupa Birliği’nin hazırladığı bir rapor var. Rapor, bu alanda yapılan bilimsel çalışmaların değerlendirilmesi usulüyle hazırlanmış. Üç ana noktaya vurgu var. Birincisi pestisit kullanımının ciddi bir tehlike arz ettiği. İkincisi hayvan üretiminde kullanılan antibiyotiklerin insanda antibiyotik direnci oluşturma riski. Üçüncüsü de kimyasal gübre kaynaklı kadmiyumun halk sağlığı sorununa dönüşme potansiyeli. Rapora göre tüm bu riskler organik tarımla azaltılabilir.
IQ kaybı yaşanabilir
Biraz daha açalım isterseniz.. Mesela pestisitler. Rapordaki ifade oldukça net:
Merkez Av Komisyonu kararıyla nesli tehlike altındaki kuş türlerini ve daha önce avlanmayan karabatağı yok edeceğimizi ilan ettik. Doğanın ve doğaseverlerin ‘çığlığı’na kulak tıkayarak alınan bu kararla, gezegenin en amansız yırtıcısı olduğumuzu gösterdik.
Tarihi kazananlar yazıyor. Güçlü olanın, kazananın, postu delenin hikayesini anlatıyor tarih. Bir Afrika atasözünün “Aslanlar kendi hikayelerini yazmadıkça, avcıların kahramanlığını dinlemek zorundayız” dediği gibi.. Avlananın değil avlayanın bakış açısından bakıyoruz dünyaya. Çünkü hep avcının kazandığı dünyadayız. Ama belki de avlanan hepimiziz, farkında değiliz.
Geride bıraktığımız ‘22 Mayıs Uluslararası Biyoçeşitlilik Günü’, insanoğlunun başlangıçtan bugüne vahşi hayvanların yüzde 83’ünü, bitkilerin ise yarısını yok ettiğini bir kez daha hatırladık. Gezegenin en amansız yırtıcısı olduğumuz gerçeğiyle yüzleştik. Canlı popülasyonunda yüzde 0.01’i ifade etmemize rağmen, dünyayı hızlı bir yok oluşa sürüklediğimizi bir kez daha gördük. Ve aynı günlerde bu ‘yok oluşa’ kararlılıkla devam etme adına bir adım daha attık. Merkez Av Komisyonu kararıyla, nesli tehlike altındaki kuş türlerini ve daha önce avlanmayan karabatağı yok
Şehir hayatını terk ederek karavanda yeni bir yaşama başlayan yazılımcı Özgür-Zeynep Karaman çifti, “Nihai amacımız daha az konfor, daha fazla hayat” diyor.
Dolaplarımız giymediğimiz kıyafetlerle doluydu, 3+1 evimizin sadece 1 odasını kullanıyorduk, dışarı çıkıp bir iş halletmek o günü tamamen harcıyordu ve birbirimizle ne kadar az vakit geçirdiğimizi anladık. Hayatı yavaşlatmaya çalışıyorduk ama İstanbul buna izin vermiyordu. Sistemin çarkını kırabilmek için İstanbul’dan kesinlikle gitmemiz gerektiğini anladık...”
Böyle başlamış yazılımcı Özgür ve Zeynep Karaman çiftiyle 2 yaşındaki kızları Nil’in “yeni hayat” yolculukları. Onlar da her “şehir hükümlüsü” gibi hayatlarını mesai ve trafikte geçiriyorlarmış. Uyku dışında sadece birkaç saat kaldıkları evlerine de hatırı sayılır bir kira ödüyorlarmış. Dünya nimetlerinin hızla tüketildiği bu düzen canlarına tak edince, kurtuluşu daha az tüketimde aramışlar. Yaşamlarını minimize etme çabası onları kendi yaptıkları 8 metrekarelik bir karavana taşımış. Yaklaşık 3 aydır evleri o karavan. Artık az tüketip çok yaşıyorlar. Nil’e de her sabah bir başka manzaraya karşı uyanma ayrıcalığı sunarak.
Yuvaları olan karavanı kendileri tasarlamış. Tüm