Şehir hayatını terk ederek karavanda yeni bir yaşama başlayan yazılımcı Özgür-Zeynep Karaman çifti, “Nihai amacımız daha az konfor, daha fazla hayat” diyor.
Dolaplarımız giymediğimiz kıyafetlerle doluydu, 3+1 evimizin sadece 1 odasını kullanıyorduk, dışarı çıkıp bir iş halletmek o günü tamamen harcıyordu ve birbirimizle ne kadar az vakit geçirdiğimizi anladık. Hayatı yavaşlatmaya çalışıyorduk ama İstanbul buna izin vermiyordu. Sistemin çarkını kırabilmek için İstanbul’dan kesinlikle gitmemiz gerektiğini anladık...”
Böyle başlamış yazılımcı Özgür ve Zeynep Karaman çiftiyle 2 yaşındaki kızları Nil’in “yeni hayat” yolculukları. Onlar da her “şehir hükümlüsü” gibi hayatlarını mesai ve trafikte geçiriyorlarmış. Uyku dışında sadece birkaç saat kaldıkları evlerine de hatırı sayılır bir kira ödüyorlarmış. Dünya nimetlerinin hızla tüketildiği bu düzen canlarına tak edince, kurtuluşu daha az tüketimde aramışlar. Yaşamlarını minimize etme çabası onları kendi yaptıkları 8 metrekarelik bir karavana taşımış. Yaklaşık 3 aydır evleri o karavan. Artık az tüketip çok yaşıyorlar. Nil’e de her sabah bir başka manzaraya karşı uyanma ayrıcalığı sunarak.
Yuvaları olan karavanı kendileri tasarlamış. Tüm detayları ekolojik. Hatta bu yüzden yapımı 1 yılı bulmuş. İnşasında hiçbir kimyasal kullanılmamış, yalıtımı geri dönüştürülmüş tekstil elyafından yapılmış, elektrik ihtiyacı tavandaki güneş panellerinden sağlanıyor ve her şey elektrikle çalışıyor. Karavandaki tuvalet kuru kompost; yani çevreye atık yerine gübre bırakıyor. Karavanın içi küçük bir dağ evi gibi. Tüm döşeme çam ağacından yapılmış ve cila yerine keten yağı sürülmüş. Formaldehitten kaçınmak için renksiz mobilya seçmişler. Ailenin yaşamı da zaten küçük karavanları gibi. Sadece 2 öğünle besleniyorlar, her gün pişirdikleri tek çeşit yemeği yiyorlar. Ertesi güne ısıtılacak yemek bırakmıyorlar. Günlük ve az tüketim nedeniyle küçük bir soğutucu yetiyor. Hazır, paketlenmiş hiçbir gıdayı almıyor, dışarıda yemiyor, yiyeceklerini sertifikalı organik gıdalardan yapıyorlar. Kızları Nil’i TV, biberon, emzik ve hazır bezle hiç tanıştırmamışlar. Kıyafetleri de organik pamuklulardan.
Gezerek ve üreterek
Yolculukları kiralık evlerini kapadıkları İstanbul’dan başlamış. Aylardır Antalya çevresindeler. Amaçlanmış bir rotaları yok. Merak ettikleri yerlere gidip orada yaşamayı deneyimliyorlar. Sevdikleri yerlerde birkaç gün fazladan kalıyorlar. Sadece gezen, üretmeyen bir yaşama şekline de karşı olduklarını söylüyorlar. Gezerek ve hissederek yaşıyorlar ama bir yandan da işlerini proje bazlı karavandan sürdürüyorlar. Ama sadece referansla ve yaşam tarzlarına saygı duyan insanlarla çalıştıklarını söylüyor Özgür. Aslında bir nevi farkındalık oluşturmayı amaçladıklarını anlatıyor: “Daha küçük alanda daha az eşya, su ve elektrik kullanarak, sifona basmadan da tuvaletten çıkılabileceğini, atığımızı gübre olarak kullanabileceğimizi gösteren bir hayatı yaşayarak paylaşmak. Kıymet bilmeyen, eskimeden yenileyen bir toplum olma yolunda koşarak gidiyoruz. Biz frene bastık, basmak isteyenlere, cesaret edemeyip düşünenlere, ‘yok olmaz’ diyenlere ‘yapılır’ı göstermeyi hedefliyoruz. Tüketimini azaltabildiğimiz her şeyi azalttık ya da hayatımızdan çıkarttık. Nihai amacımız, aslında daha az konfor, daha fazla hayat. En önemlisi de Nil’i doğada büyütmek, çok geniş bir hayal gücü kazandırmak. Birçok kez başka bir yerde uyandı ve şimdilik hayatından memnun.”
Peki bu yolculuk ne kadar sürecek? Yazın karavan güzel ama ne olacak? 8 metrekarede hiç bunalmıyorlar mı? Bunları da sordum Özgür ile Zeynep’e. Zorlandıkları anların olduğunu söylüyorlar ama hiç otelde kalma ihtiyacı duymamışlar. Sadece banyoları çok dar olduğu için ‘Şöyle rahat banyo fena olmazdı’ diyorlar. Kışa gelince... Aracı kışa uygun tasarladıkları için yolculuğu kışın da sürdürmeyi planlıyorlar.
Zaman aslında o kadar da hızlı akmıyormuş
Özgür ve Zeynep, kızları Nil okul çağına geldiğinde ise uzaktan eğitim imkanı olmazsa rotayı yurtdışına kırma düşüncesindeler. Zeynep’in şu sözleri de çıktıkları yolculuğun uzun soluklu olacağını gösteriyor: “Antalya’da tam 2 ay geçmiş. Öyle uzundu ki bu iki ay. Nil 2 ayda öyle değişmiş ki, sanki 2 yıl geçirmişiz. ‘Ne çabuk bitti gün’ denir hep, ‘Hemen akşam oldu’, ‘Ne çabuk pazartesi geldi’... Aslında gün çabuk bitmiyormuş. Pazartesinin gelmesi uzun sürüyormuş... Sistemin içinden çıkınca insan anlıyor ki, zaman aslında o kadar da hızlı akmıyormuş. Sadece dayatılanlara yetişemiyormuş, önümüzdekileri azaltınca zaman rahatlıyor, günler yetiyormuş.”