‘Bitki Zekası’ adlı kitap yaşamımız için ne kadar önemli oldukları tartışmasız olan bitkilerin, zekasına hayran bıraktırıyor.
Başlıktaki niteleme Prof. Dr. Canan Karatay’a ait. Vegan beslenenleri böyle tanımlayarak epey kızdırdı Canan hoca, geçtiğimiz hafta. Veganlar da Karatay’ın açıklamasının bilimsel temelden yoksun olmasından yakındı. Tabii, oldukça tartışmalı bir yaklaşım Karatay’ınki. Ama ‘Tahıl beyinli’ olmak da fena sayılmaz. Hatta ‘Keşke olabilsek’ bile diyebilirim. Özellikle de bitki nörobiyolojisi uzmanı Prof. Stefano Mancuso’nun gazeteci Alessandra Viola’yla kaleme aldığı ‘Bitki Zekası’ kitabını okuduktan sonra...
Çünkü kitap, bitkilerin aslında zeki varlıklar olduğunu net bir şekilde ortaya koyuyor. Hatta o derece zekiler ki, bitkiler tarafından manipüle ediliyor olabiliriz bile! Nasıl yani demeyin. O sessiz, hareketsiz yaratıkların; aslında evreni kendi çıkarları doğrultusunda çekip çeviren kurnaz organizmalar olduğu kesin. Karatay, farkında mı bilmiyorum ama et oburları dolandıran çiçeklerle aynı evreni paylaşıyoruz. ‘Düşmanımın düşmanı dostumdur’ yaklaşımıyla saldırıya uğradığında düşman desteği çağırabilecek kadar gelişmiş bir zekayla karşı karşıyayız. Kökleri
Elini toprağa tohuma değdirenler arttıkça balkonlar arka bahçeye; teraslar tarlaya dönüşüyor. Sürecin en güzel yanı, toplumsal doğa bilincine katkı sağlaması.
Şehirleri betonlaştırdıkça toprağın değerini anlar olduk. Bahçeciliğe, bahçe işlerine büyük ilgi var. Açılan ‘kent bahçeciliği’ eğitimlerinde kontenjanlar birkaç günde doluyor. Elini toprağa, tohuma değdirenler arttıkça da balkonlar arka bahçeye; teraslar tarlaya dönüşüyor. Sürecin en güzel yanı da, toplumsal doğa bilinci oluşmasına yönelik katkısı. Toprağı tanıyan, suyun değerini bilen, atığını kompost yapmayı dert edinen bir grup oluşmaya başladı metropollerde. Permakültür oluşumları, ekoloji birlikleri, gıda toplulukları artık şehrin bir parçası.
‘Geri dönüşmek’
Ve bu süreç oldukça da öğretici. Özellikle de şehirli gençler için. Mesela üniversiteli Bahar Karatüfek. Toprağa ve tarıma duyduğu ilgi onu yaz tatilinde TaTuTa gönüllüsü olarak 2 çiftliğe taşıdıktan sonra şehirde tükettiği gıdaya artık farklı bir açıdan bakmaya başlamış Bahar. Çapa yapıp, ot yolup, bitkilerden krem yapmayı deneyimlediği kır, ona, şehirde unuttuğu ‘hayret etme’yi de hatırlatmış: “Alışkanlığın zincirlerini kırıp, konfor alanınızdan uzaklaştığınızda;
Tarımsal üretimde 400-500 çeşit pestisit kullanıldığı düşünüldüğünde, meyve ve sebzelerinizi yıkama şeklimiz konusunda içinden çıkılamayan bir durumla karşı karşıya kaldığımızı görüyoruz.
Milliyet Pazar için yaptığımız toplantıda açıldı konu... Meyve sebzeleri pestisitten (tarım zehri) arındırmak için nasıl yıkamalıyız? ‘Sadece suda yıkıyorum’ diyen de oldu, suya sabun katıp yıkadığını itiraf eden de. Değişik tavsiyeler de dolaşımda bu konuda. Doğrusu neymiş bakalım...
Öncelikle yiyeceklerden çıkarmaya çalıştığımız pestisitlerin hepsinin bir olmadığını bilmek gerek. Etki şekillerine göre 3’e ayrılıyorlar. Kontak etkili olan yüzeyde kalıyor. Sistemik etkili olan ise bitkinin bünyesine nüfuz ediyor. Yani yapraktan köküne her yerinde kalıntı söz konusu. Yarı sistemik olanlar da hem yüzey hem de bitkinin dokusunda etkili.
Bunu bilmek neden önemli? Öncelikle her seferinde yıkayarak arındırabi-leceğimiz bir tabloyla karşı karşıya olmadığımızı anlamak için. Yani bitkiye su yoluyla verilen sistemik bir ilacın arındırılması çamaşır suyuyla yıkasanız dahi mümkün değil.
İşin zor kısmı da zaten bu; hangi pestisiti hangi yöntemle uzaklaştıracağız? Tarımsal üretimde 400-500 çeşit pestisit
Zeytinyağı sık sık tağşişle anılan bir besin. Peki sahte zeytinyağından nasıl kaçınılır, kalitelisi nasıl seçilir?
Zeytinde hasat şenlikleri başladı. Bu sene rekolte yüksek. Ancak küresel ısınma rekolteyi gölgeleyecek gibi. Natürel zeytinyağında ciddi azalma bekleniyor. Ağırlık rafine yağa kayacak. Ama orada da iklim değişikliği etkisiyle kimyasal bileşenlerde sapmalar var. Bu, uluslararası ticareti etkileyebilir. Bu nedenle Türkiye, Uluslararası Zeytinyağı Konseyi’ne sapma değerlerini kabul ettirmeye çabalıyor.
Kimyasal bileşenler, zeytinyağının kalitesiyle bire bir ilişkili. Asitlik, sterol kompozisyonu ve fenolik bileşenler zeytinyağı için önemli kriterler. Asitliği yüzde 0.8’den küçük olan, en kaliteli sınıf; natürel zeytinyağı olarak adlandırılıyor. Ama tek kriter asitlik değil. Duyusal açıdan da kusur içermemesi gerekiyor. O yüzden tadımcılar asitlik oranı ve tat kontrolüyle zeytinyağını tasnif ediyor. Asitliği yüzde 0.8 ile 2 arasında olanlar ise “Natürel birinci zeytinyağı” olarak anılıyor. Bu yağ da rafine edilmeden tüketilebiliyor ancak natürel sızmanın bir sınıf altında.
Asitliği yüzde 2’nin üzerinde olan ve duyusal kusurları bulunan zeytinyağları ise rafinajlık olarak
Peter Wohlleben’ın kaleme aldığı “Ağaçların Gizli Yaşamı”, ağaçların birlikte orman olabilme döngüsünü etkileyici örneklerle anlatıyor.
Yaşamak bir ağaç gibi tek ve hür/ve bir orman gibi kardeşçesine”... Dünyada satış rekorları kıran “Ağaçların Gizli Yaşamı” bu ölümsüz dizelerle başlasa, yeriymiş. Zira, kitabın ilk sayfalarından itibaren zihninizde bu mısralar dönüp duruyor. Okurken Nâzım Hikmet’in bir asır önceki biyoloji öngörüsüne şaşıp kalmamak mümkün değil.
Alman ormancı Peter Wohlleben’ın kaleme aldığı kitap, ağaçların birlikte orman olabilme döngüsünü etkileyici örneklerle anlatıyor. Ağaç köklerinin yeraltında kurduğu muazzam dayanışma, eminim ki dünyaya bakışınızı değiştirecek. Ormandaki ağaçların paylaşım ağını, birbirlerine verdiği desteği öğrenince toplumsal yaşamı sorgulamanız da olası. Sayısız örnek var kitapta ‘orman kardeşliği’ne dair. Mesela yiyecek paylaşımı! Kökleriyle birbirine bağlanan ağaçlar, aşağıda besin alışverişi yapıyormuş. Şekeri fazla olan ihtiyaç duyana şeker veriyor, fakir olan aldığı destekle yaşıyor. Hasta bireyler desteklenip besleniyor, zayıflar güçlülerin verdiği omuz sayesinde yıkılmadan ayakta duruyor... İnsanlığın binlerce yıldır kuramadığı
Ege Kuru Meyve ve Mamulleri İhracatçılar Birliği’nin “Okratoksin A” uyarısı gözden kaçmamalı. Sağlığa zararlı bu toksinlerden dolayı, Avrupa’ya ihraç ettiğimiz kuru üzümlerde büyük oranda iade yapıldı.
Ege Kuru Meyve ve Mamulleri İhracatçılar Birliği’nin “Okratoksin A” uyarısı gözden kaçmamalı. Zira konu hayat memat meselesi. Birliğin ikazı, Avrupa’ya ihraç ettiğimiz kuru üzümlerin yüksek oranda “Okratoksin A” içerdiği yönünde. Üzümler iade edilmeye başlayınca, meyve üreticilerini uyarmak zorunda kaldılar. Çünkü, AB Gıda Güvenliği Alarm Sistemi’nde yılda 4-5 olan “alarm”, Okratoksin A için 29’a yükselmişti.
Okratoksin A, bir çeşit mantar. Aflatoksinle birlikte insan sağlığı için “en tehlikeli” toksinler sınıfında. Bu iki madde, genotoksik etkileri nedeniyle çeşitli kanserlere ve DNA ile böbrek hasarına neden oluyor. Biz, diyet yoluyla maruz kalıyoruz bu zehirlere. Özellikle bazı kuru meyve ve kuru yemiş çeşitleri aflatoksin B1 ve okratoksin A açısından daha riskli. Riski de en çarpıcı haliyle, AB Gıda Alarm Sistemi’nde görebiliyoruz zaten. Sistem, yapılan denetim sonrası sağlıksız olduğu için iade veya imha edilen ürünlere ait bilgiler veriyor. Geçtiğimiz yıl Türkiye’den Avrupa’ya
Bilim, bitkilerin duymadığını hatta insanda sağırlığa neden olan genlere sahip olduğunu saptamış. Tabii sağır olmaları, duyarsız oldukları anlamına gelmiyor. Bizdeki sinir sisteminden farklı bir şekilde görüyorlar
Bu yıl Birleşik Arap Emirlikleri’nde ‘ilginç’ bir deney yapıldı. Aynı şartlarda yetişen iki bitkiden birine sürekli küfür etti öğrenciler. Diğerine ise güzel sözler söylediler. İddiaya göre güzel sözleri duyan bitki yeşerip boy atarken, küfür yiyen sararıp soldu. Medyada geniş yer buldu deney ama bilimselliği tartışılmadı elbette. Gerçi, okunmuş fasulye projesine de tanıklık etti bu topraklar. Oysa ki Metis Yayınları’ndan çıkan “Bitkilerin Bildikleri” adlı kitap, aslında bitkilerin sağır olduğunu söylüyor. Bilim, bitkilerin duymadığını, hatta insanda sağırlığa neden olan genlere sahip olduğunu saptamış. Yani boşunaymış o güzel sözler, küfürler... Belki de çok şanslılar insanoğlunu duyamadıkları için.
Tabii bitkilerin sağır olması, duyarsız oldukları anlamına gelmiyor. Mesela bilim, bitkilerin gördüğünü kanıtlamış. “Nasıl yani?” demeyin. Artık çiçeğinizin, ağacınızın huzurunda daha temkinli olma zamanı. Çünkü kitap, bitkilerin fiziksel olarak gözü olmasa da bizden daha iyi
Türkiye’nin ilk sertifikalı organik dondurması üretildi. Balla tatlandırılan dondurmalarda yapay aroma, renklendirici ve dolgu maddesi yer almıyor.
Kahvede yaşadığımızı dondur-mada yaşıyoruz bugünlerde. Adeta yeniden keşfettik dondurmayı. İstanbul’da birbiri ardına butik dondurmacı açılıyor. Bu durum endüstriyel dondurmadan kaçışın bir sonucu mu bilinmez ama dondurmaya rağbetin arttığı kesin. Bu yatırımlara da yansımış. Organik bal ile tanıdığımız Eğriçayır, Türkiye’nin ilk sertifikalı “organik dondurma”sını üretti mesela geçtiğimiz günlerde.
Dondurmayı balla tatlandırmışlar. İçeriğin yüzde 20’si organik bal, yüzde 80’e yakını da organik süt. Ne glikoz-fruktoz var içeriğinde ne de şeker. O yüzden tadı keskin değil ama sağlıklı olduğu kesin. Çünkü yapay aroma, yapay renklendirici ve yapay dolgu maddesi kullanılmamış. Peki bunlar endüstriyel dondurmalarda var mı? Varmış. Hem de fazlasıyla...
Dondurma yerine hava ve kimyasal
Biraz araştırıp sektörün içinde olanlarla konuşunca aslında dondurma yerine çoğunlukla hava ve kimyasal yediğimiz anlaşılıyor. Evet gerçekten de paramızın yarısı havaya gidiyor. Dondurma kutularına dikkatli bakılırsa bu zaten görülecektir. Diyelim ki 1 kilogramlık