Tarihin en sıcak haziran aylarından birini geride bıraktık. Bu ay da gölgede 45 derecelere varan sıcaklıklarla karşı karşıyayız. Bu sıcak döngünün sona ermesi için tek umut La Nina’da
Ardı ardına gelen sıcak hava dalgalarıyla bunaldık. Yaz boyunca hemen hiç serinleyemedik ve nerdeyse bir haftadır âdeta saunadaymış gibi yaşıyoruz. Yüksek nemle birleşen aşırı sıcak, artık sağlık riski yaratmaya başladı. Aslında bu yakıcı zamanların geleceğini de biliyorduk. İklim bilimciler, küresel ısınmanın etkisiyle sıcak hava dalgalarının her geçen yıl daha da şiddetleneceğini, bulunduğumuz coğrafya için 50 dereceye varan sıcaklıklara hazır olmamız gerektiğini epeydir dillendiriyordu. Ve geçen yıl Eskişehir Sarıcakaya’da 49.5 dereceyle o korku filminin fragmanını bir günlüğüne de olsa yaşadık.
Bu yıl ise geçen seneye göre çok daha sıcak. Tarihin en sıcak haziran aylarından birini geride bıraktık. Temmuzda da gölgede 45 derecelere varan sıcaklıklarla karşı karşıyayız ve termometreler her geçen gün daha da yükseliyor. Bu sıcak döngünün sona ermesi
Güneşin yakıcı etkisi ve zararlı UV ışınlarından korunmak için hekimler güneş kremi kullanılmasını salık veriyor. Ancak güneş kremleri de sanıldığı kadar masum olmayabilir! Zira Danimarka’da yapılan yeni bir araştırma birçok güneş koruyucusunun, cilde zarar verebilecek veya endokrin bozucu etki gösterecek kimyasallar içerdiğini ortaya çıkardı.
Danimarka Tüketici Konseyi THINK Chemicals, bazıları ülkemizde de satılan 52 ayrı marka güneş kremini testten geçirdi. Testlerde kremlerin içerik listelerindeki endokrin bozucu, alerjen veya çevreye zarar verebilecek kimyasallara odaklanıldı. İncelemede, satılan 52 güneş koruyucusundan 20’sinin, zararlı UV filtreleri ve hormonal sistemi olumsuz etkileme potansiyeli taşıyan kimyasallar içerdiği anlaşıldı.
Test edilen bazı güneş kremlerinde endokrin bozucu UV filtreler, ‘etilhekzil salisilat’, ‘oktokrilen’ ve ‘homosalat’ın olduğu rapora yansımış. Aslında hormon bozucu bu maddelerin çok daha uzun bir listesi var. Bunlar en sık saptananlar. Diğerleri de şöyle: Benzil salisilat,
Doğanın yeşil ortamı, insanların beden ve ruh sağlığına çok iyi geliyor. Araştırmalar, büyük kentlerde yaşayanların ‘doğa dozu’na ihtiyacı olduğunu gösteriyor.
Beton yığınlarının arasında yaşarken pandemi bir anda hepimize doğanın iyileştirici gücünü yeniden hatırlattı. Pek çok araştırma da, yeşil alanların hem beden hem de ruh sağlığına iyi geldiğini ortaya koyuyor.
JAMA Network Open’da yayımlanan çalışma mesela ilk akla gelenlerden biri. 14 bin kişinin verilerinin değerlendirildiği araştırma, yeşil alanların yakınında yaşayan insanların daha az depresif olma eğiliminde olduklarını ve beton yığınları arasında yaşayanlara göre daha iyi bilişsel işlevlere sahip olduklarını göstermiş. Yeşil alanların sık olduğu bir çevrede yaşamanın, depresyon görülme riskini düşürdüğü, dikkat, hafıza ve yaratıcılığı güçlendirdiği ve morali yükselttiği saptanmış.
Edinburgh Üniversitesi psikologlarının yaptığı çalışma ise hayatları boyunca sık sık ya da bazen bahçecilik faaliyetleriyle ilgilenen yaşlıların, hiç bahçecilik yapmamış yaşlılara
Evlerimizi serinletelim derken, dışarıyı daha da ısıttığımızın farkında bile değiliz. Tam bir kısır döngü! İç ortamdaki sıcak havayı dışarıya salan klimalar, serinleyemeyen kesimi daha da bunaltıyor.
Artan sıcaklıklarla birlikte şehirlerdeki klima kullanımı arttı. Ancak klimalar bir yandan soğuturken bir yandan da ısıtıyor! Özellikle kentlerde ‘ısı adası’ etkisinin oluşmasında klimaların ciddi bir payı var. Yani biz iklim krizinin yarattığı boğucu sıcaklığa bireysel çözümler üretirken, aslında sorunu daha da büyütüyoruz. Âdeta bir sarmalın içindeyiz. Hem klimalara bağlı enerji tüketimindeki artış hem de klimaların iç ortamdan çektikleri sıcak havayı dışarıya transfer etmeleri, iklim krizini daha da derinleştiriyor.
2.4 derece artırıyor
İşte Fransa’da yapılan bir araştırma… Çalışma kapsamında oluşturulan simülasyon; sıcak hava dalgası esnasında Paris’teki tüm klimalar çalıştırıldığında, sokaklardaki sıcaklığın normale göre 2.4 derece artacağını ortaya koyuyor. Küresel ısınma eşiğinin 1.5 derece olduğu
Avrupa Futbol Şampiyonası’nda birbirinden güzel goller izliyoruz. Ama asıl golü karbon emisyonunu artıran uçuşlar atıyor. Taraftarları taşıyan her uçak, dünyanın ateşini yükseltiyor.
“İklim krizi kapımızda” diyorduk ama artık eşikten içeri girdi. Art arda yaşadığımız sıcak hava dalgaları, ormanlardan yükselmeye başlayan dumanlar, kuraklık ve bölgesel verim kayıpları, küresel iklim değişikliğinden şimdilik payımıza düşenler. Ve iklim projeksiyonlarına göre, bu sonuçlar her geçen yıl şiddetlenecek. Sıcak hava dalgalarının hem sayısı hem de derecesi artacak, ortalama sıcaklıklar da yükselecek. Bu gidişatı durdurabilmenin tek yolu; karbon emisyonlarını azaltmak.
Futbol şöleninin bedeli
Ancak bu hususta hem ülkeler hem de o ülkelerde yaşayanlar pek istekli değil. Çünkü emisyonları azaltabilmek için esaslı bir yaşam şekli değişikliğine ihtiyaç var. Bazı lükslerden vazgeçmemiz, tüketimi azaltmamız, tercihlerimizi değiştirmemiz gerekiyor. Mesela şu an tüm dünyanın takip ettiği Avrupa Futbol Şampiyonası...
Mercimeğin gen merkeziyiz ama Kanada mercimeği yiyoruz. Maalesef bugün birçok marketin rafında ithal mercimek var. Çünkü üretimimiz iç tüketimi karşılamaya yetmiyor. Oysaki bir dönem, dünya mercimek üretiminde birinci sıradaydık. 1970’li yıllarda mercimekle tanışan Kanada, arayı hızla açıp zamanla bizim üretimimizi altıya katladı. Bizdeyse mercimek üretim alanları daraldı.
Tabii bunun en büyük nedeni çiftçinin hasat ettiği mercimekten para kazanamaması. Kazanç olmayınca üretim de sürdürülebilir olmuyor. Mercimek tarımının merkezi Güneydoğu Anadolu’daki tablo bunun en acı örneği. Kızıltepe Ovası’nda bir araya geldiğimiz Mardin Bulgur Sanayicileri Dernek Başkanı Faysal Sun, “Artık para etmiyor” diye ovada mercimek ekiminin her geçen yıl daha da azaldığından yakındı. Önceden 200-300 bin ton mercimek hasat edilirmiş bölgede. “Şimdiyse en verimli yılda 40 bin ton çıkıyor” diyor Sun. Verimin düşük olması da etki etmiş azalışa. Çiftçi, mercimek yerine daha
5 Haziran Dünya Çevre Günü’nde hatırlamamız gereken tek şey, dünyayı biz kirletiyoruz. Ancak gençlerin dünyayı yeşertecek adımlar atmaları içimize su serpiyor. Gençlerin çevresel sorunları önlemeye yönelik çözümlerine göz atıyoruz.
5 Haziran Dünya Çevre Günü. Böyle günlerde içi boş sloganlar yerine yarattığımız tahribatın muhasebesiyle yüzleşmek daha doğru aslında. Sonuçta, kapkara akan dereler bizim eserimiz. Dağ gibi yükselen atıklarda bizim de payımız var. Toprağı betona çeviren de biziz, suyun boşa akmasına göz yuman da. Aldığımız her ürünün, attığımız her adımın doğaya bir etkisi var.
Eğer çevre için iyi bir şeyler yapmak istiyorsak mutlaka bu etkiyi azaltacak çözümler üretmeliyiz. Neyse ki gençler bu sorumluluğun farkına vardı. Bilim ve teknolojiyi kullanarak çevresel sorunları önlemeye yönelik birçok girişime imza atmaya başladılar. Plastik çöpünü azaltmadan su-enerji tasarrufuna, gübre kirliliğini
Hobi bahçesi, ilk anda kulağa masum ve cazip geliyor. Ancak hobi bahçesi kılıfı altında tarım arazilerinin betonlaşma tehlikesi yatıyor. Buralara kaçak yapılar konduruluyor. Üstelik hobi bahçeleri bu yönüyle yasalara da aykırı
Bugün en popüler emlak sitesine girip ‘hobi bahçesi’ diye arama yaptığınızda 5 bin 641 ilan çıkıyor karşınıza. Kaba hesapla her bir ilanda satışa çıkarılan tarlanın ortalama 1 dönüm büyüklüğünde olduğunu baz alırsak, 5.6 milyon metrekare tarım arazisinin ufak parçalara bölünüp satıldığına işaret ediyor bu tablo. Oysa ki Türkiye tarımının zaten en büyük problemi; tarım arazilerinin parçalı olması. Bu haliyle var olan tarım alanlarının daha da küçük parçalara bölünerek el değiştirmesi, sorunu daha da karmaşık hâle getirecek.
Diğer yandan her ne kadar bazıları için, tarımla tanışma ve kendi gıdasını üretme açısından iyi niyetli bir başlangıç olsa da son dönemde hobi bahçelerinin kırsalda ciddi bir yapılaşmaya neden olduğu da