Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin’in 24 Şubat’ta Ukrayna’ya karşı başlattığı savaşın ne zaman sona ereceği, dünya kamuoyu tarafından merak ediliyor. Moskova yönetimi, Ukrayna savaşını yıldırım bir şekilde sonuçlandırmayı hedefliyordu, ki bu konunun detaylarını geçmiş yazılarımda kaleme aldım. Hatta Rusya’nın, tüm hesaplarını Ukrayna’ya ait olan Kırım’da uyguladığı taktiğe ve elde ettiği sonuca endekslediğini de ifade edebiliriz. Bir başka deyişle, savaşın 10 ya da 15 gün gibi kısa bir sürede sona ereceğini hesaplamıştı Moskova.
Ancak Kremlin’deki hesap, Kiev’de tutmadı. Ukrayna ordusu 2014’ten bu yana çok değişti. Başta ABD olmak üzere, NATO’nun önde gelen müttefikleri tarafından eğitildi, Ukrayna ordusunun savunma doktrini de, kademeli olarak Sovyet askeri doktrininden NATO savunma doktrinine geçiş yapmaya başladı. Dolayısıyla bir yandan Rus ordusunun savaş taktiklerine sahipken diğer yandan da NATO’nun savunma doktrinini benimsemiş durumda. Zaten Ukrayna’nın Rusya’ya karşı sergilediği direniş de bunun ürünü.
İpi önde göğüsleyen Emmanuel Macron, cumhurbaşkanlığı seçimlerinin ardından yine iki turlu parlamento seçimleri için hazırlanacak. Macron böylelikle yolu yarılasa da, parlamento çoğunluğunu da elde etmek zorunda.
Geçtiğimiz Pazar sandığa giden Fransız halkı, ülkenin yönetimini bir kez daha Emmanuel Macron’a teslim etti. Ancak oyların yüzde 58.54’ünü alarak ipi önde göğüsleyen Macron’u halen zorlu bir yarış bekliyor. Zira Macron’un, bu kez de Haziran’da yapılacak genel seçimlerde partisinin meclis çoğunluğunu elde etmesi için yeniden yollara düşmesi gerekiyor.
Bununla birlikte Macron, iki turlu cumhurbaşkanlığı seçimlerinde en yakın rakibi Marine Le Pen’e önemli bir fark atsa da, rakamlar, ülkede aşırı sağın önlenemeyen yükselişini ortaya koyuyor. Zira aşırı sağ Ulusal Birlik Partisi lideri Marine Le Pen oyların yüzde 41.46’sını almayı başardı. Yani, 2002’den bu yana yükselişte olan aşırı sağcı, yabancı düşmanı ve milliyetçi partiler, neredeyse iktidara ortak
Rusya’nın 24 Şubat’ta Ukrayna’ya karşı başlattığı savaş dış politikanın ağırlıklı konusu haline geldi. Rusya’nın Ukrayna’da kazandığı veya kaybettiği mevziler ve Ukrayna silahlı kuvvetlerinin direnci derinlemesine ele alınıyor. Keza, ABD ve NATO müttefiklerinin Kiev yönetimine verdiği askeri desteğin etkisi de yine dış politikayı meşgul eden başlıca konular arasında. Ancak gündemin gölgesinde kalan konular yok değil. Hatta gündemle çok bağlantılı olmalarına rağmen.
Nitekim hafta içerisinde iki önemli toplantı gerçekleştirildi. Avrupa Komisyonu’nun yeşil mutabakattan sorumlu başkan yardımcısı Frans Timmermans Çarşamba ve Perşembe Ankara’daydı. Avrupa Birliği (AB) ile Türkiye arasında yapılması kararlaştırılan yüksek düzeyli siyasi diyalog toplantıları kapsamında geldi. İstişareler tabii ki yeşil mutabakatla bağlantılı konular etrafında döndü. Rusya’nın Ukrayna’ya karşı başlatmış olduğu savaşla birlikte AB’nin Rusya’ya enerji bağımlılığı ve bunun yarattığı sorunlar da yine Brüksel’de tartışma konusu. Almanya Başbakanı Olaf
Rusya'nın Ukrayna’ya karşı başlattığı savaşta 53 gün geride kaldı. Savaşın ilk günlerinde ABD ve NATO müttefikleri, Rusya’ya ekonomik açıdan sert yaptırımlar uyguladı. Moskova, uluslararası ödeme haberleşme sistemi SWIFT'ten dışlandı. Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin’e yakınlığıyla bilinen birçok oligarkın mal varlıkları donduruldu. Rusya'nın kömür, kauçuk gibi ürünleri de ABD ve Avrupa Birliği (AB) piyasalarında yasaklandı. Yetmedi, Rus bandıralı ve Rus armatörlere ait üçüncü ülke bandıralı gemilerin de AB limanlarına girişi yasaklandı.
ABD ve NATO müttefikleri, Ukrayna ordusunun kısa vadede ihtiyaçlarını giderecek ivedi kullanımlı silah tedarikinde bulundu. Bu silahların çoğu savunma amaçlıydı. Müttefikler, Ukrayna’ya sadece savunma amaçlı silah temin etmeye özen gösterdi. Kiev ile Moskova arasında yaşanan savaşta muharip konumuna düşmemeyi amaçladılar. Putin ise, 24 Şubat'ta başlattığı Ukrayna savaşını çok kısa sürede bitirebileceğini düşündü. Hatta, "özel askeri
Fransa'da cumhurbaşkanlığı seçiminin ilk turu, önceki gün yapıldı. 2017'de beklenmedik bir şekilde ipi önde göğüsleyen Emmanuel Macron, seçimlerde yine adaydı. İlk turda sandıktan az farkla da olsa birinci çıkan Macron’un, buna karşılık ikinci tur ve sonrasındaki işi zor. Zira 12 adayın yarıştığı seçimlerde, aşırı sağ Ulusal Birlik Partisi lideri Marine Le Pen, Macron’un 4.2 puan gerisinde ve oyların yüzde 23.4’ünü alarak ikinci tura kalma hakkını elde etti.
Aşırı sağ ve sol partiler arasında son derece çekişmeli geçen kampanyaların ardından ilk tur seçim sonuçları, ülkedeki kutuplaşmayı da gözler önüne seriyor. Nitekim, Fransa’nın geleneksel sosyal demokrat ve merkez sağ partileri yüzde 5’lik barajı aşamadı. Sosyalist Parti adına cumhurbaşkanlığı yarışına katılan Paris Belediye Başkanı Anne Hidalgo, oyların sadece yüzde 1.7’sini alabildi. Cumhuriyetçiler Partisi'nin adayı Valery Pecresse de, oyların yüzde 4.7’sini alarak hem kamuoyundaki iddiasını yitirdi hem de seçim harcamalarının devlet
Rusya’nın 24 şubat’da Ukrayna’ya karşı başlattığı saldırı ve işgal süreci Avrupa’yı siyasi, ekonomik ve sosyal açıdan etkilemeye başlıyor. Bir dönem Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin ile barış görüşmeleri konusunda aracılığa soyunan Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron, savaşın ilk günlerinde kamuoyundan aldığı desteği hızlı bir şekilde kaybetti. Bugün Fransız seçmeni sandık başına gidiyor. Ülkeyi yönetecek cumhurbaşkanını belirleyecekler. Macron’la tamam mı devam mı? Seçimlerde halk Ukrayna ve Rusya’yı unuttu. Alım gücü, işsizlik ve yüksek enflasyondan dolayı etkilenen halk alım gücü sorununa yanıt verecek siyasiyi belirlemeye çalışacak. Anketlerde Macron hala önde görünüyor. Ancak aşırı sağ ulusal birlik partisi ile sol radikal parti Macron’un ensesinde. Seçmenler arasında 11 milyon kararsız bulunuyor. Oyların %30’unu teşkil ediyorlar.
Almanya’da ise Dışişleri Bakanı Annalena Baerbock müthiş bir performans sergiliyor. Başbakan Olaf Scholz ise Rusya konusunda sanki Almanya’nın tarihte yer edinmiş
NATO Genel Sekreteri Jens Stoltenberg, her yıl olduğu üzere, İttifak’ın 2021'e ilişkin faaliyet raporunu yayınladı. Bu geleneği, ülkesinde başbakanlık görevini üstlenmiş olan Danimarkalı Genel Sekreter Anders Fogh Rasmussen başlatmıştı. Batı ülkelerinde hükümet başkanlarının parlamentolarına hesap verme geleneğini, faaliyetleri hakkında basın mensuplarına bilgilendirmede bulunup kamuoyu adına soruları yanıtlayarak sürdürdü.
NATO Genel Sekreteri’nin seçmeni yok ama 1 milyar insandan oluşan bir kitlesi var. Rasmussen’in raporları Kuzey ülkelerinin geleneksel Liberal Demokrat imgelerini içeriyordu. Raporlarda yüzeysel, kamu tasarrufuna endeksli, stratejik derinliği olmayan pragmatik öneriler bulunuyordu. Örneğin 2012 yılında "Smart Defense" yani "akılcı savunma" kavramını ortaya atan Rasmussen, müttefiklerin harcamalarını artırmadan, daha akılcı harcamalarla etkin ve caydırıcı savunmaya sahip olabileceklerini iddia etmişti. 2008 ve 2011’deki küresel mali krizin ardından NATO üyesi ülkelerin liderlerinin kulağına hoş gelen projeler sunan Rasmussen, o
Avrupa kıtasının önde gelen ülkeleri, 1948'den bu yana savunma alanında bir topluluk oluşturmaya çalışıyor. İngiltere, Fransa, Hollanda, Belçika ve Lüksemburg’la kurulan Batı Birliği, 1954 yılında Batı Almanya ile İtalya’nın da katılmasıyla Batı Avrupa Birliği’ne (BAB) dönüştü. 1954-1984 yılları arasında NATO’nun gölgesinde durağan bir kurum olan BAB, Roma Deklarasyonu ile yeniden canlandırıldı. Genscher-Colombo girişimi olarak bilinen, AB’nin güvenlik ve savunma konularına da eğilmesi gerektiğini öneren çalışmaya Danimarka, Yunanistan ve İrlanda gibi ülkeler uzun süre karşı çıktı. 1984 yılında yayınlanan Roma Deklarasyonu'yla, itirazlarına son veren bu ülkeler 1992 yılında Türkiye’nin BAB’a ortak üye sıfatıyla katılmasına da yeşil ışık yaktı.
1948 ile 1954 yılları arasında Avrupa’nın ekonomik, sosyal, hukuki ve savunma mimarisi, OECD, Avrupa Konseyi ve NATO üzerine inşa edilmişti. O tarihlerde Türkiye, her üç kurumda yer alırken, BAB’a da 1992 yılında kısmen olsa dahil edilmişti.
Türkiye’nin, o