- ALOOOOO...
- Yardım edin lütfen Güver Bey...
- Adınızı aliyim önce efendim?
- Adım önemli değil yardım edin lütfen. Eğer bu gece 1 milyar kazanamazsam yeni kocam beni geneleve satacak.
- Allah Allah. Peki eskisi nooldu?
- Dobrovski oldu Güver Bey. Kahvede Çarkıfelek'e telefon etme sırasında kavga çıkmış. Bizimkini bıçakladılar.
- Başınız sağolsun efendim. Hazır stüdyoda mevlithanlar varken bir Yasini Şerif okutalım isterseniz.
BEKLERİM kardeşim.
Ecevit'in ülkeyi huzur içinde seçimlere götürme görevi üstlenmesi beni hiç ilgilendirmez.
Ben sadece bir tek oy sahibi bir Türk vatandaşı olarak bu hükümetten çok şey bekliyorum, vergimi ödüyorum, otobüslerdeki ön koltukları harp malullerine terk ediyorum ve uçaklarda ikaz ışığı sönmeden kemerimi çözmüyorum.
Yani devletin ve hükümetin istediği her şeyi yapıyorum o da benim istediklerimi yapsın, noolur yani eline mi yapışır?
* * *
* Ya işsizliğe çare bulsun ya da kahvelerde pinekleyen gençlerin moralleri yükseltilsin. Örneğin kahvelere "Kocamemi asitborik fabrikası" veya "Malatyalılar otomotiv sanayii" adı verilsin. İşsiz gençlere "Bugün nerdeydin?" denildiğinde verecekleri cevap utandırıcı olmasın bari...
* Abdi İpekçi'nin veya Uğur Mumcu'nun katillerini devletin bulacağı yok, bari bayramdaki trafik kazaları iyice incelensin. Bir otomobille kamyon çarpışmış mı bakılsın... O da olmazsa Mehmet Abime
ÜLKEMİZDE pek rastlanmayan rüşvet ve yolsuzluklarla dünyanın başı dertte sevgili Milliyet okurları.
Şeker Bayramı hediyesi olarak Metin Toker'den bana kadar gelen Ekonomik Reform Today adlı dergiyi karıştırdığımda özellikle Amerikalıların yolsuzluk ve rüşvete karşı hassas olduklarının farkına vardım ve inanın gözlerim yaşardı.
Ekonomik çıkarları için tüm dünya ülkelerine ve siyasi partilerine milyar dolarlar aktaran, hatta Şili'de güherçile ve bakır yatakları için seçimle işbaşına gelmiş hükümeti deviren sayın Amerikan şirketleri şimdi uluslararası rüşvete ve yolsuzluğa karşı bir mücadele platformu oluşturma gayretindeler anladığım kadarı ile.
* * *
EH pazarımı daha sıkı rüşvet veren Uzakdoğulu ve Avrupalı şirketlere kaptırsaydım ben de "Noolacak bu rüşvetin sonu?" diye yaygara koparırdım elbet.
Ama zararın neresinden dönülürse kardır diyen Amerika bu konuda sıkı bir muhalefete geçmiş şu sıralar.
 
MASAMDA oturmuş Hakan'ın Juventus'a gitmemek için reddettiği parayla kaç tane Nataşa hanımı üstüste koyabilirim ve bu kule kaç metre yüksekliğinde olur hesabı yaparak yemek saatini beklerken birden telefon acı acı çaldı.
Yani acı acı çaldı lafın gelişi. Telefon normal olarak çaldı ama beni gazetedeki telefondan sadece Yalçın Doğan Bey'in aradığını düşününce telefonun gerçekten acı acı çaldığına kanaat getirdim.
"Naapıyosun sen orda?"
"Hakan'ın Juventus'a gitmeyerek kaçırdığı parayla kaç tane kara saplı, oynar başlıklı tıraş bıçağı satın alınırdı onun hesabını yapıyordum efendim?"
"Bırak tıraşı da odama gel."
* * *
BU ricayı kıramazdım. Odasına gittim.
BUYRUN bakalım... Korktuğum başıma geliyor işte...
Apo balkonunda ellerini yıkadığı Şam'daki pembe pancurlu minik dairesinde otururken ne kadar rahattık.
Her ne kadar kirli sarı atletinden pörtleyen göbeğini kaşıya kaşıya etrafındaki kadınlara "bir aşk abidesi" olduğunu anlatırken ondan şüphelenmiştim, ama asıl hedefinin uluslararası bir playboyluk olduğunu nereden bilebilirdim?
"Playboy olduysa oldu, fena mı? Terörist olmasından iyidir" demek sizin için kolay... Yenge sıcak koynunuzda yatarken bir probleminiz yok elbet...
Ya benimki nerde? Naomi yengenin nerede olduğunu ben bile şaşırıyorum çoğu kez... Bir gün Paris'te, bir gün New York'ta, bir gün Kahire'de, bir gün Roma'da, bir gün Roma'da...
* * *
ROMA'yı boşuna iki kez yazmadım...
Sizlere boşuna pazar günlerini sevmem demiyorum herhalde...
Başıma ne geldiyse pazar günleri gelmiştir çünkü.
Carrefour alışveriş merkezinin otoparkında kaybetmem ve bulmak için herkesin gitmesini beklemem, sürekli saati -üstelik dakikasıyla birlikte- söyleyen bir radyo "DJ"i ile tanışmam, İbrahim Sadri'nin şiir okuduğunu, Reha Muhtar'ın haber sunduğunu ilk fark etmem hep pazar günlerine rastlar.
Tarkovski ve Bergman sinemasında semiyolojinin yeri ve önemi tartışılırken "Babalar boşverin Tarağı marağı, Hülya Avşar'ın kızının adı neydi ya?" sorusunu sormasam bugün entellektüel camiadaki yerim daha itibarlı olacaktı elbet.Dedim ya pazar günlerini hiiç sevmem.
Bakın işte gene bir pazar günü sizlere veda etmek zorunda kalıyorum.
GazetePazar'ın yönetmeni Emre Bey'den haftada bir yazdığım yazı karşılığında Porsche istemem anormal bir şey miydi yani?Koskoca gazete, alsalar noolurdu sanki?
Hayır insan vermiyorum diyebilir ama bunu el işaretleri ile desteklemesi gerçekten ağrıma gitti.