Silahların susması, barış kapısının aralanmasını içeren “İmralı Süreci”, altını çizelim, ciddi, sonuç alınabilir, umutların arttığı, siyasi irade ve toplumsal desteğin olduğu bir süreç olarak gelişiyor. Başarı olasılığının yükselmesi, siyasi ve ideolojik dengeleri de değiştiriyor. BDP, CHP, MHP, bu süreçten çok etkilenmiş durumda. Sivil toplum ve medyada, barış süreci üzerine olumlu ya da olumsuz pozisyonlar alınıyor.
Türklere ve Kürtlere, İmralı sürecini desteklemeleri ya da desteklememeleri çağrıları yapılıyor. Aşağıda, olumsuz ve olumlu çağrıları örnekleyen, önemli üç yaklaşım üzerinde duracağım. Ve “Lütfen, bu sürece destek olalım” çağrısında bulunacağım.
Ertuğrul Özkök: Türklükten istifa ediyorum
Türklere yapılan “İmralı sürecini desteklemeyin” çağrısının, en çarpıcı ve akıllı örneği, Ertuğrul Özkök oldu. Hürriyet’te, 14 ve 16 Şubat’ta yazdığı, “İstifa ediyorum” ve “Meydan renksiz Türklere kaldı” yazılarında Özkök, “Türklükten istifa ettiğini”, “böylece Türk hassasiyeti sorununun kendiliğinden ortadan kalktığını” ve “dolayısıyla, sadece Kürt hassasiyeti dikkate alınarak bu sorunun çözümünün önünü açtığını” söyledi.
Özkök’ün, İmralı sürecinde “Türk hassasiyeti” üzerine diğer yazılarını da hatırladığımız zaman, Türklükten istifa etmesinin, aslında dolaylı olarak, Türklere bu sürece destek vermeyin çağrısı yapmak anlamına geldiğini görüyoruz.
Bu süreçte, kimse Türklerin hassasiyetini önemsemeyelim demiyor. Tam da aksine, Türklerin ve Kürtlerin hassasiyetlerinin birlikte düşünülmesi gerektiği vurgulanıyor. Böyle bir ortamda, “Türklükten istifa ediyorum” demek; “ben bu sürece destek vermiyorum, Türkler, siz de vermeyin” demenin dışında ne anlama gelebilir?
BDP’nin Karadeniz turu, Türk hassasiyetine verilen önemi gösterirken, Sinop’ta BDP milletvekillerine yapılan saldırı, bu süreçte ne kadar dikkatli yazmamız ve konuşmamız gerektiğini bize göstermiyor mu?
Nuray Mert: PKK terör örgütü değildir, niye silah bıraksın?
Özkök, Türklere konuşurken, Kürtlere dönük benzer olumsuzlukta konuşuluyor. Çarpıcı örnek, Nuray Mert’in Birgün’deki yazıları, SKY 360 televizyonunda ve Urfa’da, BDP Siyaset Akademisi’nde söyledikleri: “PKK’nın milyonlarca taraftarı var niye silah bıraksın”; “PKK’ya silah bırak demek, teslim ol demektir”; “PKK bir terör örgütü değil. Bunu böyle düşündüğümüz sürece bu iş çözülmeyecek”.
Mert’in açıklamaları, Türkiye’de İmralı sürecine desteğin %60’ın üzerinde olduğu ve bu umudun bölgede çok daha yüksek olduğu bir zaman diliminde yapılıyor. Mert’ten farklı olarak, milyonlar umutlu, silahlar sussun, barış gelsin istiyor.
PKK’nın silah bırakması niye teslim olması anlamına gelsin? PKK bir terör örgütü değildir demenin bugün kime yararı var?
Mert’in açıklamalarını ve yazılarını yan yana koyduğumuz zaman da, aslında kendisinin, PKK’ya “silah bırakma”, Kürt vatandaşlarımıza da, “bu sürece destek vermeyin” çağrısında bulunduğunu görüyoruz. Ya da bu yönde bir ima ortaya çıkıyor.
Bu üzücü ve kabul edilemez.
Sevdiğim bir köşe yazarı ve iyi bir Türkiye siyasi tarihi ve Ortadoğu hocası olan Nuray Mert’in bu konumu, beni, ayrıca üzüyor.
Şanar Yurdatapan: Türkiye küçük Millet Meclisi ve barış dili
Bugün olumlu, yapıcı, diyaloğa açık ve barışı ön plana çıkartan bir dil ve pratik içinde olmalıyız. Özellikle, sivil toplum ve medyanın bu tür bir çaba göstermesi çok önemli. Sivil toplum ve medya, çatışma ve uzlaşmazlığa dönük siyaset diline karşı, kamusal tartışma alanında, barış, diyalog ve uzlaşma dilini güçlü olarak seslendirebilir. Siyaseti ve toplumu uzlaşmaya yönlendirebilir.
Bu tür bir girişim, Şanar Yurdatapan ve Türkiye küçük Millet Meclisi’nden (TkMM) geldi. TkMM, İzmir, Diyarbakır ve İstanbul belediye başkanları, Osman Baydemir, Aziz Kocaoğlu ve Kadir Topbaş’ı, birbirlerinin şehirlerinde bir araya gelerek, diyalog ve barış çağrısında bulunmaya davet etti. Osman Baydemir ve Aziz Kocaoğlu daveti kabul ettiler. Osman Baydemir davet girişimini başlattı.
Şanar Yurdatapan’ı tebrik ediyorum. Yurdatapan farklı olanları barış dili içinde diyaloğa çağırdı. “Birlikte, bir arada yapabiliriz” dedi. Umarım başarılı olur.
Unutmayalım; barış dilinden en ufak bir sapma gösterme lüksümüzün olmadığı bir dönemden geçiyoruz.