Eşimiz, sevgilimiz, kızımız, annemiz, kardeşimiz, arkadaşımız, meslektaşımız...
Hepimize, yaşamımızda, içimiz sıkışırcasına,
Ben sana mecburum bilemezsin
Adını mıh gibi aklımda tutuyorum
Büyüdükçe büyüyor gözlerin
Ben sana mecburum bilemezsin
İçimi seninle ısıtıyorum
ya da,
ne kadınlar sevdim zaten yoktular
yağmur giyerlerdi sonbaharla bir
azıcık okşasam sanki çocuktular
bıraksam korkudan gözleri sislenir
ne kadınlar sevdim zaten yoktular
böyle bir sevmek görülmemiştir
dedirten, kadınlarımız.
Kendilerinden öğrendiğimiz, yaşamı, güzelliği, acıyı birlikte paylaştığımız dostlarımız.
Ve aynı zamanda,
%97’si, şu ya da bu şekilde şiddet gören;
Kocaları, sevgilileri, babaları, kardeşleri tarafından dövülen, itilip kakılan ve de öldürülen;
Çocukken evlendirilen;
Namus ya da töre adına, aileleri tarafından ölüme mahkum edilen ve de öldürülen;
Bir inek karşılığında satılan;
Tecavüz edildikten sonra, canlı canlı toprağa gömülen;
Grup tecavüzüne uğrayan ve hala kendisinde suç aranan;
Kocasına hayır dediği için öldürülen ve öldüren kocaya mahkeme ceza indiriminde bulunduğu zaman bir kere daha, mahkeme tarafından öldürülen;
Tecavüzcüsüyle evlendirilmek istenen;
Okula gitmesi engellenen;
Ülkemizin ve hukukun ikinci, bazen üçüncü sınıf vatandaş olarak gördüğü kadınlarımız...
Erkek egemen toplumumuzun ötekileri.
2005’ten bu yana öldürülme oranı %1400 artan ötekiler;
Basına yansıyan sayılara bakarak: sadece 2012 yılında, 165 öldürülen; 8146 fiziksel, 4201 cinsel tacize uğrayan;
Bu yılın son iki ayında: 29’u öldürülen, 22’sine tecavüz edilen, 40’ı fiziksel şiddetle karşılaşan ötekiler, kadınlarımız.
Altını çizelim, bu rakamlar basına yansıyan rakamlar. Bir de, yansımayanları düşünün.
Ünlü felsefeci Simone de Beauvoir’un (1908-1986) doğru saptaması gibi: “Dünyaya kadın olarak doğmayıp; sonradan kadın oldurulan” kadınlarımız; her zamanda, egemen erkeğin eksik ötekisi olarak.
Zengin, fakir; üst orta alt sınıf; fark etmez,
Başörtülü ya da açık, ya da farklı etnik, kültürel, dinsel kimliklere sahip; fark etmez,
Farklı kentlerde, bölgelerde, coğrafyalarda yaşayan; fark etmez,
Ortak özellikleri; hepsi de, şiddet gören, dışlanan, ötekileştirilen kadınlarımız.
Cumartesi anneleri, barış anneleri, şehit anneleri, eşcinsel çocuklarının haklarını arayan anneler, hapse atılmış üniversite öğrencilerinin anneleri...
İtilip kakılan anneler,
105 yıl yaşayıp, çocuğunun mezarını arayan, ama bulamadan gözlerini yuman, Berfo ana;
Utanarak, ama, değişimin yarattığı umudu da taşıyarak;
Hepinizin, 8 Mart Dünya Kadınlar gününüz kutlu olsun.
Biliyorum; biliyoruz; Türkiye’nin geleceği, barışı, refahı, istikrarı, gücü, adil ve demokratik toplum olması ve iyi yönetimi, kadın-erkek eşitliğine, eşit vatandaşlığa; dolayısıyla, kadının iş gücüne, kamusal alana, toplum yönetimine, siyasete, ekonomiye, kültüre katılımına bağlı.
Erkek egemen zihniyete karşı, eşit vatandaşlığı ve birlikte yaşamayı ve çalışmayı destekleyerek, birlikte mücadele ederek...
Artık kadınlarımız ölmesin.
Çünkü, ben, biz, size mecburuz, içimizi sizlerle ısıtıyoruz...
(Şiirler, hala dönüp dönüp şiir kitaplarını okuduğum Attila İlhan’ın: Ben Sana Mecburum, Böyle Bir Sevmek)