Milli Güvenlik Kurulu (MGK) bildirisi terörle mücadelede yeni dönemin çerçevesini ortaya koydu.
Kandil başta olmak üzere terörle silahlı mücadele kararlılıkla sürdürülecek. PKK’nın giderek tırmandırdığı terör eylemlerine karşı güvenlik güçleri de tüm unsurları ile mücadele edecekler. Kandil üzerindeki hava operasyonları da devam edecek.
Milli Güvenlik Kurulu bildirisinde stratejik hedef de bir kez daha vurgulandı: “Tek millet, tek bayrak, tek devlet, tek vatan.”
Ankara açısından stratejik hedef, bir başka deyişle nihai hedef Türkiye Cumhuriyeti’nin ulus birliği ve toprak bütünlüğünü koruyarak, “demokratik, laik, sosyal bir hukuk devleti” olarak varlığını sürdürmesidir.
Terörle ve terörün kaynaklarıyla silahlı, ekonomik, sosyal, kültürel alanda verilecek mücadele, izlenecek politikalar ise bu nihai hedef gözetilerek belirlenecektir.
PKK açısından bakıldığında ise stratejik hedef, Türkiye’nin önce ulus birliğini, sonra toprak bütünlüğünü parçalamaktır. Bu nihai hedef, son yıllarda ertelenmiş olsa da gündeme getirilen talepler, terör yoluyla kabul ettirilmeye çalışılan oldu-bittiler nihai hedef için döşenmeye çalışılan kilometre taşlarıdır.
CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu’nun TBMM Başkanı Cemil Çiçek’ten, Cumhurbaşkanlığı sırasındaki Süleyman Demirel gibi olmasını beklediğini dün yansıtmıştım.
Kılıçdaroğlu, Demirel’in Cumhurbaşkanı olduktan sonra tarafsız bir tutum sergilediğini, inisiyatif aldığını ve etkin olduğunu belirtmiş, Çiçek’ten de tarafsız bir makam olan TBMM Başkanlığı’nda Demirel gibi davranmasını arzu ettiklerini vurgulamıştı.
“Ben kendime benzerim”
TBMM Başkanı Cemil Çiçek’e dünkü görüşmemizde CHP lideri Kılıçdaroğlu’nun bu beklentisini sordum. Şu yanıtı verdi:
“Ben hayatım boyunca kimseye benzemek için bir gayret sarf etmedim. Ben kendime benzerim. Kendimin aynısı olmaya gayret ederim. Ne isem öyle olmaya çalışırım. Sayın Demirel gibi olmam konusuna gelince benim Sayın Demirel’le ne kadar benzer ne kadar benzemez yönüm olduğunu kamuoyunun takdirine bırakıyorum. Kamuoyu Sayın Demirel’i de tanır, beni de tanır. Ben kimseye benzemek için bir çaba göstermem. TBMM Başkanlığı görevimi de yapmaya çaba gösteriyorum ve göstereceğim. Benim bu görevi yürütürken partiler arasında bir ayrım gözetmem zaten söz konusu olmaz.”
CHP lideri Kılıçdaroğlu, Çiçek’in TBMM adaylığını olumlu karşılamış ve “Eğer
TBMM Başkanı Cemil Çiçek, CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu’na ve MHP lideri Devlet Bahçeli’ye iade-i ziyarette bulundu. Çiçek, liderlerle başta anayasa olmak üzere gündemdeki konuları da görüştü.
Çiçek’in ziyaretinden sonra CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu’yla konuştum. Kılıçdaroğlu’na TBMM Başkanı Çiçek’ten ne beklediklerini sordum. İlginç bir benzetme yaparak şu yanıtı verdi:
“Sayın Çiçek en deneyimli siyaset adamlarından biridir. Devletin en üst iki makamından biri olan TBMM Başkanlığı gibi çok önemli bir göreve seçildi. Sayın Çiçek, daha önceki sohbetlerimizde TBMM Başkanlığı’ndan sonra bir ikbal beklentisinin söz konusu olmadığını da belirtmişti. Benim Sayın Çiçek’ten beklentim Cumhurbaşkanlığı gibi tarafsız olması gereken bu görevde, hükümete ve muhalefet partilerine eşit mesafede durabilmesidir. Cumhurbaşkanlığı sırasındaki Süleyman Demirel gibi olmasıdır. Sayın Demirel, başbakan olarak çok eleştirilmiştir. Ama cumhurbaşkanı olduktan sonra bu görevin gerektirdiği tarafsızlık içinde davranmış ve etkin olmuştur. Cesaretle davranmıştır. Ülke sorunlarına parti farkı gözetmeksizin yukarıdan bakmış ve çözümler üretmiştir. Sayın Cemil Çiçek de TBMM Başkanı olarak Demirel gibi
Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu, Şam’dan umutlu dönmüştü. Suriye Devlet Başkanı Beşar Esad’la 6,5 saat görüşen Davutoğlu, Hama’dan tankların çekilmesini Türkiye’nin talebi yönünde varılan mutabakata bağlamıştı.
Ancak aradan birkaç gün geçmeden Esad, operasyonlarına hız verdi ve bu kez Lazkiye’yi savaş gemileriyle de vurduğu haberleri geldi.
Davutoğlu’nun Şam ziyaretinden önce de Başbakan Recep Tayyip Erdoğan sert bir dille Esad’ı eleştirmişti.
Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu, programında olmadığı halde önceki gün kısa ve çok sert bir açıklamayla Esad yönetimini yine uyardı.
Sözün bittiği yer
Davutoğlu’nun şu sözleri dikkat çekiciydi:
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, partisinin 10. kuruluş yıldönümünde, gündemdeki sorunlara ilişkin önemli bir konuşma yaptı.
Erdoğan’ın, terör örgütü PKK’nın artırdığı eylemler, BDP’nin tutumu ve DTK’nin ilan ettiği özerklikle ilgili sözleri bu konularda net bir duruşu gösteriyordu.
“Hâkimiyet bende” mesajı
Seçimden bu yana PKK, terör eylemleriyle bölgedeki hâkim otorite olduğunu göstermeye çalışıyor. Askere ve polise saldırıyor; yol kesiyor, kimlik kontrolü yapıyor, vatandaşların kimliklerini topluyor, asker kaçırıyor, kaymakam adayı kaçırıyor...
Böylece “hâkimiyet bende” mesajı vermeye çalışıyor. PKK terör estirirken, siyasi alanda aynı paralelde faaliyet gösteren parti ve kuruluşlar da hükümeti pazarlık masasına çekmeye çalışıyorlar. Bunu yaparken de pazarlığı olabildiğince yukarıdan açmaya özen gösteriyorlar. Örneğin, tek taraflı özerklik ilan ediyorlar. İleriye dönük tehditler savuruyorlar. “Siz bilirsiniz” demeye getiriyorlar.
Başbakan Tayyip Erdoğan, 18 Ağustos günü ailesi ve Dışişleri Bakanı’yla birlikte Somali’ye gidip Türkiye’nin topladığı yardımı teslim edeceğini açıkladı. CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu da bayramın birinci günü Somali’de olacağını duyurdu.
Başbakan ve Ana muhalefet liderinin Somali’ye yapacakları ziyaret dünyanın ilgisinin açlıktan ölen çocuklara çevrilmesi bakımından yararlı olacaktır. Erdoğan ve Kılıçdaroğlu’nun ziyaretleri Türkiye’ye yakışan bir tutumdur.
CHP’nin Dışişleri’ne başvurusu
CHP lideri Kılıçdaroğlu dünkü görüşmemizde Somali’ye gitme kararı aldıktan sonra geçen hafta Dışişleri Bakanlığı’na başvurduklarını belirterek şu bilgiyi verdi:
“Ben Somali’ye gitmeye çok önce karar verdim. Geçtiğimiz hafta arkadaşlardan Dışişleri Bakanlığı’yla temasa geçmelerini rica ettim. Sayın Faruk Loğoğlu Dışişleri’yle görüştü. Dışişleri bize Somali’de elçiliğimizin olmadığını, yeterli güvenlik bulunmadığını bu nedenle ancak Başkent Mogadişu Havaalanı’na gidebileceğimizi yardımları orada teslim edebileceğimizi ve oradan geri dönebileceğimizi bildirdi. Oysa ben orada insanlarla daha fazla ilgilenmek istiyorum. Dışişleri, havaalanının ötesinde pek yardımcı olamayacakları mesajını
“Andıç” sözcüğü gündemimize Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK) tarafından yürütülen faaliyetler nedeniyle girdi. 28 Şubat döneminde ilk kez kamuoyuna yansıyan bu kavram, önce “bilgilendirme notu”, daha sonra “dezenformasyon çalışması” olarak algılanmaya başladı. Son olarak “İnternet Andıcı” soruşturması yeniden gündeme geldi.
Andıç, Türk Silahlı Kuvvetleri bünyesinde üst makamın “olur”una sunulan belge anlamına geliyor. Belgenin içeriği, yetkili komutanın onay vermesinden sonra uygulamaya konulabiliyor.
28 Şubat döneminde Şemdin Sakık’ın ifadeleri olduğu belirtilerek bazı gazetecilerin PKK’yla işbirliği içinde olduklarını içeren andıç kamuoyuna yansımıştı. Gazetecilerden bazıları işlerini kaybetmiş, andıcın gerçeği yansıtmadığı da anlaşılmıştı.
Bu olaydan sonra birkaç kez daha olumsuz faaliyetler bağlamında “andıç”, kamuoyunun gündemine gelmiş ve olumsuz bir algılama yaratmıştı.
Koşaner kaldırdı
Genelkurmay Başkanlığı’nın son 1 yıldır “andıç” ifadesini kaldırdığı ve yerine “onay” sözcüğünü kullanmaya başladığı öğrenildi.
Batı basınında bir Türkiye övgüsüdür gidiyor. Sanki gazeteler, Türkiye’yi parlatmak için yarışa girmişler gibi...
“Güçlü ekonomisiyle bölgesel dev” diyen de var, “Avrupa’nın güçlü adamı” diyen de. “Suriye’ye müdahale etse etse ancak Türkiye edebilir” diye peşin alkış tutanlar mı dersiniz; “Esad’ı ancak Türkiye devirebilir” diyenler mi?
Türkiye’nin askeri yeteneğinden dem vuranlar, coğrafi üstünlüğünün sağladığı avantajları sıralayanlar; bir “Türkiye sevdası” ki sormayın gitsin!
Bravo Capitano
Batı’nın Türkiye’ye tuttuğu alkış “Bravo Capitano” (Bravo Yüzbaşı) öyküsünü anımsatıyor. İkinci Dünya Savaşı’nda siperdeki askerlere duygulu bir nutuk attıktan sonra, siperden fırlayan İtalyan Yüzbaşı arkasına baktığında kimsenin siperden kıpırdamadığını görmüş. Vurulup yere düşerken bakmış ki, kendisiyle birlikte siperden fırlamaya hazır gibi duran askerleri “Bravo Capitano” diye alkış tutuyorlar, ama arkasından gelen yok.
Türkiye Batı’nın tuttuğu alkışların, övgülerin dolduruşuna gelmemeli. Eğer Batı ülkeleri, Suriye’ye karşı bir askeri harekât planlıyorsa, bunu Türkiye’yi cepheye sürerek yapabileceklerini düşünmemeliler. Böyle bir izlenim varsa Ankara bunu silmeli.