Bugün 30 Ağustos zaferinin 89. yıldönümünü kutluyoruz. Büyük taarruz veya Başkomutanlık Meydan Muhaberesi, Ulusal Kurtuluş Savaşı’nı nihai zafere ulaştıran son aşamadır. “Başkomutanlık” muhaberesi olarak anılmasının nedeni Başkomutan Mustafa Kemal’in taarruzu bizzat yönetmiş olması nedeniyledir. 26 Ağustos 1922’de Afyon’da başlayan ve 9 Eylül’de İzmir’in Yunan işgalinden kurtarılmasıyla sonuçlanan, büyük taarruz, Türkiye Cumhuriyeti’nin temellerini güçlendirmiş bir zaferdir. Atatürk ve arkadaşları Türkiye Cumhuriyeti’ni bu büyük zaferin üzerinde inşa etmişlerdir.
9 Eylül Nif randevusu
Büyük taarruz başladıktan ve Türk ordusu, Yunan ordusunu İzmir’e doğru sürmeye başladıktan sonra Yunanistan’ın yoğun girişimleriyle müttefik kuvvetler, Mustafa Kemal’le görüşmek istediler. Atina’nın hedefi, görüşmeler yoluyla İzmir ve Ayvalık’ın Yunan egemenliğinde kalmasını sağlamaktı.
Büyük taarruz öncesinde diplomatik yollarla Londra ve Paris’i ikna etmeye çalışan Mustafa Kemal’in talepleri geri çevrilmişti. Büyük taarruzdan sonra görüşme talep eden bu kez onlardı. Mustafa Kemal’in, görüşme talebine verdiği yanıt tarihi değerdedir:
“Elbette görüşürüz, 9 Eylül’de Nif’te
Libya lideri Muammer Kaddafi’nin 40 yıldır saltanat içinde yaşadığını tahmin etmek zor değildi. Nitekim halk Kaddafi’nin karargâhına, çocuklarının konutlarına girdiğinde bu şatafatlı yaşamı gördüler.
Başı kabak Libyalı çocukların Kaddafi’nin kızının evindeki havuza atlamaları çok çarpıcı bir görüntüydü. Bir kadın, “Kaddafi ailesi bize yıllarca Libya halkının yanında olduklarını söyledi, şimdi görüyoruz ki, yıllarca yalan söylemişler” diye durumu özetledi.
Tüneller
Kendini halkına adamış bir devrim lideri olduğunu her fırsatta söyleyen Kaddafi’nin aslında halk için devrim değil kendisi ve ailesi için servet yaptığı da gözler önüne serildi.
Halkım bana tapar diyen bir lider, bulunduğu her binanın altına neden kilometrelerce tünel yaptırır? Kaçmak için. Söylediğinin yalan olduğunu kendisi de bildiğinden önce canını kurtaracak tüneller yaptırdığı anlaşılıyor.
Kişisel servetini Türkiye’deki bankalar dahil yurtdışında istiflemesi de bir gün kaçacağı hesabına dayanıyor.
Görevinden kuvvet komutanlarıyla birlikte istifa eden bir önceki Genelkurmay Başkanı Işık Koşaner’e ait olduğu öne sürülen bir konuşma internet ortamında yayımlandı.
Öncelikle vurgulanması gereken iki yön var:
Birincisi; hukuki olmayan yollardan elde edilen bu kayıtların, yayımlanması etik açıdan sorunlu bir olaydır. Maalesef bu Türkiye’de siyasal amaçlar için de yaygın ve etkin biçimde kullanılan bir yol haline geldi. Yasama, yürütme ve yargı bu kötü gidişi durduracak etkili önlemler almak zorunda.
İkincisi; eğer bu konuşma eski Genelkurmay Başkanı Işık Koşaner’e aitse yasa dışı dinleme olayı Türkiye’nin güvenliğini tehdit edecek boyutlara varmış demektir. Genelkurmay Başkanı ve toplantı yaptığı karargâh bu şekilde dinlenebiliyorsa, devlet açısından çok büyük bir zaaf söz konusudur. Bu dinleme ister içeriden birileri tarafından yapılmış olsun, ister yabancı servislerin işi olsun, güvenlik zaafı gerçeğini ortadan kaldırmaz.
Yeni konsept ihtiyacı
Koşaner’e ait olduğu iddia edilen konuşmalar iki bölümde yayımlandı. Birinci bölüm büyük ölçüde açık yüreklilikle yapılmış mesleki bir özeleştiri olarak nitelenebilir.
Ankara, PKK-BDP-DTK cephesinin “demokratik cumhuriyet” adı altında gündeme getirdiği talepleri ve uygulamaya koymaya çalıştığı projeleriyle ne yapmak istediğinin farkına vardı.
PKK ve aynı çizgideki parti ve kuruluşlar, Öcalan’ın tezlerine uygun biçimde Güneydoğu’da yeni bir toplum ve devlet düzeni oluşturmaya çalışıyorlar. Bu çalışmaların hedefi “bireysel hak ve özgürlüklerin genişletilmesi, farklı kültürlerin yaşanması ve yaşatılması”yla sınırlı değil.
PKK, Güneydoğu’da devlet benzeri bir örgütlenmeye ve örgüt eliyle de yeni bir “toplum düzeni” yaratmak için çaba harcıyor. Bu proje, Öcalan’ın “kongre esaslı genel kamu otoritesi”nin yönetimi altında “kırsal-komünal ve/veya ekomolojik-sosyalist” yaşam biçimidir.
PKK’nın oluşturduğu mahalle komitelerinden BDP’ye, KCK’ya ve nihayet DTK’ya kadar olan ve belli bir hiyerarşi içinde çalışan örgütlerin tümü, bu projenin organları olarak görülebilir.
Bir parçada farklı düzen
DTK ilan ettiği özerkliğin içini Güneydoğu’da toplumun her kesimini ve yaşamın her alanını düzenleyerek ete-kemiğe büründürmeye çalışıyor. Bu proje hayat alanı bulursa Türkiye’nin bir parçasında, diğer bölgelerinden farklı bir ekonomik, sosyal ve
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın son konuşmalarıyla çerçevesini çizdiği terörle mücadelede yeni konseptin özünü “güven ve güvenlik inşası”nın oluşturduğu görülüyor. “Demokrasi içinde güvenlik-özgürlük dengesi”ni yeniden oluşturmak, yeni dönemin temel hedefi gibi duruyor.
Hükümet neden “güvenlik inşasına” ağırlık veren bir yönteme geçmeye karar verdi? Bu sorunun yanıtını, terör konusundaki sayılı uzmanlardan biri olan Dr. Nihat Ali Özcan, Vatan gazetesine verdiği söyleşide veriyor.
Bozulan denge
Dr. Özcan’ın şu değerlendirmesinin üzerinde durulması gerekiyor:
“Mevcut yasal düzenlemeler, psikolojik iklim, idari yapılanma ve devlet kurumları arasındaki güvensizlikle işlerin istenilen biçimde gitmesinin zor olduğunu söyleyebilirim. Güvenlik ile diğer alanlar arasındaki dengenin güvenlik aleyhine bozulduğu görülüyor. Hükümet de bu dengeyi yeniden inşa etmek zorunda olduğunu anlamış durumda. Bu tabiatı itibarıyla zor bir iş. PKK’nın uyguladığı yıpratma ve bozma stratejisinin bir sonucu olarak bu ülkede ve coğrafyada hiçbir şey birbirinden bağımsız değildir.”
Türkiye, ulaşım alanında hızlı bir değişim yaşıyor. Demiryollarında hızlı tren projesi bu alandaki sıçrama örneklerinden biri.
Ankara-Eskişehir’den sonra dün de Ankara-Konya hızlı tren hattı hizmete açıldı. Eskişehir hattının açılışında olduğu gibi Konya hattının açılışında da ilk sefer yapan hızlı trende Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, bakanlar, bürokratlar, işadamları ve gazeteciler vardı.
Ankara Garı’ndan 17.30’da hareket eden trenimiz, Konya’ya saat 19.00’da vardı. Hatta yapılacak bazı iyileştirmelerle Ankara-Konya arası hızlı trenle 1 saat 15 dakikada alınacak.
Yüksek teknolojinin etkisi
Hızlı tren projesiyle Türkiye demiryolu ulaşımında en gelişmiş teknoloji ile tanışmış oldu. Ulaşımın toplu, hızlı ve ucuz olması ekonomik ve sosyal yaşamı da hızla değiştiren bir farktır.
Ankara-Eskişehir hattında yapıldığı gibi bundan böyle Ankara-Konya hattında da daha ekonomik ve güvenli oluşu nedeniyle hızlı tren tercih edilecektir.
Libya’da Kaddafi rejimi fiilen bitti. Muhalifler Trablus’u da kontrol altına aldılar. Bayraklarını başkente diktiler. Kaddafi kayıp, iki oğlu ise yakalandı.
Muammer Kaddafi 40 yıldır ailesiyle birlikte saltanat sürdü. Saltanatını sürdürmek için girmediği kılık, kullanmadığı kutsal değer kalmadı. Kendine bazen yarı-tanrı, bazen yarı-peygamber, bazen yarı-deli görüntüsü verdi. Ancak devrilmekten kurtulamadı.
Zamanın ruhu
Günümüzde diktatörlükler “zamanın ruhu”yla bağdaşmıyor. Sovyetler Birliği’nin dağılmasından sonra gelişen süreç, otoriter rejimleri, diktatörleri tek tek siyaset ve tarih sahnesinden silmeye başladı.
Tunus’ta Bin Ali, Mısır’da Mübarek, Yemen’de Salih, Libya’da Kaddafi’nin akıbeti aynı oldu.
Bu diktatörlerin ortak yönü on yıllardır ülkelerini ve halklarını aileleriyle birlikte, “babalarının malı” gibi görüp, öyle yönetmiş olmalarıdır. Yönetime geldiklerinde veya el koyduklarında bırakmayı hiç düşünmedikleri anlaşılıyor. Bu liderlerden hiçbiri halkını demokrasiye, insan haklarına, evrensel değerlere, çağdaş yaşama, bilime, teknolojiye, sanata doğru yöneltmedi. Koltuğunu bu değerler için feda etmedi.
PKK’nın terör olaylarını tırmandırması ve son bir ayda 40’tan fazla askerin şehit olmasıyla sonuçlanan saldırılar sonrasında BDP’nin verdiği tepki, “barış dili” olarak nitelendirilemez.
Silvan ve Çukurca saldırılarından sonra Türk Silahlı Kuvvetleri’nin başlattığı hava operasyonunu Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın “savaş ilanı” olarak değerlendiren BDP, PKK’ya karşı tek söz söyleyemiyor.
“Eller tetikten çekilsin”
Terör saldırılarına karşı açıkça tavır alamayan BDP’nin, “eller tetikten çekilsin” çağrısı da demagojiden öteye bir anlam taşımıyor.
BDP Grup Başkanı Selahattin Demirtaş, terör saldırılarını gerçekleştiren PKK’ya hiç kusur bulmazken hükümeti savaş ilan etmekle suçlayarak PKK kontrolünden çıkmayacaklarının da mesajını vermiş oluyor.
Eller tetikten çekilsin çağrısı yapılırken PKK silaha davranıyor, terör estiriyor ama BDP güvenlik güçlerini suçluyor.