PKK ve Kürt sorununda yeni strateji

22 Mart 2012

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, bir süredir kendini liberal olarak tanımlayanlar tarafından “güvenlikçi çizgi”ye kaymakla eleştiriliyor. PKK’nın silahlı eylemlerini sürdürdüğü, kan akıtmaya devam ettiği, Nevruz’u kana bulama talimatları verdiği ve bahar tehdidi savurduğu bir ortamda Başbakan’a yöneltilen bu eleştirinin haklı bir dayanağı olduğu söylenemez.
Asker, polis, sivil vatandaşlar şehit edilirken, her gün kilolarca patlayıcı yakalanırken, Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı’ndan, güvenlik kaygısı ve sorumluluğu duymadan hareket etmesini beklemek abesle iştigaldir. Ayrıca güvenlik önlemleri alınması, silahlı eylemlerini sürdüren PKK ile silahlı mücadelenin devam etmesi, Kürt sorununa çözüm bulma arayışından vazgeçildiği anlamına da gelmiyor.
Yaptığım temaslardan edindiğim izlenim şu ki; Başbakan Erdoğan’ın söylemi, PKK ile mücadele ve Kürt sorununa çözüm bulma konusunda, taktiksel değil stratejik bir değişikliğe dayanıyor. Bu değişikliğin temel nedeni ise Ankara’nın açılım, Habur ve Oslo süreçleri gibi yollarla gösterdiği iyi niyetin karşılık bulması bir tarafa, istismar edilmesi. Bu girişimlerin, PKK tarafından devletin bir zaafı ve zayıflığı olarak okunması. Ankara’nın, bu

Yazının Devamı

PKK’nın statü ültimatomu

21 Mart 2012

PKK’nın bugünü Nevruz bahanesiyle bir “başkaldırı” gününe dönüştüreceği açık. PKK, 1990’dan beri 21 Mart’ı bir kalkışma vesilesi olarak kullanıyor. Yıllar boyunca hep aynı oyunu sahneye koydu. Son yıllarda da Nevruz’u Türkiye’de “ulusal kurtuluş günü” gibi kutlamaya çaba gösteriyor.
Bütün dünya gibi Nevruz’un bir “Kürt bayramı”, bir “Kürt günü” olmadığını PKK da biliyor ancak 20 yıldır, çoğu kanlı eylemlerle ve özellikle Kürtler üzerinde böyle bir algı yarattı.
Bugün de belli illerde Nevruz bahanesini kullanıp, şiddet yaratmak için fırsat kollayacak. Yangın için kıvılcım arayacak. Dünyaya çatışma, başkaldırı görüntüleri gönderebilmek için elinden geleni yapacak, güvenlik güçlerini tahrik edecek; fırsat bulur bulmaz çarşılara dalıp cam çerçeve indirecek, arabaları ateşe verecek...
Bunun provaları önceki gün başta İstanbul olmak üzere birçok yerde yapıldı.
Bu ortamda güvenlik güçlerine düşen görev bu oyuna gelmemek, soğukkanlılığı elden bırakmamaktır. Meydanları, kent merkezlerini savaş alanına çevirmek için bahane kollayacak olanlara istismar edecekleri fırsatlar vermemektir.

Statü talebi

Yazının Devamı

Türkiye’de yürüyen iki süreç

20 Mart 2012

Kürt siyaseti, Türkiye’de PKK’sı, BDP’si, KCK’sıyla bir uluslaşma ve devletleşme süreci yürütüyor.
Bu süreci güçlendirecek her fırsatı kullanıyor.
Bir taraftan ayrılmak, ayrı bir devlet kurmak istemediklerini söylerken bir taraftan nevruzu, “Kürt ulusal bayramı”na dönüştürmek dahil, siyasi, idari, ekonomik, kültürel bütün alanlarda ayrı bir Kürt ulus bilinci ve devlet kurumları oluşturmaya çalışıyorlar.
Bu gayret çok net görülüyor.
Her etkinliğe, ulusal değer ve nitelik atfeden bir söylem kullanıyorlar.
Her yıl güç gösterisi yaptıkları 21 Mart nevruz kutlamasında görüldüğü gibi...
Bu yıl nevruzu 18 Mart Çanakkale Zaferi’nin yıldönümünde de kutlamak; Çanakkale’yi gölgede bırakacak dev mitingler düzenlemek istemeleri bu cümleden sayılabilir.

Yazının Devamı

Bu Türkiye’nin savaşı değil

18 Mart 2012

Artık anlaşıldı ki, Beşar Esad, kendi isteğiyle iktidarı bırakmayacak. Barışçı bir yoldan ülkesini demokrasiye taşıyacak yolları açmayacak.
Ankara da umudunu yitirmiş olmalı ki, Suriye’de yaşayan vatandaşlarımızın ülkeye dönmesi çağrısında bulundu. Bu çağrı, Suriye’deki çatışmaların şiddetleneceğine ve dış müdahale olasılığının giderek arttığına işaret sayılabilir.

Esad’ın farkı
Arap Baharı başladığında Tunus, Mısır, Libya’daki rejimler hızla devrildiler.
Libya’da düzenli bir ordu yoktu.
Kaddafi’nin zaten zayıf olan askeri gücü, NATO’nun da müdahalesiyle dağıldı. Kaddafi’nin tehditlerinin kuru gürültü olduğu kısa sürede anlaşıldı.

Yazının Devamı

Su sesiyle çalışan Bakan

17 Mart 2012




Makam odasına girdiğinizde sanki odanın bir yerinden şırıl şırıl akan bir dere geçiyormuş gibi bir hisse kapılıyorsunuz.
Gözünüzün önünde küçük taşların, çakılların üzerinden hoplaya zıplaya akan berrak bir dere canlanıyor. Odanın her yerine dağılan su sesi, huzur veren bir müzik dinletisi gibi geliyor kulaklarınıza.
Etrafa bakınıyorsunuz, “nerede bu dere?” diye ama bir şey göremiyorsunuz.
Söyleşiye geçmeden önce dayanamayıp, “Sayın Eroğlu” dedim, “Bu su sesi çok güzel ama nereden geliyor anlayamadım?”

Yazının Devamı

Ayıplı karne

16 Mart 2012

Türkiye’nin 52 yıllık insan hakları karnesi açıklandı. Sonuç bir felaket...
Türkiye, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ni en çok ihlal eden ülke. Hem de açık ara birinci konumunda...
Türkiye’nin Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin ihlal etmediği maddesi yok. Her maddeyi ihlal etmiş. Bu alanda Rusya ile beraber başı çekiyor.

Ayıbın kaynakları
Ülkemizin insan hakları konusundaki ayıplı karnesine bir göz atınca su sonuçlar göze çarpıyor:
Türkiye’nin, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) tarafından mahkzm edildiği konuların başında “adil yargılama hakkını ihlal” geliyor. Bu nedenle verilmiş mahkzmiyet kararları, toplam mahkzmiyet kararlarının yüzde 21’ini oluşturuyor.

Yazının Devamı

Mahkeme “insanlık suçu” dedi mi, demedi mi?

15 Mart 2012

Ankara Özel Yetkili 11. Ağır Ceza Mahkemesi Sivas-Madımak katliamıyla ilgili olarak kaçak failler açısından, zamanaşımı nedeniyle davayı düşürdü.
Bazı avukatlar ve bazı yorumcular, mahkemenin beş kişi için davayı düşürmekle birlikte, Madımak katliamının bir “insanlık suçu” olduğuna hükmettiğini söylediler. Kararın bu yönü itibarıyla olumlu olduğunu da eklediler.

İnsanlık suçu demiyor
Bu yorumlardan sonra mahkemenin, Sivas katliamı için insanlık suçu hükmü verip vermediği tartışması başladı.
Ankara 11. Ağır Ceza Mahkemesi’nin kararı incelendiğinde, “insanlığa karşı işlenen suçlar” ifadesinin geçtiği, ancak bu yönde net bir hüküm kurulmadığı görülüyor.

Yazının Devamı

Nedim Şener ve Ahmet Şık’ın gecikmiş özgürlüğü

14 Mart 2012

Meslektaşlarımız Nedim Şener ve Ahmet Şık, bir yıl on gün sonra serbest bırakıldılar. Gecikmiş bir kararla özgürlüklerine kavuştular.
Nedim Şener ve Ahmet Şık’ın tutuklanmaları, kamu vicdanında zaten yer bulmamıştı. O kadar ki Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, bu konuda bir açıklama yapma ihtiyacı duymuş ve Milliyet’e, bu tutuklamalardan kamu vicdanının rahatsız olduğunu söylemişti. Gül, bu kadarla da kalmayıp, savcı ve hâkimlerin daha özenli olmaları gerektiği üzerinde durmuştu.
Nedim Şener ve Ahmet Şık’ın tutuklanmaları gibi serbest bırakılmaları da bu davalar açısından bir dönüm noktası niteliği taşıyor.
Mahkemenin serbest bırakma kararının gerekçesinde “suç vasfının değişmesi olasılığı”ndan söz etmesi çok büyük önem taşıyor. Biri yazıp henüz bastıramadığı, diğeri hiç yazmadığı kitaplar nedeniyle tutuklanan iki meslektaşımızın karşılaştığı suçlama, Ergenekon örgütüne yardım ve yataklık etmek ve bu bağlantıyla terör örgütü üyesi gibi muamele görmeleriydi.
Mahkeme, şimdi suç vasfının değişmesi olasılığından söz ettiğine göre Nedim ve Ahmet’in en küçük bir ödün vermeden yaptıkları savunmanın doğruluğunun görülmesi açısından bir karine sayılabilir.

Nedim’in muhabirliği

Yazının Devamı