Kürt siyaseti, Türkiye’de PKK’sı, BDP’si, KCK’sıyla bir uluslaşma ve devletleşme süreci yürütüyor.
Bu süreci güçlendirecek her fırsatı kullanıyor.
Bir taraftan ayrılmak, ayrı bir devlet kurmak istemediklerini söylerken bir taraftan nevruzu, “Kürt ulusal bayramı”na dönüştürmek dahil, siyasi, idari, ekonomik, kültürel bütün alanlarda ayrı bir Kürt ulus bilinci ve devlet kurumları oluşturmaya çalışıyorlar.
Bu gayret çok net görülüyor.
Her etkinliğe, ulusal değer ve nitelik atfeden bir söylem kullanıyorlar.
Her yıl güç gösterisi yaptıkları 21 Mart nevruz kutlamasında görüldüğü gibi...
Bu yıl nevruzu 18 Mart Çanakkale Zaferi’nin yıldönümünde de kutlamak; Çanakkale’yi gölgede bırakacak dev mitingler düzenlemek istemeleri bu cümleden sayılabilir.
Yüzyıllardır Orta Asya’da, İran’da, Osmanlı’da, Türkiye’de kutlanan nevruzu bir, “Kürt ulusal bayramı” olarak kabul ettirmek amacı, “halkımızı ulusal giysileri, renkleriyle bekliyoruz” çağrılarında da açıkça görülüyordu.
Kürtçenin, Kürt ulusal hareketi için yaşamsal önemde olduğu vurguları, Kürtçe eğitim talebinin olmazsa olmaz bir talep olarak “masa”ya sürülmesi, Kürtçe roman, şiir, öykü yazımının teşvik edilmesi, Şeyh Sait dahil Kürt isyanlarına önderlik etmiş şahsiyetlerin büyük törenlerle anılması gibi birçok olgu bu sürecin halkalarını oluşturuyor.
İdari ve siyasi alan
Uluslaşma süreci, kültür ve sanat alanında bu şekilde yürütülürken, yaratılan bu dalgayı arkalarına alan PKK cephesi, diğer örgütleriyle idari alanda fiili bir özerklik ve siyasi alanda da pazarlık yoluyla bu durumu yeni anayasaya dercetme gayreti gösteriyor.
Fiili özerkliğin anayasal özerkliğe dönüşmesi çabası ve bu aşamadan sonra da Türkiye’nin fiilen bir federasyon gibi yönetilmesine odaklanma hedefi, bu cephenin faaliyetlerinde çok net görülüyor.
KCK sözleşmesindeki hükümler yasama, yürütme ve yargı kurumlarının oluşturulmasını öngörüyor ve bu yapıdaki kurumlar hızla oluşturuluyor.
PKK ve bağlı örgütleri, var güçleriyle ve her araçla Kürt milliyetçiliğini ve kurumlaşmayı beslemeye, teşvik etmeye, ödüllendirmeye odaklanmış durumda, süreci yönetiyorlar.
Türk uluslaşma süreci
Kürt cephesinde uluslaşma süreci güçlenerek yürürken, Türk uluslaşma sürecinde tersi bir gidiş gözleniyor.
Türkiye’nin kurucu değerleri, PKK ve bağlı örgütleri tarafından hedef alınmış durumda, yıpratılmaya çalışılıyor. Ortak ulusal değerlerin tahrip edilmesi için büyük gayret gösteriliyor.
Türkiye Cumhuriyeti’nin üzerinde yükseldiği temel direklerden biri olan uluslaşma sürecinin kesilmesi işbirliği olanakları aranıyor.
Türkiye’de yaşanan ikinci süreçte ise “Türk”, “Türk milleti”, “Atatürk ilkeleri ve devrimleri”, ulusal bayramlar geri plana doğru itiliyor, silikleştiriliyor. Yeri ve zamanı geldiğinde bile, “Türk milleti” yerine “millet” veya “bu millet” denilerek geçiştiriliyor veya hiç ağıza alınmıyor. Bu sürecin giderek bir “Türk sorunu” yaratacağı fark edilmiyor.
Bazı kesimler bu tavrı, “PKK ve Kürt sorunu”nun çözümü için gerekli “söylem değişikliği” olarak da savunuyorlar.
Oysa Türkiye’de bir sorunu, Türk milleti olgusunu ve tarihini yok sayarak, Atatürk’ü görmezlikten gelerek, Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş felsefesinden ve niteliklerinden ödün vererek çözmek mümkün değil.
Uluslararası sorun
PKK ve bağlı örgütlerinin bir diğer amacı da yönettikleri süreci “uluslararası sorun” haline getirebilmek.
Sivil itaatsizlik eylemleriyle Filistin, terör eylemleri ve toplu çatışmalarla Suriye görüntüleri yaratmaya; Arap Baharı dalgasını Kürt hareketine ithal etmeye çalışarak Türkiye’yi dış baskıya ve hatta giderek müdahaleye açık hale getirmeyi hedefledikleri de gözleniyor.
Ortadoğu’yu yeniden yapılandırmaya girişmiş güçlerin çıkarları bir gün bunu gerektirir ve Türkiye’nin kapısı çalınırsa, o gün, ulusal birlik başta olmak üzere hırpalanan, gözardı edilen değerlere her zamankinden çok daha fazla ihtiyacımız olur.