Annenin çocuğuna, çocuğun annesine duyduğu sevgi hiçbir tanıma sığmaz. Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın annesine ne kadar düşkün olduğunu, onu kaybettiğinde gördük. Gözyaşları içinde uğurlamıştı. Her fırsat bulduğunda mezarını ziyaret ediyor ve yine gözyaşı döküyor. Geçtiğimiz günlerde kendisine hediye edilen annesinin portresini de büyük bir sevgiyle okşamış; “Ben annemin ayaklarının altını öperdim” demişti.
Haberal yasası
Silivri’de tutuklu olan Prof. Dr. Mehmet Haberal da annesine ve babasına olan düşkünlüğüyle biliniyor. Babasının cenazesine tutuklu olduğu için katılamamıştı. Annesi de ağır hastaydı.
Deniz Baykal, Başbakan Erdoğan’ı ziyaretinde bu konuyu açmış ve tutuklu ve hükümlülerin çok ağır hasta birinci derece akrabalarını ziyaret etmelerine olanak sağlayan bir yasa çıkarılmasını önermişti.
Başbakan Erdoğan da bu öneriye sıcak bakmış ve Meclis’e bir yasa düzenlemesi sevk edilmişti. Bu öneri, Meclis’te komisyondan da geçti ama bir türlü Genel Kurul’a gelmedi ve yasalaşmadı.
Birinci derece yakınını kaybeden tutuklu ve hükümlülerin cenazeye katılmalarına olanak tanıyan yasa ise çıkmıştı.
Prof. Dr. Haberal, şimdi bu yasa gereğince Zonguldak’ta annesinin cenazesine katılabilecek. Ha
12 Eylül davası çok yönlü olarak tartışılıyor. Tarihi, yaşandığı koşullardan kopararak değerlendirmek, Nasrettin Hoca’nın bodrumda kaybettiği yüzüğünü daha aydınlık diye kapının önünde aramasına benzer.
Gerçeklerin yakalanması ve tarihten ders çıkarılması için 12 Eylül’ün öncesi ve sonrasıyla aydınlatılması gerekir.
12 Eylül’ün halk desteği bulmasının en önemli nedeni 1975-1980 yılları arasında can güvenliği ve kamu düzeninin yok edilmiş olmasıdır. Bu beş yıllık süre içinde 6000 genç yaşamını yitirmiş, bir o kadarı sakat kalmış; sokaklar ülkücüler ve devrimciler arasında hâkimiyet savaşlarına sahne olmuş, suikastler ve toplu öldürmeler 1977-1979 yılları arasında yoğunlaşmış; her gün ülkenin dört bir yanında toplam 20-25 gencin öldürüldüğü bir süreç yaşanmıştır.
Türkiye’nin sürüklendiği anarşi ve terör ortamında anne-babalar çocuklarının okuldan dönüp dönemeyecekleri kaygısıyla yaşamaya başlamış ve çaresizlik içinde pencere önlerinde sabahlamışlardır.
12 Eylül’ü meydanlarda alkışlamalarının da 1982 Anayasası’na yüzde 92 destek vermelerinin temel nedeni budur.
Her ne kadar yüzde 92 desteğin askeri yönetim altında korkuyla verildiği savlansa da, bu sav bu oranda bir
12 Eylül’den sonra Süleyman Demirel’le birlikte Zincirbozan’a gönderilen Deniz Baykal’ın 12 Eylül davasıyla ilgili görüşlerini dün yansıtmıştım.
Baykal’la yaptığımız söyleşinin ikinci bölümüne bugün devam edelim.
CHP’nin bir önceki lideri Baykal, Anayasa Mahkemesi Başkanı Haşim Kılıç’ın, Uluslararası Yargı Reformu Sempozyumu’nda yaptığı ve büyük yankı uyandıran konuşmasının çok önemli olduğunu vurguladı. Baykal, Türkiye’nin böyle bir konuşmaya çok ihtiyacı bulunduğunu belirterek, şu değerlendirmeyi yaptı:
“Kılıç’ı kutluyorum”
“Sayın Kılıç’ı, böylesi bir ortamda açıklama yapmış olmasından dolayı yürekten kutluyorum. Siyaset dünyamızın da hukuk dünyamızın da böyle bir açıklamaya şiddetle ihtiyacı vardı. Çok yerinde olmuştur. Kılıç’ın yaptığı bu açıklamanın çok önemli olduğunu düşünüyorum. Yargının geçmişte siyaseti kuşattığı iddiasına hak verirken, şimdi siyasetin yargıyı kuşattığı tehlikesine dikkati çekiyor olması anlamlıdır.”
12 Eylül’den sonra Zincirbozan’a gönderilenler arasında bulunan Deniz Baykal, 9. Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel’in, “Ben 12 Eylül’le meydanlarda hesaplaştım” sözlerine katılıyor.
“Sayın Demirel’in söylediği manada ben de meydanlarda hesaplaştım” diyor Baykal, “Zincirbozan’dan çıktım, yasakla mücadele ettim, Meclis’e döndüm, CHP’yi açtım, genel başkan oldum; bu manada evet hesaplaştım ama benim hesaplaşmam sürüyor” diye devam ediyor.
“Henüz bitmedi”
Baykal, dünkü görüşmemizde 12 Eylül’le hesaplaşmasının bitmediğini vurguladı ve şöyle konuştu:
“12 Eylül’de çok canlara kıyıldı, çok canlar yandı, çok acılar çekildi. Bu bakımdan Ankara Adliyesi’ne gelen, etrafında toplanan insanlarımızı, müdahil olanları çok iyi anlıyorum, saygı duyuyorum. Benim partim de dahil partiler de müdahil oldular. Onları da anlıyorum. Darbeye karşı bir duruş almak adına müdahil oldular. Parti kararıdır, saygıyla karşılıyorum. Ama benim açımdan 12 Eylül’le siyasi hesaplaşma bitmedi. 12 Eylül’ün kurduğu rejimle hesaplaşmam sürüyor. 12 Eylül’ün demokratik, laik rejime verdiği tahribatı giderinceye kadar, Türkiye’de tam ve gerçek demokrasi kuruluncaya kadar benim hesaplaşmam sürecek.”
Ankara Adliyesi, dün tarihi bir gün yaşadı. 12 Eylül askeri müdahalesinin yargılanmasına Ankara Özel Yetkili 12. Ağır Ceza Mahkemesi’nde başlandı.
Sanıklar 12 Eylül’ün lideri Kenan Evren ve Milli Güvenlik Konseyi üyesi, dönemin Hava Kuvvetleri Komutanı Tahsin Şahinkaya, sağlık nedenleriyle duruşmaya katılmadılar.
TBMM, Başbakanlık, CHP, MHP, BDP siyasi kurum olarak, DİSK, TMMOB, Çağdaş Hukukçular, sendika ve sivil toplum kuruluşları da müdahil olarak duruşmaya katıldılar.
12 Eylül askeri müdahalesinde Başbakan olan 9. Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel, davaya müdahil olmadı.
“Barışçı yol bulunmalı”
9. Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel’e dünkü görüşmemizde, 12 Eylül darbesinde Başbakanlık’tan uzaklaştırıldığı halde davaya neden müdahil olmadığını sordum. Demirel, şu yanıtı verdi:
Eskişehir
Ekonomi Bakanı Zafer Çağlayan, makamını ve evini sırtında taşıyan bakanların başında geliyor. Sürekli seyahat halinde.
Bir haftanın ancak iki gecesini evinde geçirebiliyor. Ankara’da kaldığı günler de çok sayılı. Ya arabada ya uçakta; ihracat, sanayi, enerji, döviz, yatırım kovalıyor.
Ofis gibi araba
Milliyet’in Eskişehir eki nedeniyle düzenlediğimiz etkinliğe katılmak üzere makam arabasına bindiğimde küçük bir ofise girmiş gibi hissettim. Zafer Çağlayan’ın makam arabasında, makam odasında çalışırken ihtiyaç duyduğu her şey mevcut. Bir gözü ve kulağı sürekli önündeki koltuğun arkasına yerleştirilmiş küçük televizyonda dünyada neler olup bittiğini izliyor. Diğer taraftan tıpkı makam masasında olduğu gibi önüne yığılmış dosyaları inceliyor, cep telefonu hiç durmuyor, arabadan bakanlığın işlerini takip ediyor. Mesaisini arabada da olsa, uçakta da olsa bu şekilde sürdürüyor.
Kamuoyunda “4+4+4 modeli” olarak bilinen yeni eğitim yasasında saptayabildiğim sorunlu yönleri maddeler halinde yansıtmıştım.
Milli Eğitim Komisyonu Sözcüsü ve Ak Parti Kocaeli Milletvekili Fikri Işık, sorunlu gördüğüm konularla ilgili yanıtlar verdi. Işık’ın yanıtlarını özetle sunuyorum.
Hazırlık safhası
Düzenlemenin bir tasarı olarak değil teklif olarak sunulmasını ve hazırlık aşamasında ise bilimsel çalıştayların yapılmadığını, oysa ülkenin geleceğini ilgilendiren eğitim gibi bir alanda yapılacak genel düzenlemenin çok daha detaylı hazırlıklara dayanması gerektiğini belirtmiştim.
Işık, bu eleştirimi yanıtlarken, yasa düzenlemesinin Meclis’e tasarı veya teklif şeklinde verilmesinin Meclis komisyonlarının çalışmaları açısından önemli olmadığını, bir fark gözetmediklerini belirttikten sonra şu bilgiyi verdi:
“Biz, bir alt komisyon kurarak teklifle ilgili detaylı bir çalışma yaptık. Bu süreçte eğitimle ilgili sivil toplum kuruluşlarının da görüşlerini aldık. ERG, TEPAV, TED, ÖNDER, TEV, TESK, ENSAR’ın görüşlerini değerlendirdik. ODTÜ ve Gazi Üniversitesi Eğitim Fakültesi dekanlarını TBMM’ye davet ettik ve görüşlerine başvurduk. Avrupa ve gelişmiş ülkelerin eğitim
Balyoz davasında sona yaklaşılıyor. Savcılık esas hakkındaki mütalaasını verdi. Davada sona yaklaşılırken sanık muvazzaf ve emekli general, amiral ve subaylar, dönemin Genelkurmay Başkanı Hilmi Özkök ile Kara Kuvvetleri Komutanı Aytaç Yalman’ın tanık olarak dinlenmesi talebinde bulundular. Mahkeme ise, Özkök ve Yalman’ın tanık olarak dinlenmesinin bir katkı sağlamayacağı kanaatine vardı.
Buna karşın sanık avukatları Ceza Muhakemesi Kanunu’nun (CMK) 178. maddesini kullanarak, Özkök ve Yalman’ın tanık olarak dinlenmesi için harekete geçtiler. Bu madde hükmüne göre, mahkeme istemese bile sanıklar yol ve iaşe bedelini mahkeme kalemine yatırarak tanık olmasını istedikleri kişileri mahkemeye çağırabiliyorlar.
‘Sanık davetiyle uygun olmaz’
Dönemin Genelkurmay Başkanı Hilmi Özkök’e, dünkü görüşmemizde, böyle bir davet alırsa mahkemeye gelip gelmeyeceğini sordum:
“Böyle bir davetle gelmem. Uygun bir yol olmaz. Ben daha önce de belirttiğim gibi mahkeme davet ederse giderim. Sanık davetiyle gidip mahkemeye ne diyeceğim? Hâkimler bana, sanık davetiyle gelmişsiniz, buyurun söyleyin diyecekler. Bu uygun bir yol değil. Oysa mahkeme çağırırsa o zaman ben gidip, hâkimlere buyurun