Tam da bir “Türkiye gerçeği” yaşanan. Tıpkı “komşunun tavuğu kaz görünür” hikâyesidir olan.
Yıllardır yaşamsal bir konuda yazan, çizen, konuşan, uyaran, öneren birinin; kendisini en azından “yeterince” ciddiye almayanları hizaya getirmek için sahnelediği muhteşem bir oyundur yapılan.
Helâl olsun Prof. Dr. Mikdat Kadıoğlu’na.
Ya da...
Mike Judgeson’a!
* * *
Yıllar öncesinden tanırım Kadıoğlu’nu. Özellikle “iklim” konusundaki uyarılarını, düzenli olarak gönderdiği elektronik postalardan bilirim.
Benzer haberleri, her gün görmeniz mümkün:
“Türkiye’de yılda ortalama 12 kilo kırmızı et tüketiliyor.”
“Türkiye’de ortalama menopoz yaşı 47.”
“Türkiye’de yıllık diş macunu tüketimi ortalama 80 gram.”
“Türkiye’de ortalama penis boyu 14,11 cm.”
“Türkiye’de doğum yapan annelerin ortalama yaşı 27.”
İddia önemli:
“Türkiye’ye istikrarsızlık getirmek isteyen unsurlar, bir takım gibi görev paylaşımı yaptılar.”
İddianın sahibi Bülent Gedikli’yi de önemsemek zorundayız.
Çünkü kendisi, Başbakan ve Ak Parti Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın yardımcılarından biri.
Dahası partinin kurucularından ve üç dönemdir milletvekili.
Az önce aktardığım o vahim iddianın ardından, sözünü ettiği “takımın” elemanlarını sayarken dedi ki:
“Neocon-Ergenekon kadrosunda teknik direktör Şimon Peres; kaleci, teröristbaşı Abdullah Öcalan; geri üçlüde, Nicholas Sarkozy, Angela Merkel, Benjamin Netenyahu; orta sahada, Mehmet Haberal, Doğu Perinçek, Mustafa Balbay, Tuncay Özkan, Yalçın Küçük; ileride de Kemal Kılıçdaroğlu ve Selahattin Demirtaş var.”
Eğer başlığı “İzmir’e yön verenler” diye atarsanız, toplumda yarattığınız algı farklı olur.
Ahalide ister istemez “İzmir’in gözü kulağı onlarda” gibi bir kanı oluşur.
Oysa Capital ve Ekonomist dergileri “İzmir’e yön veren” isimleri, ekonomi dünyasının temsilcileri arasından seçti doğal olarak.
Belirlenen isimlerin çoğuna sevgimiz de var, saygımız da; orası ayrı.
Ama İzmir’e yön verenler, sadece ekonomi ile ilgili olan kişilerden mi ibaret?
Dahası...
Ekonomik yaşamın içinde olup, İzmir’e yön veren başkaları da yok mu?
Alsancak’ta Meksika sokağı... Üstelik Cuma günü ve saat 23 sıraları.
Her yer insan kaynıyor.
Gezenler, dolaşanlar.
Yiyenler, içenler.
Aniden silahlar patlıyor:
Bam.
Bam.
Hafta sonlarının en keyifli yanı, gazetelerdeki uzun söyleşilerde bizi bekleyen sürprizlerdir.
Geçen hafta sonu da öyleydi.
Bunlardan en önemlisini Vatan Gazetesi’nde Ruşen Çakır gerçekleştirdi.
Mehmet Altan’la yaptığı söyleşide öne çıkan cümleler, maalesef “geleceği karartan” bir sis bombası gibiydi!
Ne de olsa Mehmet Altan “düne kadar” Ak Parti iktidarına destek veren biriydi.
Oysa şimdi...
“Türkiye çok güvensiz bir yer. Kırılganlık çok yüksek çünkü yapısal sorunların tamamı aynen devam ediyor.”
Kanıtlanmaya çalışılan darbe teşebbüsleri için yıllardır süren davalar var. Yüzlerce insan yargılanıyor. Çoğu tutuklu.
Diğer yanda bir başka darbe teşebbüsü var ki, hani derler ya “tabak gibi” veya “kabak gibi” orta yerde duruyor.
Yakın zamana kadar Genelkurmay Başkanlığı’nın internet sitesinde de duruyordu da, “demokratikleşme adına” kaldırdılar sonunda!
Tarihe “e-muhtıra” olarak geçen ve Türkiye’nin siyasi kaderini etkileyen bu eylemin “bir numaralı” şüphelisi ise malum.
Dahası malumu bizzat kendisi ilan ederek “Bildiriyi bizzat ben yazdım” diye açıklama yaptı.
Ve bugüne kadar sadece iktidar suskun kaldı ama onların dışında Genelkurmay eski Başkanı Yaşar Büyükanıt’ın “neden sorgulanmadığını” gündeme getirmeyen kalmadı.
Nihayet, bir haber.
Adı “ilaç” olmayan ama “her derde deva” yığınla sağlık ürünü var piyasada.
Kiminin kutusu 20 lira, kimi 50 lira, kimi 80 lira.
Kiminin içinde 20 kapsül veya tablet var, kiminin 40, kiminin daha fazla.
Dedim ya...
Her biri, bir derde deva.
Hatta bazıları için yapılan tanıtıma bakılırsa, ölüme çare bulamıyor yalnızca!
Geçenlerde yeni bir ürün dikkatimi çekti.