Hafta sonlarının en keyifli yanı, gazetelerdeki uzun söyleşilerde bizi bekleyen sürprizlerdir.
Geçen hafta sonu da öyleydi.
Bunlardan en önemlisini Vatan Gazetesi’nde Ruşen Çakır gerçekleştirdi.
Mehmet Altan’la yaptığı söyleşide öne çıkan cümleler, maalesef “geleceği karartan” bir sis bombası gibiydi!
Ne de olsa Mehmet Altan “düne kadar” Ak Parti iktidarına destek veren biriydi.
Oysa şimdi...
“Türkiye çok güvensiz bir yer. Kırılganlık çok yüksek çünkü yapısal sorunların tamamı aynen devam ediyor.”
“Dünyayı algılamadığın vakit Türkiye’nin başı hep belaya girer. Benim en temel ve büyük endişem siyasi kadronun dünyayı algılamaktan uzaklaşması.”
“Siyaseten cami-kışla ikileminde Kemalizm’den rövanş almaya çalışan bir anlayış var. Kavramsal olarak Kemalist gençlikten dindar gençliğe geçiş özleminin beyanı da bunu ispatlıyor. Devleti, iktidara yakın bürokratlar üzerinden ele geçirme sevdası var.”
“Mevcut siyaset eski sistemden nemalandığı için mevzuat değişmiyor. 30 yıldır 12 Eylül’ün bütün rejimi duruyor. Parti içi demokrasiyi yok eden, Türkiye halkına siyaseten nizam veren Siyasi Partiler Yasası’nı kimse ağzına almıyor.”
“Hepimiz uğraştık bu 12 Eylül referandumunda evet çıksın diye ama hiçbirinin uyum yasası çıkmadı HSYK dışında. Referandum sırf HSYK’yı değiştirmek için yapılmış gibi bir tablo çıktı ortaya.”
Ve netice...
“Yetmez ama evet” söylemi yerini hızla “Yeter artık” çığlığına bırakıyor!
* * *
Ayrıca Star Gezetesi’nde Helin Şahin’in, Hrant Dink suikasti davasından tahliye edilen Erhan Tuncel’le yaptığı söyleşideki, “Yasin Hayal cezaevinde bu cinayet için bizzat hazırlandı. Onu ziyaret edenlerin listesi ortaya çıkarılmalı” iddiası. . .
Zaman Gazetesi’nde, Adnan Kahveci’nin oğlu Bozkurt Kahveci ile konuşan Hüseyin Keleş’in yaptığı söyleşiden başlığa çıkardığı şu cümle:
“Artık, babamın ölümünün suikast olduğuna inanıyorum.”
Eyvah ki, geçen zamanın soruları cevaplamak yerine, gittikçe içinden çıkılmaz hale getiriyor!
Bereket Hürriyet Gazetesi’nde Ekrem Demirtaş’la yapılan bir söyleşi vardı ki, derin düşüncelerin karanlığında debelenmekten kurtardı bizi.
Demet Cengiz Bilgin sayesinde öğrendik ki:
Ekrem Demirtaş ilk parasını, sabah ağaçtan topladığı ve sepete özenle dizdiği bardacıkları, babasının dostu bir bakkalın önünde satarak kazanmış.
Ayrıca evinde sadece kendi yaptığı yemekleri yermiş. Kullandığı sebzeler bahçesinde yetiştiriyormuş ve pişirdiği balıkları da, mutlaka yine kendi tutuyormuş.
Kısmet.
Belki bir gün bize de ikram eder de, pişirdiklerinin tadına bakarız!
Tek karelik çevreci!
10’da 9
Ağız ve diş sağlığının ne denli önem taşıdığının farkında olmadığımızın, farkında olsak bile umursamadığımızın, umursasak dahi ya korkudan, ya zaman darlığından ya da parasızlıktan gerekeni yapmadığımızın farkındayım.
Oysa uzmanların uyarısı çok açık:
“Doğru düzgün çiğnenmeyen lokmalar metabolizmamızı hızlı bir şekilde çalıştırarak midemizin gereğinden fazla asit üretmesine sebep olur. Dişler arasında bir çürük var ise mikroorganizmalar bu virüsler ile devamlı bir savaş halinde olur ve vücut direnci de gittikçe düşer. Normalde üşütmeyeceğimiz hafif bir rüzgârda, dişimiz çürük olduğu için hasta oluruz.”
Araştırmalar gösteriyormuş ki:
“Türkiye’de her 10 kişiden 9’unun dişlerinde çürük var.”
İtiraf ediyorum.
O dokuz kişiden biri de benim.
Ve söz.
Bugün ilk işim dişçi koltuğuna oturmak için randevu almak olacak.