Kovulma

22 Şubat 2003


<#comment> "Fenerbahçe kovuldu" belki de biraz rahatsız edici bir başlık. Ama sporda da olsa, politikada da olsa gerçekleri görmemiz için esasında iyi bir uyarı, doğru bir sözcük. Zaten Fenerbahçe Futbol Şube Sorumlusu da toplantılara katılmadıklarını doğruluyor. Niçin, belli değil. Maalesef enternasyonel oluşumlara sanki bir eğlence ve gezi planı olmadıkça katılmasını pek sevmeyiz. Bu niçin böyle olur? Psikolojik açıdan pek çok teoriler ortaya atılabilir, üretilebilir. Bu teoriler çok defa hakikat olduğu için bizi çok üzerler.
Çocukluğumuzda bu tip toplantılara veya kongrelere katılmak alaylı bir şekilde ele alınırdı. Kongre eğleniyor diye. Ama, bu iş artık. Globalleşme içinde hiç de eğlenceli değil. Çalışma, dil ve bilgi isteyen bir uğraşı. Yani etkili olmak zorundasınız. Bu böyle olmazsa dış dünya sizi gelip geçer, içinden atar ve unutur. Ama biz nedense istimi hep sonradan alır ve çeşitli mazeretler uydururuz. Zaten işler ters giderse bizim meşhur bir sözümüz vardır: "Adamlar zaten bizi sevmiyorlar ki" deriz. Ve "hakkımızı yediler" der, ofsaytta kaldığımızı kabullenmeyiz.




Yazının Devamı

Batıklar

15 Şubat 2003


<#comment> Yabancı transferlere bakıldığında spor kulüplerimizin ekonomik anlayışı sanki batık bankalarla aynı paralelde görülüyor. Neden mi demeyin. Ortega gider ayak, gazetemizle yaptığı röportajda üstüne basa basa şöyle diyor: "Fenerbahçe bana büyük paralar harcadı." Ve sonra işin anlamsız psikolojik nedenlerine geçiyor. Sizin anlayacağınız ipler kopuyor. Bir anlamda paralar da batmış oluyor.
Hani geriye baktığınızda bu ve buna benzer birçok trajik hikayeleri ve transfer batışlarını izlemeniz mümkün. Batıkları kurtarmak için FIFA’ya başvuran kulüplerimiz bile var. Dış basına baktığınızda nedense yabancı kulüplerde bu tip acı batık hikayelere pek rastlamıyorsunuz. Bu olayların bizde sıkça görülmesi, belki de transferleri çok hissi ve çabuk reaksiyonlarla yapışımızdan ve bunların şark mentalitesi ile yetkili ve sorumlu kurumlarla enine boyuna tartışmadan sonuçlandırılmış olmasından kaynaklanmaktadır. Başlangıçta basın önündeki gözleri yaşartan öpüşmeler, kulüp bayrağı ile kucaklaşmalar, sonradan eli bıçaklı bir görünüşe dönüşüyor.
Neticede giden dolarlara helal olsun!



Yazının Devamı

Petrol ve futbol

8 Şubat 2003


<#comment> Para, para, para... Napolyon işte böyle demiş. Bir anlamda Dünya’da hükümdar olmak için paranın önemini belirtmiş. Yani ver parayı, çal düdüğü. Son günlerde en büyük bilmece savaşın çıkıp çıkmayacağı. Savaş niçin çıkacak sorusunu cevap olarak çoğu kimse "petrol için" diyor. Yani para için. Dünya petrolü kimin elinde. Arapların ve şeyhlerin. Yani para onlarda. Peki iflas yolunda olan futbol kulüplerinin derdi ne? Para değil mi? O zaman şimdi gelin mantıklı düşünelim. Şeyh, para ve futbol. Bu üçlüyü mantıklı bir silsile içinde bir araya getirelim. Kaddafi’nin oğlu, İtalyan birinci lig takımı Juventus’un ortağı değil mi? Söylendiğine göre 2010 yılında Dünya futbol şampiyonasının Libya’da yapılması için kendisine söz verilmemiş mi? Kim tarafından diye sormayın? Alman televizyonlarında futbol maçlarının görüntü hakkına bir Suudi şeyhi ortak olmak üzere. Varsın şeyhin El Kaide ile ilgisi olduğu iddia edile dursun? Napolyon demek ki haklı. Para, para, para. Büyüklerimiz ne demişler biz ona bakalım. Onlara göre paranın ne dini, ne imanı, ne de rengi ve kokusu var. Allah için doğru söylememişler mi?





Yazının Devamı

Hiddet ve şiddet

1 Şubat 2003


<#comment> İki gün evvel Almanya - Tunus hentbol milli maçı vardı. Alman takımı hiddetli, hırsını göstermek istiyor. Çünkü gelecek Dünya Şampiyonası organizasyonunu Tunus’un ayak oyunlarıyla Almanya’nın elinden aldığına inanıyorlar. Bu yüzden maçta gerginlik var. Almanya hiddet ve şiddetle hücum ediyor. Tabii hata üstüne hata yapıyor. Kartlar birbiri ardına geliyor. Ta ki, bu kızgınlığın yanlış olduğunu anlayana kadar. Neyse ki maç galibiyetle bitiyor. Görülüyor ki motivasyon yanlış kullanılınca adrenalin menfi rol oynayabiliyor. Bu durumu en çok derbi maçlarında görüyoruz. Ve maçların berabere bitmesi veya farklı kaybedilmesi çok defa bu yanlış motivasyondan kaynaklanıyor. Bir atasözü bunu teyit ediyor; Öfkeyle kalkan, zararla oturur.
Olumsuz oyuncu transferleri, yıllarca süren rekabetlerin yanlış olarak hiddet ve şiddete dönüşmesi, idarecilerin bazı anlamsız ve yersiz sözleri, seyircinin bu atmosferde tribünden kin kusması sahadaki oyuncuları yanlış motivasyonla gaza getirebilmektedir. Ve bu da teke teker oyuncuların oyunun taktiğinden ve tekniğinden kopmalarına yol açmaktadır. Bu bakımdan öyle maçlarda teknik direktörlere büyük psikolojik görevler düşmektedir. Motivasyonun

Yazının Devamı

Televizyon ve spor

27 Ocak 2003


<#comment> İnsan psikolojik yapısı nedense istese de, istemese de bazen belli alışkanlıkların esiri olabiliyor. Şimdi spor sayfasında bu da ne demek oluyor demeyin. Açıklayalım. Eğer televizyon olmasaydı, Formula 1 yarışlarıyla, tenis karşılaşmalarıyla, boks veya kayak şampiyonluklarıyla kim bu kadar sık bir şekilde ilgilenirdi?
Son yıllarda televizyonlar, bu yarışları dramatik denecek şekilde sporcu idolleri, şöhretleri yaratarak adeta bir spor kültürü halinde yayınlamaktadırlar. Ve bu spor gelişimlerini o kadar çekici hale getirmektedirler ki, seyirci için bu yayınları seyretmek bir alışkanlık ve tutkunluk haline gelmektedir. Haftalık bir Alman mecmuası bu konuyu enine, boyuna araştırarak sahadaki oyunların televizyon yayınında adeta daha başka bir kavram taşır hale geldiğini ve bu kavramın spor anlayışını bile değiştirebileceğini yazmaktadır. Bu yüzden renkli spor yayınlarının, sıkıcı politik yayınlardan daha fazla izlendiği söylenebilir. Belki de Çin’deki bir çocuk, Amerikan Başkanı Bush veya İngiliz Başbakanı Blair’i bilmeyebilir. Ama Schumacher ve Agassi’yi tanımaktadır. Hatta denilebilir ki, spor yayınlarının moderatörleri bile şöhret sahibi olmaktadırlar. Sevinerek

Yazının Devamı

Futbol neşesi

18 Ocak 2003


<#comment> Yabancı gazetelerin spor sayfalarına bakıyorum. Amerikan Cup Yelken Yarışları, Avustralya Açık Tenis Turnuvası, Kış Sporları ve Fransa Bisiklet Turu hazırlıkları ile dolular. Futbol ise uykuda. Yapılan hazırlık karşılaşmalarının neticeleri bile ufak puntolarla verilmiş.
Alman Spiegel dergisinin abartılmış bir röportaj haberi bile yankı yapmamış. Ama Türk futbolu ve spor turizmi için önemli bir yazı Antalya Belek’e ait. Buradaki tesislerin, otellerin övülmesi sevindirici. Enteresan olan bir nokta, Avrupa basınında Türk futbolundaki gibi oyuncu transferleri ve dedikoduları tipinde sansasyonel haberlerin olmaması. Bu da belki Avrupa’daki futbol takımlarının daha kemikleşmiş olmasına ve oyuncu transferlerinin okuyucu tarafından o kadar önemsenmemesine bağlı. Bizde ise Revivo’nun transfer hikayesinden bahsetmezseniz okuyucuyu ve taraftarı depresyona sokarsınız. Hele hele bir de Galatasaray’a transfer olsun, seyredin siz cümbüşü. Bakın o zaman kahveler, sokaklar ve sahalar nasıl şenlenecek!




Yazının Devamı

Alın yazısı

12 Ocak 2003


<#comment> Gençleşmek veya ihtiyarlamak. Tıpkı olmak veya olmamak gibi bir şey. Genç kalmak gayretleri içinde gündelik hayat durmayıp geçip gidiyor. Ve bu yüzden canlılar genlerine ne kadar ömür yazıldı ise yalnızca o kadar yaşayabiliyorlar. Buna alın yazısı diyenler de var. Ama bu yaşam süresinde öyle mesleki dönemler var ki, insana genç yaşta bile ihtiyar damgası vurabiliyor. Maalesef bu erken ihtiyarlığa alın yazısı demek zor.
Mesela işte size futbol hayatı. Ne kadar şöhretli olursanız olun, gün gelip size genç yaşta ihtiyar diyorlar. Esasında bazı futbolcular sadece vücutca değil psikolojik olarak da ihtiyarlıyorlar. Genç yaştaki bu ölümcül ihtiyarlığa maalesef çare yok. İşte bu anda kulüp menajerleri ve teknik direktörler taraftarın baskısı altında bu şöhretlere "haydi artık git" diyemiyorlarsa o zaman bir müddet sonra onlara da yol gösterilebiliyor. Çünkü böyle bir durum takım içinde bir çöküş gelişimini başlatıyor. Eğer Sheakspeare futbolu yaşamış olsa idi belki de kullandığı meşhur sözcüğü şöyle değiştirebilirdi: "Bugün varsın, yarın yoksun."




Yazının Devamı

Geçmiş zaman olur ki...

5 Ocak 2003


<#comment>Elimde bir dergi, adı Afiyet. Eczacıbaşı müessesesi belli on yılların haberlerini kısa kısa aktaran bir derleme yapmış. Geçmişe doğru hüzünlü, güzel ve değerli nostaljik bir anma fırtınası... Politikadan spora kadar...
Hatırlayabilir misiniz ki, 1953 yılında herşeyi Almanya’dan gelmesine rağmen, Eczacıbaşı ilaç fabrikasının yapılmasına yedi milyon harcandığını. Vay canına be demeyin, öyle. 7 milyon işte.
Gelin, şimdi günümüzden bir haber: Bir kulübümüz oyuncularına, bir maçtan evvel 480 milyarlık bir doping yapıvermiş. Ya öyle işte.
Gelelim ellili yıllardan diğer bir habere: Dünya futbol şampiyonasında milli takımımız, Almanlar’a 7-2 yenilmiş. Halbuki, bugünlerde Dünya ajansları, Dünya üçüncüsü olan Milli Takımımız’a hayranlar. Görülüyor ki, geriye bakınca ekonomi ve sporumuzun gelişmesinde demek ters bir orantı var. Sporumuzdaki doğru orantı bununla kalmıyor. Çünkü 7-2’lik mağlubiyetten sonra geçilen haber şöyle: Takımımız, yedi gol yemesine rağmen, hiç ezilmemiştir. Fransız hakeme ise hiç de iyi not verilmemiştir. Gördüğünüz gibi, yıllar geçse de spor cephesinde değişen bir şey yok. Yenilsek de bizi kimse ezemez. Hakemden başka!


Yazının Devamı